İçişleri Bakanı Darmanin tehdit ettikçe, eylemlere katılan insan sayısı artıyor. ’68’de olduğu gibi, sloganlar artık berraklaşıyor: Güzellik sokaktadır!

Fransa: Emekçiye hayat, iktidara kaos
Fransa'da milyonlar yeni emeklilik yasası için sokağa çıktı. (Fotoğraf: DepoPhotos)

Nurullah Yıldız

Fransa’da neoliberal politikaların yılmaz savunucu Macron görevini sürdürüyor; burjuvazinin temsiliyetini güvence altına alarak kapitalist sermayenin güvenini sağlamaya çalışıyor. Evet, Emmanuel Macron bunu söylemekten asla çekinmeyen bir figür olarak burjuvazinin Cumhurbaşkanı’dır. Görevi sınıfların kavgasında, bir sınıfın diğer sınıfa tahakkümünü yasalar çerçevesinde güvenceye almaktır! Güven altında sürdürülen şiddet ve saldırı, burjuvazi cephesinden emekçiler tarafına gerçekleştirilen bitmek tükenmek bilmez bir öfkenin tezahürüdür.


Macron hükümeti kendi görevini yerine getirmek için emeklilik yaşını 62’den 64’e çıkarttı. Hem de tüm yasal ihlalleri göze alarak. Fakat bu yasa henüz tartışmaya girmişken yükselen itirazları görmezden gelirken, emeklilik yaşını 2 yıllık artırmakla kalmadı, Paris sokaklarını görkemli bir direniş sahnesine de çevirmiş oldu. Çünkü Macron bu yasayı “daha tatmin edici pirimler, ikramiyelerdeki artışlar, çalışma hayatında 2 yıl fazladan kalmanın getireceği şahane bonuslar” olarak pazarlarken, işçi sınıfı içerisinde herhangi bir sektörde böylesine vahşi ilerleyişe katkıda bulunmak amacıyla işine 2 yıl fazladan devam etmek isteyen milyonlar yoktu. Bunu hükümet olarak anladıklarında, derhal 49.3 maddesini kullandılar. Tüm dünyaca tanınan Paris Direniş Kültürü yine tarihin kendisine tanıdığı bu şansı es geçmedi. Sokaklar ateşe verildi, polis araçları yakıldı, Black Blok banka vitrinlerini tuz buz etti. Paris halkı kendisine yapılan ortayı göğsünde yumuşattı ve emekçilere son vuruşu gerçekleştirsin diye pası yolladı. Şimdi sıra direnişte, sıra daha fazla kazanımda!

Emeklilik Yasası

Binlerce yıl insanlar tüm yaşamları boyunca çalışmak zorunda kaldılar. Geçimini yaşlılığından ya da hastalığından dolayı sağlayamayan kişiler için sadece aile ya da konu komşu yardımları mevcuttu. Emeklilik maaşı adı altında olmasa da ilk olarak bazı toplumsal gruplar, askerler ya da donanmada çalışanlar ilerleyen yaşlarında çalışmadıkları halde maaşa bağlandılar. 1853’e gelindiğinde, Avrupa’da devlet kadrolarında çalışan memurlar için emeklilik maaşından bahsedilmeye başlandı.

Alman Şansölyesi Otto von Bismark ise “çalışan herkes için emeklilik” sistemini yaratmak istedi. Böylece isçiler de kendilerinden önce bazı güvenceler kazanan memurlar gibi artık çalışamaz hale geldiklerinde maaş alabileceklerdi. Bu yasayı işçi ve işveren temsilcilerinden önce kendi ekibiyle görüşen Bismarck’a emeklilik yaşının 65 olması önerisi yapılmasına rağmen, emeklilik yaşı 70 olarak belirlendi. Böylece yazılı ilk emeklilik yasası 1889 yılında Almanya’da yürürlüğe girdi. Madenler ve fabrikalarda yoğun saatler çalıştıkları için genç yaşta ölme riskiyle karşı karşıya olan işçiler ya da yaşamına fiziksel bir engelle devam etmek zorundaki işçiler ise rapor alabildikleri ölçüde 60 yaşından sonra maaşa bağlanabilecekti. Nitekim Bismarck’ın sosyal politikaları kapsamında 1883 yılında hastalık sigortası, 1884 yılında iş kazası sigortası ve 1889 tarihli sakatlık ve yaşlılık sigortaları kabul edildi ve Sosyal Güvenlik Yasası bazı işçi haklarını güvenceye alarak 1889 yılında yürürlüğe girdi.

