Türkiye’de gündem denilen şeyin, sanki bir senarist konuları birbirine bağlıyormuş gibi gelen ilginç bir seyri var. Birkaç hafta önce bir rapor (SETA) çıkıyor, uluslararası medya kuruluşlarında çalışan gazetecileri fişliyor. Sonra birden Rusya’dan S-400 füze alımıyla ilgili bir gelişme yaşanıyor, Rusya ile aralar ısınıyor. Sonra o raporda adı geçen kuruluşlardan Sputnik’te (Rusya devletinin yayın organıdır) çalışan […]

Türkiye’de gündem denilen şeyin, sanki bir senarist konuları birbirine bağlıyormuş gibi gelen ilginç bir seyri var. Birkaç hafta önce bir rapor (SETA) çıkıyor, uluslararası medya kuruluşlarında çalışan gazetecileri fişliyor. Sonra birden Rusya’dan S-400 füze alımıyla ilgili bir gelişme yaşanıyor, Rusya ile aralar ısınıyor. Sonra o raporda adı geçen kuruluşlardan Sputnik’te (Rusya devletinin yayın organıdır) çalışan bir ekip, iktidar partisinden kopup yeni arayışlara geçen eski Başbakan ile röportaj yapıyor. Röportaj kurum bünyesinde yapılmamış olsa dahi bu ekip aniden Sputnik’ten uzaklaştırılıyor. Biz burada füze ile gazetecilik arasında bağlantı var mı düşünürken birkaç hafta önce uçak ile gazetecilik arasındaki bağlantıyı tartıştığımız akla düşüyor vesaire. Füzeydi, uçaktı, rapordu derken gazetecilik nerede ve nerede olması gerekiyor? Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun sorusu bu olsun.

ÖNCE FÜZE

Sputnik bugüne dek Türkiye’de görece muhalefete yer veren yayınlarıyla dikkat çekmişti. Öyle ki ana akım medyadan uzaklaştırılmış bazı gazetecilere dahi bünyesinde yer verebiliyordu. Yayın konuğu politikası da esnekti. Bu nedenle izleyici de topladı. Ancak kenarda bir soru hep duruyordu. Rusya’nın kendi içindeki “basın özgürlüğü” karnesi ortadayken, Rusya’nın devlet kuruluşu olan Sputnik’in Türkiye’de böyle geniş takılmasının anlamı neydi? Hiçbir toptancı fişlemeyi haklı çıkarmayacak olsa da bu sorular sorulmalı. Elbette her uluslararası medya kuruluşunun gazetecilik dışında bir “ajandası” olmak zorunda değil. Hele ki yurtiçinde medya kuruluşlarında işlerinden edilmiş gazeteciler dahil onlarca gazeteciyi durduk yere hedefe oturtmak da doğru değil. Bunlarla birlikte Türkiye’de bizzat Türk vatandaşları tarafından açılmış medya kuruluşları dahil her kurumun “sahiplik yapısı” gazetecilikle doğrudan ilgilidir. Çünkü gazeteciler birey olarak ne kadar mücadele verse de son tahlilde gazeteciliği sahiplik yapısı belirler. Bugün Sputnik’in bu işten çıkarmalardan sonra muhtemelen iktidarı destekleyen yayınlarından hoşlanacak kitlenin de şu soruyu yedeğinde tutması şart: İleride ya Rusya ile aramız bozulursa?

SONRA UÇAK

Füzeden önce yine göklerde seyreden başka bir araç gazeteciliğin konusuydu. Gazetecinin cumhurbaşkanının uçağına binip binmeyeceği üzerine bir tartışma vardı. Bu sorunun yanıtı açık: Gazeteci cumhurbaşkanının uçağına elbette biner ve binmelidir de. Bu tek başına yandaşlık değil, görevdir. Biniş amacı da bellidir: Gazetecilik yapmak. Yani soru sormak, daha ötesi istediği soruyu sormak ve o sorunun kendini uçaktan indirecek olma ihtimalini düşünmemek. Bu soruları soramayacağını düşünüyorsa baştan “rezerv” de koyabilir ama iyi açıklaması gerekir. Ahmet Hakan gazetecilik yapabilecekse, önceden yazının şehvetine kapılarak yazdığı birkaç iddialı lafın önemi yok. Bunu yapamayacağına yönelik yoğun bir algı varsa, bu algı üzerine ayrıca düşünmeli. Kendisinin oluşturduğu ters algının ötesinde “Sayın Bakan’la milli takımımızı desteklemeye İzlanda’ya gidiyoruz heyoo” tarzı tweetler atan gazeteciler yüzünden de yargılanıyor olabilir tabii. “Daha çok binsin, poz vermek ve turistik gezi heyecanına kapılmak yerine soru sorsun da polemiğe tutuşanlar utansın” dileğimizle bu sorunun cevabını noktalayalım. O gazetecilik sorularını sormadığı zamanlar eleştirenlere yine “lanlı lunlu” girişmeyecekse tabii…

İster füzeyle gelsin, ister uçakla gezsin gazetecilik hakkında tekrar tekrar doğrulanan bir şey var. O da bağımsızlık. Eğer bir sermaye grubuna bağlıysan, gazeteciliğinin sınırı o grubun çıkarları ve iktidarla ilişkisidir. Eğer bir devlete bağlıysan, o devletle ilişkilerdir. Kim olursa olsun bir gruba bir çıkar angajmanıyla bağlıysan sınır orada çizilir. Bağımsız yani yalnızca okuruna karşı sorumlu medyayı güçlendirmediğimiz sürece gazetecilik, uçakla füze arasında bir yerlerde olacak. El feneriyle arayıp duracağız. Elbette oralarda bile “gazetecilik” için mücadele eden birileri hep olacak ama bu hiçbir zaman sürekli olmayacak. Şiir gibi bir akış için bağımsız gazetecilik şart. Hem ne diyordu Cemal Süreya, “Ağır ol Bay Düzyazı / Sen ancak uçağa binebilirsin!”