Grupların tamamında ilk maçların tamamlanacağı 5. güne Lyon’da uyandım. Günün maçının ev sahibi şehri Saint-Etienne’e sadece 45 dakika uzaklıkta olduğum için önümde yarım günlüğüne turist olma şansı vardı. Lyon’un sokaklarını ezberleyip, meşhur Opera ve Bale Binası’nı gördükten sonra tren istasyonuna geçip yatacak yerim olmayan Saint-Etienne’e doğru yola çıktım.

Valizimi bırakabileceğim emanet için zaten yarı yolu yürümüş olmanın da etkisiyle, yükümden kurtulduğumda birlikte eğlenerek stada yürüyen Portekizli ve İzlandalı taraftarların peşine takıldım. Medya Merkezi’nin girişinde çakmakların toplanması memleketi hatırlatsa da her kuruşun hesabını yaptığım şu günlerde bozuk paralara bulaşmamalarına sevindim.

Avusturya – Macaristan maçının ilk yarısını kaçırdığıma üzülüyordum ama zaten goller de ikinci yarıda geldi. Turnuva başlarken, EURO 2000’de 39 yaşında Almanya forması giyerek Avrupa Şampiyonası’nda forma giyen en yaşlı oyuncu unvanını ele geçiren Lother Matthaus’un yerinde gözü olan iki kaleci vardı. İrlanda kalecisi Shay Given İsveç karşısında forma giymeyince ondan 19 gün daha büyük olan Macaristan kalecisi Gabor Kiraly başlama düdüğüyle efsane oyuncuya ait rekoru tarihe gömüyordu. Yaptığı kritik kurtarışlarla 40 yaşında neden hâlâ kalede olduğunu gösteren Kiraly’nin önderliğinde Macaristan, grubun favorilerinden Avusturya’yı 2-0 yenerek günün ilk sürprizine imza attı.

Portekiz-İzlanda maçına akreditasyon yaptırmamın sebebi sadece Ronaldo ve onun ligimizde arz-ı endam eden arkadaşları Quresma, Alves, Nani’nin değil İzlanda’nın da performansını merak etmemdi. Maça Cüneyt Çakır’ın atanması da üstüne tuz biber oldu. İzlanda nostaljik 4-4-2, Portekiz ise 4-3-1-2 dizilişiyle maça çıkmıştı. Oyunun hemen başında gole yaklaşan İzlanda ilk yarının geri kalanında pek varlık gösteremedi. Öyle ki Portekiz’in baskısından bunaldıkları için daha ilk yarının ortalarında zaman çalarak oyunu soğutmaya çalışıyordu. Portekiz, iyi oyununu Fenerbahçeli yıldız Nani’nin turnuva tarihinin 600. golü olarak kayıtlara geçen vuruşuyla perçinleyerek soyunma odasına 1-0 önde girerken İzlandalılar bile umutlarını kaybetmişti. Beklenmedik anda gelen beraberlik sayısı İzlanda’nın direncini artırdı. Fernando Santos’un elindeki tüm hücumcuları oyuna sokması Portekiz’e galibiyeti getirmedi. İzlanda’nın kontra atağa çıkmaya biraz niyeti olsa maçın sonlarına doğru 2-4-4 gibi oynayan Portekiz’i eldeki bir puandan da edebilirdi. Brezilya’ya gitmenin eşiğinden dönen ama EURO 2016’yı kaçırmayan 300.000 nüfuslu İzlanda’nın altın jenerasyonunu nasıl yarattığından ilerleyen günlerde bahsedeceğim.

Stattan ayrılıp şehir merkezine doğru giderken önümde yürüyen İzlanda bayrağına sarınmış Portekiz taraftarına bakarken burada oynanan oyunun bir turnuvadan çok daha fazlası olduğunu düşündüm. Her ne kadar bir kısım Rus ve İngiliz taraftarlar anlamamış gibi davransa da parçası olduğumuz şey futbol festivaliydi. O Portekizli de beraberliğin simgesiydi. Sonuç olan değil, birlikte olmak manasındaki beraberliğin...

Saat 01.00 olmuştu, gara gelmek üzereydim ve ayakkabılarımla tutuştuğum ve aslında kazandım sandığım savaşı temelli kaybetmiştim. Her adımda canım yanıyordu ve üstüne üstlük yatacak yerim olmadığı için orada sabahlayacaktım. Herhangi bir durumda bu hale düşmüş olsam ilk uçakla eve dönecek olan ehlikeyif ben, incelen bulutlar arasında silüeti seçilen kambur ayı izliyor, manasız bir mutlulukla dolunayda nerede olacağımı hesaplamaya çalışıyordum. Futbol sen nelere kadirsin!

Futbol tanrılarının sınavı bitmemişti. Saat 02.00 civarlarında Fransız küstahlığı kendini gösterdi. Gardaki onlarca kişiyi sokağa atıp garı kapattılar. “Saat 5’e kadar ne yapacağız şehirde açık tek bir yer yok dediğim” güvenlik görevlisi pişkinlikle taksi tutabileceğimi söylediğinde karanlık tarafa geçmeme ramak kalmıştı. Bu turnuvanın ev sahipliğinin Fransa’ya verilmesini yaptığı lobi çalışmasıyla sağlayan Platini’den başlayarak kapıyı üzerimize kapatan güvenliğe kadar saydığım küfürleri ana dilimde ettiğimden ortalık gerilmedi. Sabaha karşı iyice üşümüş halde bankta otururken yağmur yağmaya başladı. Öfkemi tamamen bastırıp gökyüzüne baktım ve üç karar aldım.

1-Ne olursa olsun, Fransızlar önüme ne engel koyarlarsa koysunlar, Marsilya’ya gitmekten vaz geçmeyecek ve en başta planladığım gibi Türkiye elenene kadar burada kalacaktım.

2-Küstah Fransızların hakkımda ne düşüneceği ya da havanın nasıl olacağı umurumda değildi, yarın terlik giyecektim.

3- Fransa – Arnavutluk maçında iyi oynayanı değil kültürel ve tarihsel bağımız olan Arnavutluk’u destekleyecektim. Mutfağımıza kattıkları Arnavut Ciğerinin hatırı bile yeter...