‘Senin Adın Corona Olsun’ kitabıyla okuru farklı bir yolculuğa çıkaran gazeteci Talu, insanların göremediği bir düşmanla mücadele ettiğini hatırlatarak, şöyle diyor: “Bu düşmana karşı en keskin silahlarınız, füzeleriniz, uzay araçlarınız işe yaramıyor. Salgın sonrası otoriterlik hep yükseliyor”

Füzelerle, silahlarla virüs vurulmuyor

Semra KARDEŞOĞLU

Umur Talu, Milliyet’te görev yaptığım yıllarda bakış açısından çok şey öğrendiğim meslek büyüğümüz. Bilinen nedenlerle bildiğimiz anlamda meslekten erken ayrıldı. Ama o gazeteciliğin kurumlarla bağlantılı olmadığını, gazeteciliğin hep sürdüğünü gösteriyor uzun süredir. Sosyal medyada çektiği fotoğraflar ve onlara ilişkin yazdığı öyküler takipçileri tarafından heyecanla izleniyor.

Salgın sürecinde ise Senin Adın Corona Olsun/İnsanlığın Salgın Maceraları adlı kitabıyla çıktı karşımıza. Gazetecilik birikimini, araştırmayı, bilinen gerçekliğin arka yüzünü gösterdi. Çok da iyi yaptı. Bu süreçte hepimizin hayatlarının bir biçimde birbirine bağlı olduğunu, sınırların anlamsızlığını, tarihi, insanlığı, mücadeleyi ve kararlılığı bir kez daha hatırlattı bize. Uzaktan da olsa sohbet keyifliydi.


► Sosyal medyadan yaptığınız gazeteciliği büyük bir keyifle takip ediyorduk. Sonra bu kitapla uzun bir yolculuğa çıktık sanki. Sizin için de öyle mi oldu yazım süreci?
Köşe yazarken sosyal medyayı çok kullanmıyordum. Bu ayrı bir tartışma konusu ama böyleydi. Köşe yazmayı bırakınca ilk önce kendi çektiğim fotoğrafların altına fiktif hikayeler yazmaya başladım pandemiden önce. Bir de Nebil Özgentürk belgeseli için bir Bodrum tarihi yazdım. Bunları yaparken bir cümleden bir ülkeye, bir kişiden bir başka kişiye yolculuğu sevdim. Sonra Türkiye’de radyasyon onkolojisi tarihi üzerine bir belgesel hazırladım. Bu da beni tıp tarihine götürdü. Sonra pat diye Corona geldi. Çin’den dışarı çıkmaz, Çin seddini aşmaz sanılıyordu ama geçti. Sonra bunun üzerine küçük şeyler yazdım. Kübalı doktorlar Milano’ya gitti. İtalya faciaydı biliyorsun. İtalya -Küba ilişkilerini merak ettim bu olay olduğunda. O zaman Amerigo Vespucci’ye kadar gidiyorsunuz.

Sonra oradan Alberto Korda’nın Che fotoğrafına geldim. Bir kazı yapıyor gibi. O sokaktan diğerine. Che fotosunun Feltrinelli aracılığıyla Milano’ya gelişi ve onun hikayesi. Her sabah bir fotodan yola çıkarak hikaye yazmak. Kitapta bunlar daha geniş olarak işlendi. Fahri Aral’ın teşvikinin payı büyük elbette.

DİPSİZ KUYU BAŞIMIZI SIK SIK YARDIĞIMIZ BİR KUYUYDU

► Bu çalışma sizin köşenizin adı ‘Dipsiz Kuyu’ gibi bir çalışma olmuş değil mi?

