Fransız sağı, 1936 ve 1945/46 istisnaları dışında, 1981’e kadar sürekli olarak iktidarı sağ-içi koalisyonlarla elinde tutmuştur.

Fransa’da siyasi dengelerin tarihsel dönüşümü

Oğuz Oyan

Fransa’da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 10 Nisan’daki ilk turundan çıkarılabilecek ilk sonuçlar nelerdir? Bunların anlamlı bir bölümünü değerli dostum Hayri Kozanoğlu 12 Nisan tarihli BirGün yazısında etraflıca tahlil etti. Burada uzun dönemli gelişmeleri dikkate alarak 10 Nisan 2022 sonuçlarını biraz daha tarihsel bir perspektiften değerlendirmeye çalışacağız.


İlk kırılma: FKP’nin erimesi

Fransız siyasetinde ibrenin sağa doğru kayması aslında 1980’lerden başlayan bir süreçti. Fransız Komünist Partisi (FKP), 1945 sonrasında girdiği 11 genel (milletvekili) seçiminde, 1958 seçimi hariç, her zaman yüzde 20’nin üzerinde oy almıştı. Oy ortalaması 1945-1956 döneminde yüzde 26’nın üzerinde, 1962’den 1978 seçimlerine kadar da yüzde 21’in üzerindeydi. 1970’lerin sonuna dek süren bu ağırlık, gene 1970’lerde bizzat FKP’nin öncülük ettiği “Solun Birliği”-“Ortak Program” stratejisiyle birlikte erimeye başlayacaktır. Fransız sosyal demokrasisini temsil eden Sosyalist Parti (SP) ile Sol Radikaller Hareketi ile birlikte inşa edilmeye çalışılan bu “Birlik”, 1974’te F. Mitterrand’ın cumhurbaşkanlığı adaylığının ilk turda desteklenmesiyle başlayacak, 1981’de de bu defa ikinci turdaki destekle Mitterrand’ın ve SP’nin önü açılacaktı.

Fransız sağının/sermayesinin 1970’lerdeki önde gelen temsilcisi ve 1974-1981 döneminin Cumhurbaşkanı Valérie Giscard D’Estaing, FKP’nin Fransa düzeyindeki bir gelişmiş kapitalist ülkede hâlâ yüzde 20’ler düzeyinde oy alabilmesini Fransız siyasetinin bir geriliği olarak tanımlamakta ve FKP’nin yüzde 5’ler düzeyine indirilmesini bir siyasi hedef olarak ortaya koymaktaydı. Bunun için Fransız sermayesinin fazla beklemesi gerekmeyecektir. FKP’nin oy oranı 1980’lerde yüzde 10’lar platosuna geriledikten sonra, 1990’larda tek haneli sayılara düşecek, 2000’lerin ilk 10 yılında yüzde 5’in ve sonrasında yüzde 3’ün bile gerisine yerleşecektir.

1980’lerdeki gerileme, FKP’nin 1981’de Mitterrand’ın kurduğu koalisyon hükümetinde yer alması ve onun 1988’deki ikinci döneminde de hükümeti dışardan desteklemesiyle doğrudan bağlantılıdır. Çünkü Mitterrand başlangıçta “Ortak Program” doğrultusunda devletleştirmelerden yana bazı uygulamalara girişmiş olsa da, bu dönemde Anglosakson ülkelerde başlayan neoliberal dalgaya çabucak kendini kaptırarak özelleştirmeleri de içeren liberal bir programa savrulacak, bu da FKP’nin “reformist” bir çizgiye kayması olarak tescillenecektir. 1991’de Sovyetler Birliği’nin çöküşü de FKP’nin erimesini hızlandıracaktır. FKP’nin işçi tabanının sosyal demokrasiye ve giderek milliyetçi sağ partilere kaptırılması da bu sürece eşlik edecektir. (Bu konuda daha önce daha ayrıntılı yazmıştık: “2020’deki Yıldönümleri ve FKP”, Sol Gazete, 29 Aralık 2020).

İkinci kırılma: SP’nin de devrini tüketmesi

Fransa’da çok güçlü yetkilerle donatılmış cumhurbaşkanları üzerinden hızlı bir değerlendirme yapılırsa, 1981-1994 dönemi Mitterrand liderliğindeki SP’nin dönemi sayılabilir. Ama bu dönemde dahi meclis çoğunluğu sağa geçebilmiştir (Co-habitation yani birlikte yönetme dönemleri). 2012-2017 arasındaki son SP (Hollande) dönemi ise 2012’de ikinci dönemine aday olan sağcı Sarkozy’nin yıpranmasına bağlı bir istisna sayılabilir. SP’nin merkeze kayması veya liberal sağın kötü bir taklidine dönüşmesi süreci, açık bir neoliberal siyaset izleyen Hollande ile kapanmış olacaktır.

