İyi anlaşırız, ortak dilimiz İngilizce. Benimki, yarı zamanlı dil kurslarında ne kadar öğrenebilmişsen işte o kadar. Çat pat İngilizcemle sıkıştığımda, hiç derdim değil, bilemediğim sözcüğün Türkçesini kullanıveririm. Arada bir, o da anadili Almancasını sokuşturur araya. Sorun yaşamayız. Ama öyle midir acaba? Yer yer düşünürüm, biz birbirimizi anladığımızı mı sanıyoruz yoksa gerçekten mi anlıyoruz? Ne bileyim, yerine belki tam oturtamadığınız bir sözcük yaşamsal denli önemlidir, demek istediğinizin tam karşılığı olamayabilir. Geçen ayki görüşmemizde “We are going to...” derken dondum kaldım, “seçim”in İngilizcesi aklıma gelmeyince, yapıştırıverdim Türkçesini. Ancak o hemen girdi devreye “haaa, siz gidiyor election...” “Hay çok yaşa, election in Turkey!” diyorum. “Yes, again and again, evtt yendeen...” diyor. Harflerin kimilerini uzatıyor kimilerini kısaltıyor, söyleyişini düzeltemedi bunca zamandır. Birileri de demez mi, “Bu adam yıllardır Türkiye’de, gazeteci kılıklı casus, ne görüşüyorsun o ajanla!” 30 yıldır daha doğru dürüst Türkçeyi sökememişse nasıl ajan yaparlar yeteneksiz bir adamı? İşi kimi Almanya’daki basın kuruluşlarına bilgiler aktarmak buradan o kadar. Ayrıca bilmez miyim, safın teki. Kapıma geldi dayandı geçenlerde üzgün süzgün, “Başıma bir iş gelir mi?” diye. Sorduğu TV’lerin, gazetelerin kapanması üzerine. “Where is the freedom Mr.? Ha, neerdee Mr.?..” Bu ülkeyi benim kadar bilir, dediğine bak “Özgürlük nerede?” Ben de bunun üzerine yani bunca yıllık dostluğumuz da var, popomu gösterip özgürlük lafına, “I am laughing... kıçımla” diyorum. Sanıyorum ki o da gülecek. Buz gibi bakıyor. Avrupalı ne de olsa benim gibi kaşarlanmamış. Kızarak “don’t don’t do this,” diyor, “ this is...” Ben araya girip “ this is a book” diyemiyorum artık tabii, o daha bir rezilliğin daniskası... Ay bir sululuk var ki üstümde! “Yes this is very serious...” Ama ciddiyetten söz edecekken benim makaraları koyvermemek için dişlerimi sıkışımı, yüz kaslarımın gözlerimin fıldır fıldır oynayışını fark ediyor ki iflah olmam ben, “oh shit” diyor ve gidiyor... Gidi(yor) dediysem çekmiş gitmiş bile Mr. Aradığımda, “O Almanya’da” dedi ortak bir arkadaş. “Aralıklarla gider memleketine sonra gelir” dedim ben de. “Yok” dedi, “tası tarağı toplamış temelli gitmiş bu kez!” “Son olanlardan sonra mı?” dedim. “Sanırım” dedi, “bana bir şey olursa diye...” “Off yaa” dedim, “ona soracaklarım vardı, dış basını bizden iyi bilir.” “Neyi soracaktın?” “Şu, Saray’a Mektubu: ‘Dünyanın önde gelen gazete ve haber sitelerinden 50’yi aşkın genel yayın yönetmeni, Cumhurbaşkanı’na mektup yazarak ‘Türkiye’de basın özgürlüğünün giderek kötüleşmesine ilişkin derin endişelerini’ iletti. Yüzün üzerinde ülkede 35 bini aşkın yayıncıyı temsil eden kuruluşlar, son iki ayda Türkiye’deki yayın organları ve gazetecileri hedef alan saldırıların ‘alarm verici boyutlara’ ulaştığı belirtildi... İşte bu haberi nasıl yorumladığını ve sonra seçimi ve seçim sonrasını falan soracaktım... Ne var ki... Vay Mr. yaa, çektin gittin haa... Bakalım biz n’apacağız buralarda?!