Evet çok doğru. Bir dipsiz kuyu vardı, düşüp düşüp kenarlarına çarpıp duruyorduk. Dibine vurup vurup başımızı yardığımız bir kuyuydu. Ama buradaki tamamen dipsiz bir kuyu. İnsanlık tarihi açısından çok önemsediğim bir konu. Ben 1996’da salgınlara merak salmıştım. Bir kitap okuyup etkilenmiştim. Orada zaten bugünü söylüyordu. Milliyet’teydik hep birlikte. Tıp tarihi çok önemli. Salgın ve hastalıkların insanlık tarihi üzerindeki etkisi hatta bir tek kişinin ölümü ya da ölmemesinin etkisi çok büyük. Mussolini’nin kurtulması mesela ya da Osmanlı’da Sultan Reşat’ın ölüp Vahdettin’in tahta geçmesi. Sovyet Devrimi sırasında mesela Yakov Sverdlov’un İspanyol gribinden ölümü, Lenin’in zaferi. Troçki’nin zayıflayıp Stalin’in güçlenmesi. Bütün bunların olmadığını varsaydığımız bir tarih de olabilirdi.

► Kitapta resmi tarihte yazmayan çok ayrıntı var. Nasıl çıktı bunlar ortaya?
Kulaklık var ya, bir yere koyduğunuzda bir biçimde düğüm olurlar. Ben de böyle düğüm olmuş bilgileri kulaklığı çözer gibi davrandım. Bu hikayelerin hepsi tek tek var ama bir arada yok. En keyifli gazetecilik günleri içinde kalmış, onlara özlem duymuş, ama hala onların hatırasını ve alışkanlıklarını korumuş bir gazetecinin masa başında ve internet sayesinde koşturmacası idi. Eskiden belki sizlerden rica ederdim, şurasına da baksana burasına da baksana. Bu kez kendimden rica ettim.

► Kitabı yazarken, sizi sarsan ve en çok etkileyen hikaye hangisiydi?
Kitapta sadece salgın yok aslında. Agatha Christie’nin eczanede çalışıp salgın ve savaş dönemi zehirleri öğrenmesi ve sonra bunları kitaplarında kullanması. Maurice Hilleman var, ABD’li çocuk. İspanyol gribinde iki ablasını ve annesini kaybediyor, ailenin tavuk çiftliğinde çalışıyor. Kasabanın marketinde idareci olmayı düşlerken, ağabeyinin ayarladığı bursla bakteriyolog oluyor. 1957’de Asya gribi başladığında ürettiği aşılarla binlerce ölümün önüne geçiyor. Bugün hala kullanılan 8 aşı onun eseri. Merak, cesaret, kızgınlık var. Bunlar çok etkileyici.

fuzelerle-silahlarla-virus-vurulmuyor-806379-1.

SALGINLAR SONRASI OTORİTERLİK YÜKSELİYOR

► Geçmişteki salgın dönemlerine göre bugün çok avantajlı durumda gibiyiz. Ama o dönem kullanılan korunma yöntemleri halen geçerli. Bugün artı ve eksilerimiz neler sizce?

Maske, mesafe, el yıkama hala korunma yöntemi. Sosyal devlet kalıntıları var halen. Türkiye’de bile sağlam bir alt yapı var. Cumhuriyet 300 doktorla yola çıkmış. Başka ülkelerde de öyle. Tabii bulaşma hızını artıran faktörler var bugün. Ulaşımın kolaylaşması, seyahatler, toplu bulunulan mekanların artması. Salgınlar zaten biliyorsunuz insanların yerleşik düzene geçmesi ve hayvanların evcilleştirilmesiyle ortaya çıkıyor. Bugün olmayan şey, bireysel cesaretler, mutlaka vardır ama o dönemdeki çılgın araştırmacılar. Çeşmeyi yerinden sökerek koleranın sudan bulaştığını kanıtlayan John Snow’unki gibi bir çılgınlık yok. Ya da belki çok var bugün aralarından birini seçemiyoruz. Belki o dönem keşfetmek için böyle çılgınlıklar zorunluydu. Şimdi pis bir piyasa düzeni var, aşı bulundu, kim el koyacak, borsa nasıl etkilenecek vs vs. Böyle bir sürü ayrıntı var. Salgınların dünyayı daha iyi bir noktaya götürmesi beklenirken otoriterlik yükselmiş. Oysa ulusal ve uluslararası çapta bir dayanışma bekleniyor değil mi? Kardeşlik olacakken nefret, savaş artıyor dünyanın tümünde.

