Galatasaray’da neler oluyor?

Geçen sezona hem Süper Lig’de hem de Şampiyonlar Ligi’nde kötü başlayan Galatasaray’da değişen bir şey yok. Yine 2 cephede hüsranla lige başladılar. Arada kazanılan 3 kupa sanki hiç var olmamış gibi. Takımda neler olup bittiğini masaya yatırdık. Bundan tam 1 sene önce Galatasaray, Şampiyonlar Ligi’nde ilk haftanın fikstüründe yer alan Anderlecht maçının ertesi gününü yaşıyordu. Maçı son dakikada, maç boyu hücum oyuncularının yapamadığını yapan Aurélien Chedjou’nun hücuma çıkıp Burak’a attırdığı gol kurtarmış ve takım Şampiyonlar Ligi’ne 1 puanla başlamıştı. Ama işlerin yolunda gitmediği çok açıktı. Takım iyi oynamıyordu, geleceğe dair ümit vermiyordu ve Cesare Prandelli sudan çıkmış balık gibi ortalarda dolanıyordu. Kaygıların yersiz olmadığı anlaşıldı. Sarı-kırmızılılar o günden sonra gruptaki 5 maçını da kaybetti. Göreve gelen Hamza Hamzaoğlu takıma 1 sene içinde ülke çapında 3 kupa kazandırdı. Salı akşamı sahaya çıkıldığında ise o kupalar sanki hiç var olmamış gibiydi, taraftarlar en az geçtiğimiz sezon kadar (belki daha fazla) şikayetçiydi, takım ümit vermiyordu, teknik direktörü tartışılıyordu. Galatasaray üst üste 6. Avrupa kupası maçını kaybetti. Bu pek rastlanan bir durum değil. Peki takımda neler oluyor? Galatasaray bu yolda nereye doğru gidiyor?

Hamzaoğlu’nun kafası fena halde karışık. Buna formsuzluk demek bence hafif bir ifade olur. Takımı geçen sezon şampiyon olurken (bu sayfalarda defalarca yazdığımız gibi), bir dolu eksiğiyle şampiyon oldu. Bunu taraftarlar görüyordu, otoriteler görüyordu, rakipler görüyordu. Eğer sizi şampiyonluğa götüren 1 numaralı adam kaleciniz ise ve ortalama bir teknik adamın futbol zekasına sahipseniz mesajı almanız gerekir. Belki Hamzaoğlu da aldı, ama o başka işlerle meşguldü. Yeni sezon başladığında yayıncı kuruluş mikrofonlarına “Zlatan transferinin söylentileri yüzünden 4. yıldız sevincini yaşayamadık” diye veryansın ediyor, sosyal medyaya ve yazılı basına çatıyordu. Halbuki kendisi zamanında “transferden haberim yok, bana bir bilgi gelmedi, ama gelmezse hayır demeyiz” gibi yarım ağızlı ifadeler yerine net biçimde “ben Zlatan’ı istemiyorum, gündemimizde yok” diyebilseydi, belki aynı kendisi gibi yuvarlak ifadeler kullanan yönetimine de yol gösterebilir ve bu söylentileri susturabilirdi. Ayrıca Galatasaray teknik direktörünün koskoca bir yaz dönemi planları, bir transfer söylentisi ile çökecek kadar kırılgan olmamalı.

Yeni sezon başladığında hakemler de gündemine girdi. Fakat geçen sezonki eksikler üzerine çalışmak bir kenara, Galatasaray’ın uğraşmak yerinde olduğu yeni sorunlar olduğu ortaya çıktı. Nedir bu eksikler?

Rakip analizi: Salı akşamki maçtan sonra Hamzaoğlu maçın ikinci yarısındaki oyunun ilerisi için umut verdiğini iddia ediyordu. Halbuki ortada umut veren bir şey yoktu. Galatasaray topa maç boyu daha fazla sahip oldu, ama Atletico Madrid’in buna sadece Seyrantepe’de değil, Camp Nou’da da, Stamford Bridge’de de izin veren bir takım olduğu açık. Dün akşam da maçı istedikleri şekilde bağlamak isteyeceklerini tahmin etmek zor değildi. Ne diyordu Diego Simeone maç sonunda? “Maçı 30 dakikada çözdük”. Arjantinli hocanın 2. yarıda zaten maçı uyutmaktan başka bir niyeti yoktu. Hamzaoğlu’nu da uyuttu da, zira o 2. yarıda umut verici bir futbol oynadığını sanıyor. Oysa zaten çözülmüş bir maçta, rakip alanda daha fazla görünmekten başka bir şey değildi bu. Üstelik iddia edilen bu iyi oyunun ortaya çıkardığı hiçbir şey yoktu. Sadece Denayer’in, tamamen bireysel olarak getirip Podolski’ye yay üzerinde yaptığı servis ve onun da son derece kötü vuruşu ile heba olan bir pozisyon. Hamzaoğlu bu yanlış okumaları ilk kez yapmıyor. Son kez de yapmayacak.

