Bu haftanın konusuna geçmeden önce bir saptama yapmak istiyorum. Geçtiğimiz iki haftayı Türkiye’de soluklanarak geçirdim...

Bu haftanın konusuna geçmeden önce bir saptama yapmak istiyorum. Geçtiğimiz iki haftayı Türkiye’de soluklanarak geçirdim. Her gün çeşitli gazeteleri merakla okudum, birçoğunun güncel konular hakkındaki ağız birliğini yadırgadım, ama en çok da “Dış Haber” veya “Dünya” sayfaları adlandırılan kısacık bölümlerde evrenin dört bir yanından haberleri değil de yine “devlet büyüklerinin” dünyayı fetih haberlerinin yer almasına şaştım kaldım. Birçok gazete diğer ülkelerde olan biteni aktarmayı bırakmış, kendi göbek deliğinin ötesini zaten göremeyen zihniyetin çığırtkanı olmuş. Buraların medyalarında bu şanlı büyüklerimizin esamisi okunmaz, kısa haber konusu bile olmazken, kendi borusunu öttürerek dünyanın seslerini bu denli susturmak ancak “ileri demokrasilerde” olur herhalde...

Atlanan önemli haberlerden biri Fransa’daki tarihi bir gelişme. Fransız demokrasisinden Meclis’le birlikte sorumlu kurumu Senato’da yer alacak yeni üyeler 24 Eylül’de seçildi. Ve 1958’de başlayan 5. Cumhuriyet tarihinde ilk kez Senato’da çoğunluk sola geçti. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine 7 ay kala bu sonuç iktidar partisi ve Sarkozy için gerçek bir uyarı niteliğinde.

Fransa’da senato seçimleri doğrudan halk oyuyla yapılmıyor. Bir nevi “vekillerin vekilleri seçmesi” sistemiyle, yani halk oyuyla seçilen “büyük seçmen”lerin oylarıyla belirleniyor. Bu büyük seçmenleri, her bölgenin milletvekilleri, bölge ve yerel idare yöneticileri, yüzde 95 oranında da belediye meclis üyeleri oluşturuyor. Yani halkın seçtikleri halk adına senatörleri seçiyor.

İşte bu yerel halk temsilcileri, yıllardır senatoda çoğunluğu elden bırakmayan sağa kuvvetli bir mesaj göndererek mutlak çoğunluğun sola geçmesini sağladı. 24 Eylül seçimlerinde 170 senatör koltuğu boşalmışken, bunların 95’ini sol adaylar doldurdu. Böylece senatodaki toplam 348 koltuğun 177’si Sosyalist, Komünist, Yeşiller, Radikal Sol ve çeşitli sol partilerin oluşturduğu sol kanada geçti. 5. Cumhuriyet’in ilk Senato başkanı Demokratik Sol Parti senatörü Gaston Monnerville on yıl boyunca bu görevi üstlenmişti. Ancak sol partiler bu görevi sırasında çoğunlukta değildi. Solun bu yeni seçilen mutlak çoğunluğu sayesinde, 1 Ekim’deki Senato başkanlığı seçimlerini Sosyalist senatör Jean-Pierre Bel açık farkla kazandı.

Senato seçimlerinin önemi, ülkenin genel siyasi gidişatının nabzını tutmasında. Son yıllarda solun yerel ve bölgesel seçimlerdeki başarısının bir izdüşümü olarak algılanabilir. Öte yandan, Sarkozy’nin ve iktidarın sürdürdüğü yerel yönetim reformuna ve diğer reformlara halkın tüm katmanlarından gelen tepkinin de göstergesi. Öte yandan, yasaların Meclis’ten sonra Senato’dan da oylanmasını öngören Fransız yasama sisteminde Sarkozizm’in iyice zorlanacağının habercisi.

En önemlisi, bu sonuçların sembolik değeri. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine sadece aylar kalmışken sağ ve Sarkozy’ye yöneltilmiş bir darbe niteliği taşıyor. Senato sola geçiyorsa, ülkenin genelinin aynı tarafa yönlendiği anlamına çıkartılabilir. Yeni Senato başkanını ilk kutlayanlar elbette Sosyalistlerin cumhurbaşkanlığı aday adaylarıydı. Martine Aubry, François Hollande ve diğerleri, aday adaylarından Hollande’ı desteklediğini daha önce açıklayan Jean-Pierre Bel’i bizzat kutlamaya gelirken, haklı başarıdan nasiplenmek için yarışıyorlardı. Ne de olsa Sosyalist Parti Cumhurbaşkanlığı adayını belirleyecek ön seçimlere birkaç gün kala, ülke gündemi 9 ve 16 Ekim’e odaklandı.

2012 cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerden önceki bu son önemli siyasi dönemeçten çıkan olumlu rüzgarlar, solun, özellikle seçilecek Sosyalist aday için elbette olumlu bir haberci. Ancak iç çekişmeleri ve düzeysiz polemikleri bir kenara bırakarak, somut önerileri ve politikaları halka anlatabilmek kaydıyla. Haftaya Sosyalist adayı belirleyecek ön seçimin ilk turundan sonra buluşmak üzere...