► Sizce neden? Ne tetikliyor burada bu gidişatı?
İnsan göremediği bir virüse karşı görebildiği bir düşmanı daha kolay buluyor. Bu millet oluyor, ırk oluyor, etnik köken oluyor. Bu somut çünkü. Bugün ABD’de ırkçılığın artışı mesala... ABD ve Rusya liderlerini düşünün; Çok güçlüsünüz ama bu ortamda göremediğiniz şeyle mücadele etmek zorundasınız. En keskin silahlarınız, füzeleriniz, uzay araçlarınız işe yaramıyor. Olmuyor. Farklı bir donanım gerekiyor. Nefret ve öfke dalgalarını başkalarına yöneltmek daha kolay geliyor her zaman.

► Peki Korona sonrası da daha kötü bir dünya mı bekleyelim?
Elbette bugün de daha iyi olma umudu hep var. Aşı umudu olduğu gibi bu da var. Bunu isteyen bunun için mücadele edenler de var ama otomatikman bir iyimserlikten söz edemeyiz. Bireysel sorgulamadan başlıyor elbette. Hani evlere kapandık. “Benim hakikaten özlediğim şey ne?” bu sorulmalı. Yeni normalden söz ediyoruz, böyle bir şey yok bence. Herkes eskiyi özlüyor, bir önceki durumu özlüyor. Aynı şekilde yaşamayı düşünüyor. İş dünyasının örgütlenmesinde belki değişiklikler olacak, evden çalışma oranı artacak ama bu paradigma değişikliği değil. Çalışma şekli, üretim şekli üretilen şey aynı. Zihinsel devrimi gerektiriyor bu.

fuzelerle-silahlarla-virus-vurulmuyor-806380-1.

AMAZONLAR KAYBEDİYOR, AMAZON.COM KAZANIYOR

► Teknoloji bilim bu kadar ilerlemişken hayatımızın sabuna, el yıkamaya bağlı olması bir şeyi değiştiremeyecek mi?
Bu noktada sorular var. Biz çok konuşanların imkanları daha fazla oluyor. Aynı fabrikaya gidip tek kişilik bir odada 18 kişi bulunmak zorunda kalsaydık farklı olurdu. Niye Amerika’da en çok ölenler siyahlar ve Kızılderililer, niye Paris’in etrafında banliyölerde en çok insan ölüyor. Bu eşitsizliğin üstüne gelen bir şey. Tamam Trump da yakalanıyor. Ama insanların yakalandıktan sonra bulabildiği tedavi farklı, ihtimam farklı, imkanlar olarak sınıfsal farklar var. Salgın bize diyor ki; “Biraz farklı düşünebilir misin?” Biz de “Kusura bakma, pardon elimi yıkayacağım ama daha farklı düşünemem” diyoruz. İnsanlara bakış açınızı, çalışma sistemini, sosyal devlet mantığını, kaynakların kullanımını, ekonomiyi, bunun gerçekten ne ifade ettiğini düşünmemiz gerekiyor. Amazon yerlileri tam anlamıyla kaybetmişken bugün Amazon.com’un bu kadar değer kazanmasını, gelirini katlayabilmesini düşünmek gerekiyor. Kolay bir laf ama sistemle oynamak gerekiyor. Virüs nasıl sistem filan tanımıyorsa sizin de sistemle oynamanız lazım. Okullarda çocuklara doğru şeyleri anlatma, iyi bir insan olmak, dayanışma gibi.

