Spor; “dostluktur, barıştır, kardeşliktir“ diye dilimizden düşüremediğimiz sloganın koskocaman bir palavra olduğu

Spor; “dostluktur, barıştır, kardeşliktir“ diye dilimizden düşüremediğimiz sloganın koskocaman bir palavra olduğu bugün su yüzüne çıkmış bir gerçektir. Ayrıca, bu su yüzüne çıkan bölümün küçük bir parça olduğu da çok açıktır. Tıpkı “buzdağı“ gibi…

Türkiye Profesyonel Ligi başlayalı 52 yıl oldu. Bu 52 yılın neredeyse tamamında kirlilikler gündeme geldi. Birçok yönetici, çalıştırıcı ve futbolcu bu etik olmayan durumları söyledi. Yazılı basın da bunlara sayfalarında yer verdi. Fakat, bir iki olay dışında hepsi  “suya yazma“ örneğinde olduğu gibi ya unutulup gitti, ya da unutturuldu.
1980 darbesi ve sonrasında Türkiye de yaşanan kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasal büyük değişimler profesyonel futbolu da etkileyince, bu alanın parasal yapısı oldukça büyüdü, albenisi arttı. Doğal olarak da bu işin içinde olan, olmayan herkes bu maddi olanaktan olabildiğince fazla pay koparma çalışmalarına yönlendi. Bunun için “her yolun mübah“ olduğu çark dönmeye başladı. Koşut olarak da kirlenmişlik büyüyerek içinden çıkılması olanaksız hale ulaştı.

Bunun yanı sıra; son birkaç yıldır bahis oyunları da işin içine girince, pasta çok fazla büyüdü. Koparılması düşünülen parçalarda iştah kabartmaya başladı.

İş bu denli büyüdükçe ortaya futbolcu ve çalıştırıcı simsarları çıktı. Oturduğun yerden para kazanma rahatlığı bir çok insanı bu iş dalına yöneltti. İşin içine hatır, gönül, baskı ve zorlama  ilişkileri girdi.

Futboldaki ekonomik çıkar albenisinin artması; etik değerlerinde altüst olması beraberinde getirdi. İyilik, güzellik, hoşgörü ve doğruluk yerini, açgözlülük, kurnazlık ve üçkağıtçılığa bıraktı. Ne yazık ki, bu süreç yaşanırken yasal ve yetkili kurum ve kulların olaylara seyirci kalması, yasa dışı iş yapma konusunda uzmanlaşmış kişilerin ekmeğine yağ sürdü.
Hiçbir müdahale ve önlem alınmadan geçen zaman içinde, sorunlar katlanarak büyüdü, kördüğüm haline ulaştı. Çözülmesi oldukça zorlaştı.

Bugün de birileri, bu düğüm yumağının bir yerinden tutmaya kalkışınca ortalık toz dumana büründü. Haklı haksız, doğru ya da hatalı hemen hemen bütün futbol kamuoyu ayağa kalktı. “Bu işten en az hasarla nasıl kurtuluruz“ diye kara kara düşünmeye başlandı. Çünkü, yaptırımlar üst düzeyde olursa gelirler o oranda düşecek, kayıplar yükselecektir.

Bu uygulamanın nedenleri her türlü yoruma açık olmasına karşın bazı şeylerin eskisi gibi olmayacağının göstergesidir. Çünkü, futboldaki bu pastanın hemen hemen yarıya yakınının yitirilmesi söz konusu. Böyle bir durumsa  kimsenin işine gelmemektedir.

Şimdi sorulması gereken soru şudur.

Çıkarları bir yana bırakıp, aklanma mı seçilmelidir, yoksa, ortalık yatışınca “eski tas eski hamam“ devam mı, edimelidir?