Aslında sermayeye göre konumlanmalar açısından bakılırsa, SP bilhassa yönetici elitleri bakımından daha erkenden (1988’den itibaren) bir sağa kayışı temsil eder olmuştur. (Esasen SP’yi, 1920’de komünist hareketle büyük ayrışması sonrasında gerçek anlamda sosyalist bir parti saymak da mümkün değildir). Ama 1970’lere kadar FKP’nin gölgesinde kalan, 1980’lerde gene FKP desteğiyle ve onun erimesiyle bir çıkış yakalayabilen SP’nin son onyıldaki nicel erimesi çok daha dramatiktir. 2007 ve 2012 cumhurbaşkanlığı seçimlerde hâlâ ikinci tura kalabilecek adaylar çıkarabilen ve bunlardan ikincisinde başarı da elde edebilen SP’nin 2017 seçimlerindeki adayı yüzde 6,4 oy alabilmiş, son 2022 seçiminde ise yüzde 1,74’te kalmıştır. Bu, bir erimeden hatta tükenmeden daha fazlasıdır, bir silinmedir.

Nöbeti 2017’de devralan Macron ise artık “sol” taklidi bile yapmayan, “ne sağdayım ne soldayım” diyerek sözde “merkezde” konumlanan ama aslında düpedüz merkez-sağda yer alan neoliberal bir siyasetçidir. Fransız sağının ve solunun çökmesinin yarattığı boşluğu ve ırkçı sağa karşı olan Cumhuriyetçi-sol cephenin ikinci turda adaysız kalmasını fırsata çevirerek siyasetin tepelerine tutunabilmiştir. Ancak net bir sınıfsal tabanı yoktur ve 2022 seçimlerini ikinci turda alabilse dahi (ki bunun da garantisi yoktur), sermayenin yeni arayışlara yönelmesinin bütün koşulları oluşmuş durumdadır. Bu arayışlar içinde ırkçı/milliyetçi/faşist sağın da artık mümkün bir seçenek olarak sermayenin radarına girmiş olduğunun altını çizebiliriz.

Üçüncü kırılma: Geleneksel sağdan faşist sağa

Fransız sağı, 1936 ve 1945/46 istisnaları dışında, 1981’e kadar sürekli olarak iktidarı sağ-içi koalisyonlarla elinde tutmuştur. Gaulliste ve cumhuriyetçi kanatları da olan Fransız sağı, bu uzun dönem boyunca iktidarı FKP’ye kaptırmamak için iki turlu dar bölge çoğunluk sistemini bir siyasi manivela olarak kullanmıştır. Öyle ki, FKP aldığı oy oranlarının çok altında oranlarda milletvekili çıkarabilmiştir. Bazı seçimler özellikle ibretliktir: 1958 seçimlerinde yüzde 19 oy alan FKP 579 milletvekilinden sadece 10’unu alabilmiştir; temsil oranı yüzde 1,7’dir! 1962’de oy oranı yüzde 21,8, Meclis’te temsil oranı yüzde 8,5’tir; 1968’de ise oy oranı yüzde 20, milletvekili oranı yüzde 7’dir. Fransız sağı bu oy hırsızlığından hiç vazgeçmek istememiş, nisbi temsile geçiş taleplerine karşı hep direnmiştir. Son seçimlerde Mélenchon’un vaatlerinden biri de nisbi temsil sistemine geçmekti…

1981-94 döneminde iktidarı “sola” kaptıran Fransız sağı, bunun rövanşını 1995-2012 arasında Chirac-Sarkozy dönemleriyle alabilmişti. Ancak 2017 ve 2022 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci tura kalabilecek bir aday bile çıkaramamış olması, geleneksel Fransız sağının hızlı çöküşüne karşılık gelmektedir. 2017’de merkez-sağ adına çıkan iki adayın ilk turdaki toplam oyu hâlâ 24,71 iken, 10 Nisan 2022 seçimlerindeki iki adayın toplam oyu 6,84’ten ibarettir! (Salt “Cumhuriyetçiler”in oy oranı 2017’de yüzde 20’den 2022’de yüzde 4,78’e gerilemiştir!).