Hakkaniyet: Salı akşamı maçı kalabalık bir ortamda izliyordum. Hepimizin ortak görüşü işler kötü giderse ilk protesto edilecek oyuncuların önce Emre sonra Sabri olduğuydu. Yabancılar çok istisnai topun ağzına konulurdu, Burak ve Selçuk hakkında tribünler bölünmüş durumdaydı, Hakan Balta küstürülemeyecek kadar değerliydi, geriye bu 2 oyuncu kalıyordu. Hamzaoğlu, Emre’yi oyundan alırken onu klişelerin kurbanı olarak resmen ateşe attı. Maç sonrası “çok istekli başladı ama toparlayamayacaktı (bu çok iddialı bir laf, yukarıda belirttiğimiz gibi maçı okuma konusunda bu kadar sıkıntılı bir adamın 25 dakikadan böyle bir sonuç çıkarması acayip), bu yüzden onu oyundan aldım” dedi. Kendisine “Burak ve Selçuk neredeyse 2 sezondur hangi maçta kendini toparlıyor?” diye sormaktan kendimi alamıyorum. Yasin Öztekin maç sonrası “geçen sezonki şampiyonlukta önemli payım olduğunu düşünüyorum (ki çok doğru), bu sene de aynısını yapmak istiyorum ama hocam başka şey düşünüyor olabilir” derken bir kez daha hocasına mesaj yolladı. “Formayı hakkaniyetli dağıtmıyorsun!”. Hamzaoğlu’nun kendi oyuncusuna bunu söyletmemesi için çok çalışması lazım. Mesela, dün Emre’yi kenara aldığında, Roberto Mancini onu son 5 dakikaların oyuncusu yaptığından beri devasa boyutta gerileyen Umut’a sarılmak yerine Mersin maçının o son 15 dakikasında bile şansı hak ettiğini gösteren Sinan Gümüş’ü denemekle işe başlayabilirdi.

Gelecek planları: Hamzaoğlu “istiyoruz ki her maçı kazanalım, ama istenilen seviyeye süreyle gelinebilir” diyor. Tabii ki bu doğru bir görüş. Bir teknik adamın takımını istediği seviyeye getirmesi için zamana ihtiyacı vardır ve bu bazen birkaç sene olabilir. Ancak unutulmaması gereken bir şey var ki o sürede o takımın istikrarlı olarak gerilemesi önemli bir sorundur. Onun “istikrarlı gelişme” görüşlerinin çok da sağlam olmadığını Podolski hakkındaki demecinden anlıyoruz adeta. “Biraz yavaş gelişiyor” diyor oyuncusu için. 126 kez Alman Ulusal Takımı forması giymiş Lukas Podolski’nin gelişmeye ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. Lukas Podolski’nin doğru yerde, doğru sorumlulukla oynatılmaya ve performans göstermiyorsa da alternatifinin formayı ondan alacağına inanmaya ihtiyacı var. Ama bunu maçın devre arasında, takımla ilk resmi maçına çıkan bir oyuncuya “sağ bek oynar mısın?” diye soran bir hocanın hissettirmesini beklemek hayalcilik olabilir. Hamzaoğlu acaba hayran olduğu (ki olmamak imkansız) Atletico Madrid’in neden sistem takımı olduğunu hiç düşünüyor mu acaba? Belki oralarda Diego Godin’e bir maçın devre arasında aniden “sol bek oynar mısın?” diye sorulmadığından ve hocanın takımının profilini çok iyi bildiğindendir. Daha oyuncular takımına katılmadan önce.

Peki ne olacak? Hamzaoğlu ya bu sinyalleri ve apaçık ortada olan mesajları alıp kendisini düzeltecek ya da selefi Prandelli gibi Florya’daki dolabını tahmin ettiğinden erken boşaltmak zorunda kalacak. Seçim kendisine ait.