Macron’un reformu

Macron, Başbakanı Elisabeth Borne’dan bu yasayı derhal yürürlüğe sokmak için plan yapmasını istedi. Yapılan kamuoyu yoklamalarında, hem halkın 3/2’si hem de Ulusal Meclis’in büyük çoğunluğu yasaya hayır demeye hazırlanıyordu. Bu nedenle meclis baypas edildi ve 49.3 yasasından alınan güçle, Emeklilik Yasası doğrudan yürürlüğe sokuldu.

Aslında Başbakan Elisabeth Borne uzun zamandır beklenen ve kademeli olarak yükselecek yasal emeklilik yaşını 2030 yılında 64’e çıkaracak yasayı kamuoyu ile paylaştığında, Macron’un “Fransılar daha fazla calışmalı” söylemi akıllara gelmişti. Macron bu konuda şaka yapmıyor, Fransa’da çalışma yaşının çok düşük olduğunu düşünüyordu. Hükümetin önerdiği yasayla beraber tam emeklilik için 2035 yerine 2027’den itibaren 43 yıl çalışmış olmak gerekecek. Yani vatandaşların tam emekli maaşı alabilmesi için 2027 yılı itibarıyla 43 yıl çalışmış olması şartı getirilecek.

Borne, Emeklilik Yasası’nın oylama olmaksızın yürürlüğe gireceğini açıkladığında, Ulusal Meclis’önü önü, Meclis’in içi, Fransa’nın tüm sokakları insan kalabalığıyla dolmuştu bile. Sol grup hükümet hakkında derhal bir gensoru önergesi verdi. Hükümet çok az bir farkla güvenoyu aldı; lakin sokak hâlâ güvensizdi! Güvensizliğin nedeni ise halkın temsiliyetini hiçe sayarak kendi ekonomik çıkarını düşünen patronların çağrılarına kulak veren Macron’a olan öfkeydi.

Güvensizlik belki onların yasanın adına sosyal güvenlik demeleriyle başlamıştı! Güvenlik olarak ele aldıkları sosyal haklar, işçi sınıfı tarafından alınteriyle kazanılmış fakat patronlar ve hükümet arasında gerçekleşen birkaç toplantı sonrası değişime açık olan sosyal sigortaydı. Fakat kendi hakkı olan emeklilik yaşını yükseltmek ya da maaşını düşürmek, işçinin izni olmadan yapılıyorsa zorbalıktır; gasptır. Bu gasp karşısında sınıfın cevabı grevdir!

Belki de ’68’den beri ilk defa Fransa’daki tüm sendikalar oybirliğiyle kesintisiz eylem ve genel grev kararı aldılar. İlk genel grev 23 Mart tarihinde gerçekleşti. Aynı gün Macron hükümetini acil koduyla toplantıya çağırdı. Hükümet ve Macron, tüm sendikaların eylem kararına rağmen geri adım atmayacaklarını açıkladı. Macron’un bu açıklaması başta sendikalar, memurlar, siyasi partiler ve öğrenciler olmak üzere toplumun tüm kesimleri tarafından “yapmacık, kibirli ve ukalaca” diye nitelendirildi. Öğrenciler perşembe günü tüm sendikaların yanında yer aldı. İsçiler, memurlar, tüm Paris neredeyse sokaktaydı. Sendikalara göre sadece Paris’te yarım milyon eylemci yer almıştı.