Peki, geleneksel sağdaki ve soldaki bu erimelerin yerini hangi hareketler aldı? İlk sırada Macron’un partisi olsa da onu geçici bir hareket olarak düşünmek doğru olur. Oysa Fransa’da sağın çok daha sağa kaydığını gösteren seçim sonuçları son iki seçime özgü değildir, 1988’den itibaren alınmaktadır. J.M. Le Pen’in Milli Cephe’si, 1988 ve 1995 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 15 civarında oy aldıktan sonra, 2002’de ilk turdaki yüzde 16,86’lık oyuyla ikinci tura kalabilmişti. (J. Chirac ikinci tur tarihinin en yüksek oranı olan yüzde 82,2 ile seçilmişti). 2007 seçimlerindeki düşüşten sonra Le Pen 2012’de yüzde 17,9 almış, 2017 ve 2022’de de sırasıyla yüzde 21,3 ve yüzde 23,15 alarak ikinci tura kalmayı başarmıştır. Üstelik 2017’de sahnede faşist sağı temsilen sadece Le Pen bulunurken, son seçimde ona Zemmour da yüzde 7,07 oy oranıyla eşlik etmiştir. Başka deyişle, ırkçı sağın oy oranı 2017’de yüzde 21,3’ten 2022’de yüzde 30,22’ye fırlamıştır. Hafife alınacak bir durum değildir. Üstelik bu faşist hareketlerin oy devşirdikleri alan sadece geleneksel sağın oturduğu siyasi taban değildir; bir zamanlar sola oy veren işçi/emekçi kesimler önemli ölçüde milliyetçi/yabancı düşmanı sloganların çekim alanına girmişlerdir.

24 Nisan’da yapılacak ikinci tur seçimlerde Le Pen’in iktidar koltuğundan uzak tutulması, Macron’un elle tutulur yanı olmamasına rağmen önem taşıyacaktır. Şimdiye kadar Fransa’da milletvekili seçimlerinde bile Le Pen hareketinin adaylarına ikinci turda geçit verilmemiştir. Bu zorunluluk bir kez daha kendini dayatmış görünüyor. Bu, Le Pen’in cumhurbaşkanlığı seçimlerinde üçüncü kez ikinci tura kalışıdır. İlkinde, 2002’de, yüzde 17,79 ile tam bir hezimete uğratılmış, 2017’de yüzde 33,90’da tutulabilmişti. Önümüzdeki ikinci tur seçimlerinde ilk kez yüzde 40 eşiğini aşması artık kesin gibidir. Bunda, Macron’un şimdiye kadar sermayeyi “sansürsüz” kollayan politikalarının da azımsanmayacak etkisi olacaktır. Yani sol emekçi kesimlerin Macron’a oy vermeye ellerinin gitmemesi çok da anlaşılamaz bir şey değildir. Ama gene de fırsatçı Macron’un şansı daha yüksek olacaktır.

fransa-da-siyasi-dengelerin-tarihsel-donusumu-1004593-1.
Fransa Başkanlık Seçimleri’nde ikinci tura aşırı sağcı Marine Le Pen ve Emmanuel Macron kaldı.



“Boyun Eğmeyen Fransa”: Nereye kadar?

Bu toplu gerileme sürecinde Şubat 2016’da kurulan “Boyun Eğmeyen Fransa” (BEF) hareketi bir umut olabilir mi?

J.L. Mélenchon, üçüncü kez cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmuştur. İlki 2012’de “Sol Cephe” adına, son ikisi de BEF hareketi adına gerçekleşmiştir. Mélenchon’un aldığı oylar 2012’de yüzde 11,1 iken 2017’de yüzde 19,58 olmuştu ve Le Pen’e karşı gene az farkla ikinci tur fırsatını kaçırmıştı. 2017’de bunu şöyle değerlendirmiştik: “İkinci tura Fransız Komünist Partisi’nin de dâhil olduğu “Boyun Eğmeyen Fransa” Hareketi’nin temsilcisi Jean-Luc Mélenchon’un kalmasının bir “kâbus senaryosu” olarak sabah-akşam (Türkiye dâhil!) medyada işlenmesi boşuna değildi”. (Bkz. O. Oyan, “Fransa’dan Türkiye’ye Sahte İyimserlikler”, Sol Gazete, 25 Nisan 2017).

2022’de ise Mélenchon’un ilk turdaki oyu yüzde 21,95 olmuştur. Ama dikkat: 2017’de FKP de Mélenchon’u desteklerken, 2022’de ayrı aday çıkarmış ve Fabien Roussel oyların yüzde 2,28’ini alabilmiştir. Dolayısıyla, doğru bir karşılaştırma yapılmak istenirse, 2017’deki yüzde 19,58 oranındaki oyun aslında 2022’de toplamda yüzde 24,23’e yükselmiş olduğu görülecektir. Eğer FKP bu son seçimde de BEF’in adayına destek veriyor olsaydı, ikinci tura Le Pen yerine Mélenchon’un kalması kesin olacaktı.

