Şah dönemi baskılarına karşı korkusuz bir duruş sergileyen Furuğ, insanlık var oldukça yaşamaya devam edecektir.

Furuğ Ferruhzad: Cesur ve unutulmaz

İSMAİL BİÇER

Çağdaş İran şiirinin sıra dışı ve unutulmaz ismi Furuğ, Onat Kutlar ve Celal Hosrovşahi’nin titiz çevirisi ‘Sonsuz Günbatımı’ ile tekrar aramızda.

Seçme şiirlerden oluşan yapıt, on üç şiiri barındırıyor: Soğuk Mevsimin Başlangıcına İnanalım, Pencere, Sonsuz Bir Günbatımında, Gece Görüşmesi, Yeşil Düş, Yeryüzü Ayetleri, Bahçenin Fethi, Gecenin Soğuk Caddelerinde, Güneş Doğuyor, Yeniden Doğuş, Kuş Ölümlüdür, Senden Sonra ve Armağan.

BEŞ ŞİİR KİTABI

1967’de, otuz iki yaşında, bir trafik kazası sonucunda (Şah yönetimi tarafından suikaste uğradığı da söylentiler arasındadır) hayata veda eden Furuğ, sonuncusu tamamlanmamış olmakla birlikte, beş şiir kitabıyla, sadece İran’da değil, tüm dünyada ezilen kadınların destansı sesi olmuştur. Kara Ev adlı belgesel filmle, İran sinemasında yönetmenlik koltuğuna da oturmuş olan Furuğ’un kitapları şu isimleri taşıyor:

Esir (1952), Duvar (1956), İsyan (1957), Yeniden Doğuş (1964), Soğuk Mevsim (yarım kalan eser).

Onat Kutlar, üniversiteden arkadaşı olan Celal Hosrovşahi ile birlikte, seçme şiirler Sonsuz Günbatımı’nın çevirisine nasıl karar verdiklerini ‘Sunu’ başlığı altında şöyle dile getiriyor:

“(…) Okul bittikten sonra İran’a gitti Celal Hosrovşahi. Uzun Zaman haber alamadım. 1970’li yıllarda bir gün, şık takım elbisesi, James Bond tarzı çantasıyla Sinematek’teki odama girdi. İran Tersaneler Genel Müdürlüğü’nde çalışıyordu ve bir toplantı için gelmişti. İki eski dost hasretle kucaklaştık. Konuşacak çok şey vardı. Ortak dostlarımız, politika, edebiyat, yaptığımız işler ve elbette şiir.

Birden sordum. ‘Furuğ’dan ne haber?’

Yüzünden karanlık bir bulut geçti. Ve yüreğine bir şey saplanmış gibi derin bir acıyla karardı.

‘Bilmiyor musun?’

‘Yoo…’

‘Öldü Furuğ. 1967’de. Henüz otuz iki yaşındayken. Bir araba kazasında. Başını kaldırımın kıyısına vurdu ve oracıkta bir kuş gibi öldü. Son kez gördüğümde uyuyor gibiydi…’

Sustu ve bir daha konuşmadı. Şiir okumadı. Şaka yapmadı. İstanbul’da kaldığı birkaç gün süresince bir daha uğramadı bana. Celal Hosrovşahi’yi bir on beş yıl daha görmedim.

Furuğ’un ölümünün, onun için ne demek olduğunu biliyordum. Bu nedenle, iki yıl önce, bombalanan Tahran’dan, biraz daha zayıflamış, biraz daha tedirgin ve uzun süre kalmak niyetiyle geldiğinde, hiç Furuğ konusunu açmadım. Ta ki, bir akşamüstü, Boğaz’da bir lokantada o, kendiliğinden bir ırmak gibi art arda şiirlerini okumaya başlayınca kadar. Devrimin, kendisinin de katıldığı ilk aylarını anlatırken nasıl coşkuluysa öyle, ölen on binlerce gençten nasıl acı duyuyorsa öyle. Günlerce Furuğ’u anlattı.