► Kitapta salgınlarla dünya tarihi arasındaki bağlantı çıkıyor sık sık karşımıza. Salgınlar anlaşılmadan tarih anlaşılmaz mı?
Bize salgınları anlatmadan tarihi nasıl anlatmışlar bilmiyorum. Biz nasıl öğrenmemişiz bilmiyorum. İspanyol gribinde mesela sadece savaş yok. Sovyet devrimi var, işgaller var, mütareke var, İstiklal Savaşı var. Dünyada büyük bir asker sevkıyatı, askeri hareketlilik kıtalar arası. Cephedeki askerden fazla salgında insan ölüyor. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak deniyor ama bakıyorsun İspanyol gribi sonrası bir faşizm dönemi var. Despotik dalga, Sovyet devriminin başka bir şeye dönüşmesi var. Bizde çok büyük bir yol ayrımı var. Daha demokratik bir ülke olabilecekken daha otoriter bir şey oluyor belki dönemin şartları, mecburen belki.

VİRÜS EŞİTSİZLİK VE SEFALET KATMANLARINI ORTAYA ÇIKARDI

► Bundan 100 yıl sonra bir gazeteci bugünkü salgını kitaplaştırsa neyi ön plana çıkarır sizce?
Sadece bugüne bakması yetmez. Bir 100 yıl daha geriye gitmesi gerekir. Hakikaten İspanyol gribi çok temel bir şey. İnsanlığın bugünkü imkanlarına rağmen çok saçma davrandığı fikrine varabilir. Bu kadar gelişmenin heba edildiğini, en gelişmiş görünen toplumların sefil olabildiğini. Çünkü o görünen buz dağı altında büyük bir sefalet tabakası bulunduğunu görebilir. Fransa’da yaşayan arkadaşlarım var. Eskisi gibi olmasa da bir sosyal devlet zihniyeti var. Ona rağmen geniş sağlığa erişim diye bir şey yok. İtalya ve İspanya da öyle. ABD en çarpıcı örnek. O kadar büyük bir eşitsizlik ve sefalet var ki, böyle bir virüs geldiğinde bütün o katmanları zayıf noktaları, yetersizlikleri buluyor. Bir hastanenin kapısından girdiğinizde 10 bin dolar yazan bir sistemin ne kadar dayanıksız olduğu ortaya çıkıyor. Bütün bunları yazar sanırım.

fuzelerle-silahlarla-virus-vurulmuyor-806381-1.

► Bugün yaşadığımız salgın sürecinden en çok ne kalacak aklınızda?
Aslında kendilerini çok güçlü gören devlet adamlarının acizlik ve güçsüzlükleri. Her şeyi bildiğini zanneden bizlerin bilgisizliği, afallaması. Kafalarımızın çok karışık olması. Bunlar trajedi. Sadece Trump’ın gafları komik olabilir ama bu bir trajedi. Çünkü bu adamı seçen binlerce insan var. Bütün dünyanın teknoloji merkezi, bilgi üssü, tıp merkezi. Ama onun zavallılığını görünce kendi istikbali açısından tereddüde düşüyor insan.

► Peki iktidar bu dönemde neler kaybetti sizce?
Başlangıçta Türkiye’nin sağlık sistemi birçok Avrupa ülkesine göre daha cevval ve tahkim edilmişti. Sağlık erişimi açısından geniş bir kesime ulaşmıştı. Yetişmiş doktor, sağlık personeli açısından iyiydik. Malzeme falan eksikti ama. Bir de nispeten bize geç geldi. İkinci dalganın geleceği belliydi. Nisan ayında biliyorduk bunu. Ancak sanırım kimse bu kadar şiddetli beklemiyordu ikinci dalgayı. Bu açıdan arada olan dönemde değişti her şey. Haklı haksız kavgalı bir ülkesin. Bu bir gerilim yaratıyor. 1866 konferansı gibi sağlık merkezi köprüsü olacak bir ülke dünyadan kopartılıyor. Bir dünya konferansı topluyor olabilirdik. Ama daha kavgacı bir toplum olmaya devam ettik. Kendi içimizde de. Ekonomik sorunlar derinleşti. Bunların objektif ve subjektif nedeni de var. İyi yönetememek. Bilgi açısından da. Bugün de gerekli olan bilgilendirme ve şeffaflıktı. Fransa’da günlük vaka 50 bine çıkıyor. ‘Bunu ikiyle çarpın’ diyorlar. Peki biz kaçla çarpmalıyız onu bilmiyoruz.