Hiciv şiiriyle Almanya’yı ve Türkiye’yi karıştıran bir Jan Böhmermann var. Şiir seven(!) “Reis”e şiir yazarak hakaret ettiği iddia ediliyor. Edilebilir. Oysa Jan Böhmermann’ın şiiri Ortaçağ Karnaval Geleneği’nin uzantısıymış. Kökü Rabelais’e kadar gidermiş. İktidar kültlerini yıkma geleneğiymiş; Ateş İlyas Başsoy Twitter’da böyle diyor.

Bizim de kökleri yobazlara sataşan Kazak Abdal’a kadar giden bir hiciv şiir geleneğimiz var. Kazak Abdal 17. yüzyılda yaşamış bir ozanımız. Romanya Türklerinden ve Bektaşi geleneğinden… Vikipedi’de hakkında şöyle yazıyor: “Yerici-alaycı tutumu, güldürücü diliyle yobazlara, sofulara, kulaktan dolma tutarsız bilgilerle bilgin görünmeye çalışan cahillere, ses kalabalığıyla başkalarını susturmaya çalışanlara şiirlerinde sataşır, onların olumsuz yanlarını sergiler. Aslında şiirleri açıktır, yoruma gerek duymaz. Yerginin içinde gerçeği sunar. Kimlere çattığını açıkça söyler.” Aşağıda aktaracağım şiiriyle çok tanınır ama o da günümüzde “cinsiyetçi” diye kınanabilir. Kadın arkadaşların affına sığınarak, onun hicviyle güncel bir tahlil denemesi yapabilir miyim?

Şöyle başlıyor Kazak Abdal:

“Eşeği saldım çayıra/ Otlayıp karnın doyura/ Gördüğü düşü hayıra/ Yoranın da...”

Otlayıp karınlarını doyuruyorlar. Yanlarına yaklaşana çifte atıyorlar. Faşizmin tarifi bir nevi böyle de yapılamaz mı? Gördüğümüz düş değil, kâbus yaşıyoruz, hayra yormaya niyetimiz yok ve böylece Kazak Abdal’ın “şerrinden” kurtuluyoruz.

“Münkir münafığın soyu/ Yıktı harab etti köyü/ Mezarına bir tas suyu/ Dökenin de…”

Münkir münafığın soyuna günümüzde ne diyoruz? Kendimizi bu kavramlarla açıklamadığımız için onların anlayacağı şekilde söylersek: Siyasi İslam.

Çünkü dinsel kisveli topyekûn bir saldırı altındayız ve saldırı, evet, tecavüz demektir ve her yerde ve her şeye tecavüz etmeye başladılar… Artık asıl sıfatları budur: Tecavüzcüler! Faşist saldırılara faşist tecavüzler eşlik ediyor. Artık faşistlik bile bir mertebedir onlar için. Ve artık ne derlerse desinler, onlara verilecek tek tepki var:

Tecavüzcüsünüz!

Çocuklarımıza, çocukluğumuza, en saf masumiyetimize tecavüz ediyorlar. Sonsuz bir cüretle insanlığımıza tasallut ediyorlar. Öyleyse namusluların namussuzlar kadar cesur olmasıdır tek çaremiz. Peki, tecavüzcüler ve ahlaksızlar, hırsızlar karşısında, ne yapacağız?

“Derince kazın kuyusunu/ İnim inim inlesin/ Kefen dikmeye iğnesin /Verenin de...”

“Dağdan tahta getirenin/ Iskatına oturanın/ Talkınını bitirenin İmamın da…”

Derince kazacağız kuyularını.

Faşizmi yerleştirirken siyasi İslam kullanılıyorsa, faşizme karşı en önemli mücadele kavramı ve aracı elbette laiklik, sekülerlik... Faşizmin ekseni siyasi İslam olduğunda faşizme karşı demokrasi mücadelesinin ekseni laiklik olur elbette.

Ama kendimizi kandırmayalım! Yüzde 49 karşısında yüzde 51 blok yok… Bahçeli’nin “taş üstünde taş baş üstünde baş bırakmayın” diye AKP’nin safına geçtiği bir ortamdayız.

Memleketi taşıdıkları kaosta artık bir yanda iktidar öbür yanda muhalefet yok, açıkça birbirinden nefret eden iki düşman taraf var. Ve bu tarz saflaşmada CHP yönetiminin mesela “dokunulmazlık” basiretsizliği gidişata sadece tüy dikiyor.

Kaos varsa öngörüde bulunabilmek imkânsızdır ve dolayısıyla ve mantıken bütün hesaplar en kötüsü gelebilir üzerine yapılır… Kendimizi daha da kötüsünün geleceğine hazırlamaktan başka çaremiz yok.

“Gammaz ile madrabazın/ Malı vardır da yemezin/ İkisin meyyit namazın/ Kılanın da…”

Ama asla kötümser değiliz. Madrabaz Reza’nın bir çırpıda gammaz olabildiği bir kaosta onların da işi kolay değil çünkü ve çok korktuklarını görüyoruz. Malları var, yiyemeyeceklerinden, yediklerinin fitil fitil burunlarından geleceğinden korkuyorlar. Birbirlerini yiyecekler ve birbirlerinin cenaze (meyyit) namazlarına bile gitmeyecekler.

Ama bizler Kazak Abdal soyundanız ya, yapacaklarımıza da, söyleyeceğimiz sözlere de cümle halkı dâhil etmeyi unutmuyoruz. Kazak Abdal da böyle diyor zaten:

“Kazak Abdal söz söyledi/ Cümle halkı dahl’eyledi/ Sorarlarsa kim söyledi/ Soranın da…”