Geçmişte enflasyonun bugünkü gibi yüzde 50’leri aştığı dönemlerde borçlanarak ayakta kalmaya çalışma tuzakları böylesine genişlemiş değildi. Korkarım ki bu enstrümanlar felaketi geciktirmekten başka bir işe yaramayacak.

Fren patladı

Türkiye hiperenflasyona doğru hızla yol alıyor. TÜİK’in pek de inandırıcı bulunmayan verileri uyarınca bile tüketici fiyatları mart ayında yüzde 5,46, yıllık ise yüzde 61,14 arttı. Eylül 2021’de açıklanan, henüz bir revizyon yapılmayan Orta Vadeli Program’a göre 2022 yılında yüzde 9,8’lik bir tüketici enflasyonu bekleniyordu. Hâlbuki henüz yılın ilk üç ayındaki enflasyon yüzde 22,81’i buldu. Bir karşılaştırma yapmak açısından, yüksek enflasyondan şikayet ettiğimiz 2020’nin ilk üç ayındaki fiyat artışları yüzde 2,29, 2021’de yüzde 3,71’di.

Yurtiçi üretici fiyatları da (Yİ-ÜFE) aylık yüzde 9,19, yıllık yüzde 114,97 artış gösterdi. Bu fiyat sıçramasında elbette savaş nedeniyle enerji ve emtia fiyatlarındaki ani yükselişin, daha öncesinde pandemiyle ortaya çıkan tedarik zincirlerindeki aksamaların da payı var. Ancak asıl neden, başta Merkez Bankası politika faizlerini yüzde 14’te tutma inadı gelmek üzere, ülkemizde uygulanan mantıksız ve sorumsuz ekonomi politikalarıdır. Öyle absürt bir durumla karşı karşıyayız ki; tüketici fiyatları yüzde 61,14 ile rekor kırarken, üretici fiyatları ile tüketici fiyatları arasındaki farkı gösteren makas da yüzde 53,83 ile zirveye ulaşıyor. Bu da önümüzdeki dönemde tüketici fiyatları enflasyonunun daha da yükseleceğinin kanıtı oluyor.

Hükümet kurnazlıkla zamları ayın ilk gününe yığarak bir önce ayın enflasyonunu düşük çıkarmaya çalışıyor. Şimdiden kırmızı ete yüzde 10, şekere yüzde 31,Türk Telekom’un internet hizmetlerine yüzde 67 (1 Haziran`dan itibaren), konutlarda kullanılan doğalgaza yüzde 35 zam yapıldı. Böylelikle nisan ayı enflasyonunun da yüksek çıkacağı çok önceden anlaşılmış oldu. Bu zamlar diğer fiyatları da kaldıraç etkisiyle yukarı çekiyor. Örneğin, kırmızı ete yapılan zam sırf kasaptan aldığınız etle sınırlı kalmayıp, lokanta tarifelerine, tüm et mamullerine de yansıyor.

fren-patladi-999324-1.



Hissedilen neden Daha Yüksek?

Tüketim sepetinin yüzde 60,22’sini yüzde 25,32’si gıda ve alkolsüz içecekler, yüzde 14,12’si konut, yüzde 16,80’i ulaştırma olmak üzere zorunlu ihtiyaçlar oluşturuyor. Bu oran alt gelir gruplarında daha da yükseliyor. Çünkü yoksullar ellerine geçen parayla yiyecek alıyor, işe gitmek için zorunlu olarak ulaştırma maliyetine katlanıyor, kiradan da kaçamadığı için konut giderine para ayırıyor. Böylelikle eğitime, eğlence ve kültüre harcayacak paraları kalmıyor. Zaten o harcama gruplarında fiyat artışları biraz daha sınırlı kalıyor.

Nitekim ana harcama gruplarına göz attığımızda, gıdada yıllık artışın yüzde 70,33, ulaştırmada yüzde 99,12 ile ortalamadan daha yüksek seyrettiğini görüyoruz. Konuttaki artış yüzde 51,43’de kalsa da, bu oran her aile açısından tabloyu tam yansıtmıyor. Çünkü konutun yüzde 14,12’lik ağırlığının yüzde 4,44’ünü kira ödemeleri oluşturuyor. Kirası yüzde 80 artan bir asgari ücretli ile kendi evinde oturan orta üst gelir grubu bir kişinin ortalaması sınırlı bir anlam taşıyor.

Benzer çıkarsamaları gıda ve ulaştırma için de yapabiliriz. Örneğin, mart ayında kuru soğan fiyatları yüzde 20,56, beyaz lahana ise yüzde 17,10 artış göstermiş. Gıda sepetinde antepfıstığı, pasta, bal (hele bir de kestane balı olursa!) yoksulların kolaylıkla uzanamadığı kalemler bulunuyor. Mart ayında domatesin yüzde 9,91, salatalığın yüzde 3,10 düştüğü açıklandı. Bu istatistiği gerçek kabul etsek dahi, kış aylarında dar gelirlinin sofrasına domates, salatalık koyacak gücü bulunmayabilir.

Tüketici Borç Batağında

Daha bugünden yılbaşındaki ücret artışları erimiş durumda. İnsanlar ister istemez enflasyonun önümüzdeki aylarda daha da yükseleceği korkusuyla, ellerindeki nakitle, kredi kartlarına yüklenerek veya ihtiyaç kredilerine sarılarak ayakta kalmaya çalışıyorlar. Geçmişte enflasyonun bugünkü gibi yüzde 50’leri aştığı dönemlerde finansallaşma bu ölçüde yaygınlaşmış, borçlanarak ayakta kalmaya çalışma olanakları (tuzakları!) böylesine genişlemiş değildi. Korkarım ki bu finansal enstrümanlar felaketi geciktirmekten, yurttaşa sonra daha ağır bir travma yaşatmaktan başka bir işe yaramayacak.

Şu anda kredi kartı harcamaları 330 milyar TL’ye, tüketici kredileri 756 milyar TL’ye ulaşmış durumda. Tasfiye olunacak kredi kartları 9 milyar TL, tüketici kredileri ise 19.9 milyar TL. 2021 sonu itibarıyla borcunu ödememiş gerçek kişi sayısı 1 yıl öncesine göre yüzde 14,7 artışla 1 milyon 704 bine varmıştı.
Ne yazık ki doludizgin bir enflasyon eşliğinde hızla yoksullaşmaya, hatta açlığa doğru bir gidiş var. Gelgelelim sorunu kavramaktan uzak,Cumhurbaşkanının bu dönemde, “Dünya işsizlik tehdidiyle kıvranırken biz istihdam ve ihracatımızla emin adımlarla ilerliyoruz” diye demeçler verebildiği bir zihniyet tarafından yönetiliyoruz.

Son olarak önemli bulduğum bir noktayı vurgulamak istiyorum. Bu şaha kalkmış enflasyon ortamında önce gıda ürünlerinde KDV’nin yüzde 8’den yüzde 1’e, daha sonra temel ihtiyaç maddelerinde yüzde 18’den yüzde 8’e düşürülmesinin fiyat artışlarını frenlemeye kayda değer bir etkisi olmaz. Ancak gelir adaletini daha da bozan, büyük ölçüde halk tarafından ödenen dolaylı vergilerin aşağı çekilmesi ilkesel anlamda doğrudur. Bu nedenle emek kesiminin bu indirimlerin kalıcı hale gelmesi talebinde ısrar etmesi gerekir.