‘Yalnızlık, felsefenin temel sorunu; senin temel sorunun, benim temel sorunum. Kafası çalışan herkesin temel sorunu’

Gastronomiden gayrı

> CAN BİNALİ AYDIN

Vedat Milor; hukukçu, sosyolog, ekonomist. En bilinen özelliğiyle otorite bir lezzet eleştirmeni, gurme. Ve henüz dokuzlu yaşlarda şiirler yazan bir şair, üstelik şiirlerini o sıra doktora için Almanya’da bulunan şair Can İren’e mektuplayacak kadar da özgüvenli.
Vedat Bey, Burgazada’daki evinde misafir ediyor bizi. Demir bahçe kapısının sesiyle kafasını bile kaldırmayan kedilerin huzuruyla başlayan şaşkınlığım, yan yana bulunan bir sürü evin arka bahçelerine çit çektirilmeyerek oluşturulan ‘’bahçe avlusu’’yla sürüyor. Kocaman bir bahçe, üstelik herkesin. Ayağı alçıdan henüz çıkmış olmasına rağmen, bizi olanca nezaketiyle ayakta karşılıyor. İçeri davet ediliyoruz, koyu bir sohbet başlıyor...

» İstanbul doğumlusunuz, fakat aslen Konyalı olduğunuzu biliyoruz. Soyunuzun Mevlana’ya dayandığı doğru mu?
Mevlana’ya doğrudan dayanan aile Çelebi’lerdir. Mevlana’nın ilk eşine dayanan aile ise Karahafız (Ulusan) ailesidir. Biz, babaanne tarafımızdan Karahafızlar’a dayanıyoruz.
Tabii karşılıklı evlilikler olmuş sonradan. Yani soyumuz Mevlana’ya değil, ilk eşine dayanıyor.
Babaannemin babası Mustafa Ulusan, Atatürk’ü evinde ağırlamış medrese sahibi bir aydın. Hatta Atatürk, bir teşekkür belgesi yazıyor. Eşi Aliye Hanım da, Kurtuluş Savaşı sırasında milli mücadele için kadınları örgütlüyor. Mustafa dede, daha sonra Meclis-i Mebusan’a girip, ölene dek dört dönem milletvekilliği görevinde bulunmuş.

» Son derece mükemmel denebilecek bir eğitiminiz var...
Galatasaray Lisesi’nden sonra, Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nü yüksek şeref derecesiyle bitirdim. Bir dönem London School of Economics’te bulunduktan sonra Berkeley’e geçtim, orada sosyoloji doktorası yaptım. Sonra Stanford’da hukuk okudum. JD derecesi aldım, ilk yüzde 10’a girerek bitirdim. Bir de Princeton’da Institute For Advanced Study’de 1 yıl Albert Hirschman’ın yanında çalıştım. Birkaç sene önce vefat etti. Belki de 20. yüzyılın en önemli sosyal bilimci ve iktisatçılarından biriydi. Bir dönem Einstein’ın başında bulunduğu bu enstitüye çağrılıyorsunuz ancak, kendiniz başvuramıyorsunuz. Sanıyorum biraz fazla okudum...

» Birkaç söyleşinizi okuduğumda, çocukluk hatıralarımızın üstünde yarım asır geçmesine rağmen oldukça diri kaldığı hissine kapıldım; biraz çocukluğunuzdan bahsetseniz...
Çocukluktan beri arkadaşlarımın oynadıkları oyunlar bana cazip gelmemiştir, futbol hariç. Özellikle büyüdüğüm çevrede -belki de doğru arkadaş çevresini bulamadım- onlarla ortak bir çevre yakalayamadım, hala da yakalayabildiğimi düşünmüyorum. Bu maruz kalınmış bir durumdan ziyade, bir tercih durumuydu. Ben evde kitap okumayı tercih ederdim. O boşluğu daha çok ailemle doldurdum. Yalnızlık, felsefenin temel sorunu; senin temel sorunun, benim temel sorunum. Kafası çalışan herkesin temel sorunu.