İki üç ay sonra, elinizdeki kitapta yer alan şiirleri çevirmeye başladık. (…)”

Furuğ şiirleri; içli, derin, muhalif ve imgeseldir. Estetik söylemden taviz vermeden, çelikten bir duruş sergiler. Özellikle kadın okurlar, içlerinde çoğalan çığlığı, onda şiire dönüşmüş bulur. ‘Soğuk Mevsimin Başlangıcına İnanalım’ o seslerden biridir:

“Ve bu benim/ Yani bir yalnız kadın/ Ve soğuk bir mevsimin eşiğinde/ Belirsizliğini anlamanın başlangıcında, tüm yeryüzü varlığının/ Yalın ve kederli umutsuzluğunu, gökyüzünün/ Güçsüzlüğünü, bu betona kesmiş ellerin// Akıp gitti zaman/ Gitti zaman ve saat tam dört kez çaldı/ Dört kez çaldı/ Aralık ayının yirmisi bugün/ Ve artık mevsimlerin gizini biliyorum/ Dakikaların söylediklerini/ Uzanmış yatıyor mezarında kurtarıcı/ Ve dinginliğe bir işaret gibi/ Toprak, barındıran toprak// (…)” (s. 17).

Furuğ, şiirlerinde son derece açık ve gizem dışıdır. Onun duruşu (şiiri), aynı dönem şairleri olmamasına karşın, şiirimizde Gülten Akın ve Nilgün Marmara; Amerikan şiirinin dünya rüzgârı Sylvia Plath’i anımsatır.

furug-ferruhzad-cesur-ve-unutulmaz-623027-1.

Furuğ muhaliftir… Ondaki muhalif duruş, sadece kendi ülkesindeki Şah yönetimin anti-demokratik uygulamaları için değildir. Şair kimliğinin getirdiği, insanlık adına ‘evrensel bir duruş’tur. ‘Pencere’ bu duruşlardan biridir:

“Bir pencere, bakmaya/ Bir pencere, duymaya/ Bir pencere, yeryüzünün yüreğine ulaşan tıpkı bir kuyu gibi/ Tekrarlanan mavi şefkatin enginlerine açılan./ Yalnızlığın küçücük ellerini/ Cömert yıldızların verdiği gece bahşişi kokularıyla/ dolduran bir pencere/ belki de konuk etmek için güneşi şamdan çiçeklerinin gurbetine/ Bir pencere yeter bana// (…)// Bir şey söyle bana/ Teninin tüm sevgisini sana bağışlayan insan/ Ne istiyor diri kalma duygusundan başka/ Bir şey söyle bana/ Kıyısındayım pencerenin/ Ve güneşle bağlantıda…” (s. 29-32).

DERİN VE YALIN SORGULAMA

Furuğ, şiirlerinde yer yer dize tekrarlarına başvurur. Bunlar şiirde fazlalık gibi dursa da, okurun kulağını tırmalamaz ve ritmiktirler. Bu özelliği, bizde ‘İkinci Yeni’ şairlerinin neredeyse hepsinde görmek mümkün… ‘Armağan’ başlıklı şiir, konuya dair düşüncemizi somutlaştıracak niteliktedir ve liriktir.

“Gecenin sonsuzluğundan sesleniyorum ben/ karanlığın sonsuzluğundan/ Ben gecenin sonsuzluğundan sesleniyorum// Gelirsen benim evime ey sevgilim bir lamba getir bana/ Ve küçük bir pencere/ Seyredeyim oradan kalabalığını mutlu sokağın” (s. 72).

‘Sonsuz Günbatımı’, Furuğ’un şiir dünyasını yakından tanımamız adına son derece yeterli. Çünkü bu şiirler; onun insanı, doğayı, zamanı, mekânı, kadınları ve bir şairin kendi iç dünyasını derin ve yalın sorguladığı şiirler...

Şah dönemi baskılarına karşı, korkusuz bir duruş sergileyen Furuğ, insanlık var oldukça yaşamaya devam edecektir.