Fransız sağcı basınıysa hiç gecikmeden Black Blok eylemcilerini kaos için örgütlenmekle suçladı. Bu grubu siyah maske takarak illegal eylem yapmakla suçladılar ve sayıları çok olmayan bu grubun tüm eylemciler kadar kalabalık olduğunu iddia ettiler. Günlerce tek bir görüntü altında tartışmalar yürütüldü. Bu görüntü bir alışveriş mağazasının ateşe verilmesi ve bir kadının Fransa Kralı 16. Louis’nin idam edildiği giyotin maketi taşımasıydı. Oysa çevik kuvvet polisinin içinde kaskında numarası bulunmayan, siyah giyinmiş kar maskeli kişilerin de göstericilere saldırdığı görüntüler mevcuttu.

Burjuvazinin temsilcisi Macron, kendisi adına çalışan basının “şiddet eylemleri” asparagasına rağmen tüm kesimler tarafından kaosun sembolü olarak nitelendirildi. Boyun Eğmeyen Fransa’dan Mélenchon ise Macron’u “otoriter sürüklenmeyle halkı sağcı politikalara mahkûm etmek istiyor,” diye niteledi.

Macron, temsilciliğini yaptığı neoliberal politikalar gereği burjuvazinin servetini artırmasını garanti altına alabilmek için, Fransa ve işçi sınıfına neye mal olursa olsun, işçi sınıfının kazancını kısmayı deniyor. Kapitalizmin kendi krizini yine emekçilerden çalarak kapatma isteğinin bir biçimini Fransa’da görüyoruz. Emeklilik hakkı elinden alınmak istenen işçi sınıfı geri adım atmamaya kararlı; Macron karşısında tarihten aldığı güçle ilerliyor. Bugün Paris sokaklarında ’68 Mayısı havası eserken, tüm eylemciler ’68 hakkında konuşmayı sürdürüyor. Hiç kimse bu eylemliklerin bir devrime çıkacağını sanmıyor fakat yeni bir ’68 için herkes “on est là” (buradayız) diye bağırıyor.

Emeklilik Yasası karşıtı gösterilerde nasıl hareket edeceğini bilmediği için eleştirilen ve hemen hemen her tür gösteride şiddet uygulayan polis, geçtiğimiz hafta gerçekleşen su rezervi eyleminde de aşırı güç kullandı. Sainte-Soline’de gerçekleşen çevrecilerin eylemi esnasında ağır yaralanan 2 kişi yoğun bakıma kaldırıldı. Bu çevreci eyleme bile yapılan tahammülsüzlük Macron hükümetinin artık tamamen şiddet odaklı bir politika izleyeceğini gösteriyor.

Ortada bir siyasal kriz olarak beliren Emeklilik Yasası varken, her demokratik eylem bir şiddet alanına dönüşüyor. Macron ülkesini nasıl yöneteceğini bilmiyor. Polis şiddeti arttıkça dayanışma büyüyor. İçişleri Bakanı Darmanin tehdit ettikçe, eylemlere katılan insan sayısı artıyor. ’68’de olduğu gibi, sloganlar artık berraklaşıyor: Güzellik sokaktadır! (La beauté est dans la rue). Tıpkı ’68 Mayısında olduğu gibi; âşıklar kahvelerini yudumlarken direniş sokak aralarında sürüyor. Bertolucci’nin filmi Innocents’da (Düşler, Tutkular ve Suçlar) gördüğümüz gibi, belki sıcak evlerinde sabahlayan gençler de pencerelerinden içeri girecek bir fişeğin kendisini direnişe çağırmasını bekliyor; belki de Avrupa’da yeniden yola çıkacak olan bir heyula, yeni bir işareti Fransız işçi sınıfı sayesinde görmeyi düşlüyor.