Gâvurların Or’da -4

Erdal Ateş

Üs'se ilk adım

O eski evimiz yıkılmıştı. Elli metre kadar sağına güzel bir ev yaptık. Kocaman bir bahçesi vardı. Üs’sün kapısına doğru biraz daha yaklaşmıştık. Babam, yapımı uzun sürecek büyük mü büyük bir ambar yaptırdı. Taştan bir ambar. Köyden, tarlalarımızdan gelen ekinlerin saklanması için. Taşları Dikmen’deki taş ocaklarından traktörümüzle çektik. Bazen iki römork takılırdı traktöre. Yolun kenarındaki bu upuzun yüksek ambar, mahalledekilerin ve Amerikalıların ilgisini çekerdi. Yine bir gün, ambar için traktörler malzeme getirirken, Üs’te çalışan bir Türkiyeli geldi babamın yanına. Üs’ten atılacak moloz varmış. Birkaç römorklük. Bizim atmamızı istedi. Kabul etti babam.

Traktörün solundaki, arka tekerleğin üstündeki düz saca oturdum. Gelen adam da karşıma. Üs’sün kapısına geldik. Durduk. Küçük cam kulübedeki görevli bize yaklaştı. Yanımızdaki adam durumu anlattı İngilizce. Polis, “Okey,” dedi. Sonra girdik Üs’se. Sanki Amerikaya adım atmıştım. Bambaşka bir görünüm vardı. Yollar, binalar, levhalar, parklar, ağaçlar, çiçekler, çöp tenekeleri... Sağa, Öveçler istikametine giden yoldan, havuzların karşısındaki bir binanın yanına geldik. Birkaç Türkiyeli işçi, küreklerle römorku doldurmaya başladı. Ben koşa koşa çocuk parkına gittim. Deli gibiydim. Saldırdım parktaki oyun âletlerine. Bir salıncağa bindim. Hemencecik indim. İnip kalkan yaylı hayvanlara atladım. İndim, başka başka ilginç şeylere bindim. Bir ara kafamı kaldırdım uzağa, Üs’sün dışına baktım. Toprak yoldan birkaç kişiyi gördüm. Biri bana bakıyordu. O an, bir Amerikalıydım. Üs’sün içindeydim. Mahalle arkadaşlarımın yanımda olmasını, o kadar çok istedim ki. Amerika, benim için büyüleyici bir sözcüktü artık. Bunu bana, bu park hissettirmişti. Uzaktan biri seslendi bana. Römork dolmuştu. Gitmemiz gerekiyordu. Üzülerek ayrıldım parktan. Bize gelen adam, sevincimin yarım kaldığını anladı mı ne... “Çocuk dursun burada,” dedi babama. “Nasıl olsa birkaç römork daha moloz var. Yine geleceğiz.”

Onlar gittiler. Ben yine koştum parka. Bir süre sonra parkın otoparkına, bir araba yaklaştı. İki çocuk fırladı arabadan dışarı. Ana babaları anlamadığım bir şeyler söyledi onlara. Derken bir araba daha geldi parka. Üç çocuk daha geldi yanımıza. Birbirimize garip garip bakıyorduk. Amerikalı çocukların hepsi bakımlı ve temiz giyimliydi. Benimse elim yüzüm pislik içinde ve üstüm başım dökülüyordu. Bir ara bindiğim salıncağa, altın saçlı bir kız geldi. Mahalledeki bakımsız, sümüklü kızlara hiç benzemiyordu. Ah tanrım, saçları nasıl da sarıydı. Gözleri masmavi. Teni bembeyaz. Ne kadar da güzel bir yüzü vardı. Küçük küçük sallanırken birbirimize bakıyorduk. Hiç heyecanı yoktu sanki. Sallanırken. Diğer çocuklarda da aynı şey hissediliyordu. Sıradan bir parktı burası onlar için. O gün, çok mutlu olduğum bir gündü. Üs’se girmiştim. O hep merak ettiğim, hiç kimsenin giremediği Üs’se. Artık arkadaşlarıma, bu Üs’se dair anlatacağım birçok hikâye vardı.

Yasak bölgede oyun

Bugünkü Türk Ocağı Caddesi ile Süleyman Hacı Abdullahoğlu Caddesi’nin birleştiği noktada, Üs’sün Türk askeri bölgesinde, telden bir sınır vardı. Askeriyenin basit dikenli tel örgülerinin çoğu haraptı. İki sınırın olduğu bölgede, nöbet tutan Türk askeri pek olmazdı. Daha aşağılarda olurdu. Hava Üssü’nün bittiği sınırda, beton bir yapı içinde trafo vardı. Altındaki dikenli tellerin çoğu kağşamış ve bazı bölümleri kopuktu. Buradan biz çocuklar, gençler, askeri bölgeye girer; biraz aşağıdaki büyük borudan gümbür gümbür akan su birikintisinin başında, akan suyu seyrederdik. Şelale, derdik buraya. Burası tehlikeli bir bölgeydi bizim için. Daha çok pazaryeri çevresindeki çocuklar takılırdı buraya. Ben ve birkaç arkadaşım, bazen onlara takılırdık. Birkaç defa suyun başında oynarken, aşağıdaki nöbetçi asker bizi kovaladı. Ben en son kaçan olurdum hep. Aslında, bu su birikintisi olan yeri hiç sevmezdim. Sevmememin tek nedeni de korkmamdı. Burada oynamış kimi çocukları, nöbetçi askerlerin vurduğu anlatılırdı. Aklıma hep o anlatılanlar gelirdi. Ne zaman buraya girsem, vurulacağım korkusu olurdu bende hep. Çok korkardım ama bunu yanımdakilere söyleyemezdim. Yazın, bu su birikintisinde kimi çocuklar yüzerdi. Kimisi de yüksekte akan o gür suyun altında durur, çığlık çığlığa eğlenirdi. Büyüklerimiz bize, bu suyun, Hava Üssü’nden gelen pis su olduğunu söylerdi. Kimisi de, “Onların lağımı,” derdi.