FKP’nin kararına ilişkin değerlendirmemiz şöyledir: FKP’nin 2017’deki tavrını sürdürmüş olması hem kendisi hem de Fransa halkı açısından kritik bir öneme sahipti. 2017’deki koşullar 2022’de fazlasıyla geçerliydi; üstelik bu defa faşist sağın yükselişi daha görünürdü, solda da kitleler daha fazla hareketlenmişti. Dolayısıyla, Fransız seçmenini Macron ile Le Pen arasında bir “kırk katır mı kırk satır mı?” tercihsizliğine mahkûm etmemek, ciddi bir siyasi sorumluluktu. Le Pen’in son beş seçimde üçüncü kez ikinci tura kaldığı düşünülürse, bunu Fransız seçmeninin 21. yüzyılda bir türlü aşamadığı bir paradoks olmaktan çıkarmak gerekirdi. Bu seçeneksizlik Fransa’nın bir kaderi olmayabilirdi… (Aynı eleştiri yüzde 1,74 oranında kalan SP adayı için de yapılabilir ama SP’yi o kadar ciddiye alamıyoruz).

FKP’nin tavrının bir diğer açmazı da, ilk tur sonuçları belli olduktan sonra Roussel’in, ”Le Pen’in iktidarı almasına asla izin verilmemeli” sözleriyle kendi seçmenlerini de Macron’a oy vermeye çağırmasıydı. Mélenchon’u desteklemeyip Macron’a pür telaş destek atmak FKP açısından hafife alınacak bir çelişki olmamalı. Üstelik, Mélenchon’un programının bazı bakımlardan FKP’ninkinin bile ilerisinde olduğu hesaba katılırsa!

Aslında “Boyun Eğmeyen Fransa” Hareketi, İngiltere’de Corbyn’in, ABD’de Sanders’in programlarıyla kıyaslanamayacak ölçüde sol bir programa sahipti. Belki de Fransa’da solun bu yeni tür yükselişi Fransa siyaseti açısından dördüncü ve umut verici bir kırılma olarak kaydedilebilir…

***

Son olarak, ‘sandığa gitmeyenler ile gidip de boş oy kullananlar Fransa’nın en büyük partisidir’ türünden yorumların ne kadar ciddiye alınabilir olduğuna kısaca değinelim. Fransa ve birçok Avrupa ülkesinde seçimlere katılım oranı genelde Türkiye’den düşüktür ve düşme eğiliminin başlangıcı da epey eskilere gitmektedir. Dolayısıyla tek bir seçim sonucuna bakıp büyük iddialarda bulunmak yanlış bir tutumdur. 21. yüzyılda Fransa’da yapılan beş başkanlık seçiminin ilk turlarına bakıldığında, en düşük katılım oranı yüzde 71,6 ile 2002’dedir. 2022’deki yüzde 73,7 düzeyindeki katılım oranı 2017’deki yüzde 77,8 oranına göre biraz düşük sayılsa da Batı Avrupa standartlarında bayağı iyi bir skordur. Kullanılan oyların yüzde 97,8’i geçerliyken geçersiz ve boş oylar üzerinden de büyük sonuçlar çıkarılamaz. Gerçi ikinci turda bilinçli boş oy kullanımının artması beklenebilir ama sonuçları etkileyebilecek düzeyde olması güçtür.
Sonuç

Ukrayna savaşının iktidardaki siyasetlerin lehine bir konjonktür yarattığını; Macron’un da tıpkı Orban gibi bundan yararlandığını (ve yararlanacağını) dikkate almak gerekir. Erdoğan’ın da hem içerdeki ekonomik çöküntünün bahanesini bulmak hem de “uluslararası etkin figür” ve “ABD, AB ve NATO’nun vazgeçilmezi” rolünü oynamak bakımından bunu fırsata dönüştüreceğini hesaba katmak gerekir.

Avrupa’nın ayrıksı örneği olarak görülen Fransız siyaseti neoliberalizmin her şeyi homojenleştiren/düzleştiren kalıbına dökülerek sıradanlaşmıştır. Ama umutları canlı tutmak için nedenler vardır. Fransa halkının laik temeli ve sağ hegemonyalara karşı direniş pratiği, bugün için göz boyama ve aldatmalarla yer kapan faşist hareketleri geriletebilecek potansiyeli içinde taşımaktadır.