» 1965 yılında henüz 9 yaşındayken şair Can İren’e şiirlerinizi yollamışsınız; bunun üzerine İren, size kapsamlı bir cevap mektubu atıyor. Annenize mektubunda ise sizden bahsederken, “ ...bu çocuk farklı, bay herkes değil; o bir çocuk-adam.’’ diyor. Nasıl bir ilişki vardı aranızda?
Can İren, annem ve dayımın yakın arkadaşıydı. Şiir yazmamı çok istiyordu ve beni de bu yönde istekli kılmıştı. Bacak kadar çocuğun şiirlerini dikkate alıp cevap yazacak kadar ince bir adamdı.Nasıl şiir yazılabileceğinden, nasıl gol atılabileceğine kadar büyük bir özveriyle yanımda olmuştu. Sanıyorum ‘’gençken ihtiyarlamak’’ istemedi Can. İçine döktükleri asidin, yayılarak onu ‘normal’leştirmesini istemedi. Belki de bende farkettiği bazı hassasiyetleri kendininkilere benzer buldu. Bense onun ölümünden sonra bu potansiyeli; ekonomi, hukuk ve sosyoloji gibi beni yormayan alanlara kanalize etttim. Şiirle ilgilenmek, sanıyorum daha zordu. Çünkü bir şekilde acı çekmeyen biri iyi şair olamaz, tabi bu her acı çekenin iyi şair olabileceğini göstermiyor. Ben her zaman ‘’iyimser bir karamsar’’ olmaya çalışmışımdır. Böylece 10 ila 59 yaş arası ‘’bilinçli bir bilinçsizlik’’le kendimi korudum. Yine de 14 yaşındaki kızım Ceylan bana, “Sen diğer babalar gibi ‘normal baba’ değilsin.’’ diyor, demek ki bir şeyler kalmış içimde.

» İren’in boşluğu size nasıl yansıdı? Sonrasında şiire ilginiz sürdü mü?
1967 senesi galiba sonbahar. Gümüşsuyu’ndaki bilmem kaç yüz metre teraslı, ama hep rüzgarlı evdeyiz. Annem her zamanki gibi öğlene kadar uyuyor, anneannem elindeki gazeteyi sallayarak salona girdi, ‘’Can intihar etmiş, Selma’ya söylemek zor...’’

Sonra bir süre daha devam ettim şiir yazmaya. Bana hediye edilen güzel bir defterim vardı, ona yazardım. Yanında büyüdüğüm babaanem Handan Milor, kilitli dolabında saklardı. Acaba kim hediye etmişti onu bana? Babaannem öldükten sonra defterim kayboldu, elim ayağım kesilmiş gibi hissettim. Tüm birikimim kaybolmuştu, sonrasında bir daha şiir yazmadım.

71’ yılıydı sanıyorum, 16 yaşında falandım.

»Dünya Bankası tecrübesi olan bir ekonomist olarak, Yunanistan’ın içinde bulunduğu mali durumla ilgili öngörüleriniz neler?
Şunu anlamak lazım her şeyden önce; finans kökenli global kapitalizm elbette ki hiçbir istisnaya yer vermek istemez. Yunanlara vereceği taviz iki açıdan onları zor durumda bırakır:

1.si sosyalist hükümeti, halk cephesini güçlendirir; politik olarak bunu istemezler.

2.si diğer ülkeler; İrlanda, İspanya, İtalya ve Portekiz yani Güney Avrupa ülkeleri ‘’bizim kabahatimiz neydi’’ der.

» Kreditörlerin pek taviz vermeyeceğini söylüyorsunuz, sizce nasıl bir yol izlenmesi gerekiyor?
Avrupa bir elle borç verip ötekiyle almak yerine, kamu yatırımlarına önem verilmesini sağlayıp, ekonomiyi büyüterek borçların ödenmesini sağlamaya çalışmalıydı.

Bir de iyi polis - kötü polis oynanmaya çalışılıyor. İyi polis Hollande, kötü polis Merkel.

Tüm bu yaşananlara karşın, Yunanistan’ın tepkisini haklı bir onur savaşı olarak görüyorum.

Benim tahminim ve korkum; SYRIZA gibi alternatif toplum projesi olan düşüncelerin Avrupa toplumlarında egemen olması, finans kapital için en büyük tehdit olacağından buna izin verilmeyeceğidir. Burada Yunanistan’a bir ders verelim düşüncesi hakim olacaktır. Kısa dönemde işlerin daha da kötüye gideceğini düşünüyorum.

» Ellerinizin titremesiyle ilgili birçok şey söyleniyor...
Miyelin tabakasının kronik olarak aşınması. Bilinmeyen bir nedenle, bir şekilde oluyor. Ben civadan olduğunu düşünüyorum. Çünkü derin balıklarda ve kabuklularda civa yüksek, bu nedenle vücuduma çok fazla civa giriyor. Estetik olarak çok tercih edilebilir bir durum değil ama, gündelik yaşamımı etkilemiyor. Mesleki risk diyelim.

***

Çocukluktan beri arkadaşlarımın oynadıkları oyunlar bana cazip gelmemiştir, futbol hariç. Özellikle büyüdüğüm çevrede -belki de doğru arkadaş çevresini bulamadım- onlarla ortak bir çevre yakalayamadım, hala da yakalayabildiğimi düşünmüyorum. Bu maruz kalınmış bir durumdan ziyade, bir tercih
durumuydu.