AKP’nin ülke dışında açtığı cephelerde ne olup bittiğini sorgulamak yasak. Meclis’te sorduğunuzda cevap alamıyorsunuz, muhabir olarak mikrofon uzattığınızda tersleniyorsunuz, sivil toplum temsilcisiyseniz muhatap dahi alınmıyorsunuz. Hangi bilginin kime, nasıl sızdırılacağına yalnızca Saray etrafında çöreklenmiş bir avuç insan karar veriyor. Şayet siz gazeteci ya da siyasetçi refleksiyle bir ipucu bulduysanız ve bunu kamuoyu ile paylaştıysanız başınıza gelmedik kalmıyor.

Şundan 3-5 ay önce iktidar yargı paketi ile yeni bir reform rüzgarının eseceğini vaat ediyordu. Sözüm ona düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırları genişletilecek, demokratik standartlar yükseltilecekti. Ancak uygulamada en ufak bir iyileşme yaşanmadı. Eleştirilerini ifade eden, haber peşinde koşan, soran, sorgulayan kim varsa apar topar kendini savcı önünde buluyor.

Geçen hafta, Libya’da ölen MİT mensubunun haberi yapıldı gerekçesiyle Oda TV’yi hedef alan yeni bir operasyon dalgası başlatıldı. Barış’lar ve muhabir Hülya Kılınç tutuklandı. Suçlama MİT Kanununa aykırı olarak kurum personelini ifşa etmekti. Halbuki cenazeye MİT adına çelenk gönderilmiş, cenaze resmi ve sivil katılımcılarla uğurlanmıştı.

Hal böyleyken tutuklamaya giden sürecin çok daha önce başlatıldığı, iktidar çevresindeki bir grubun sistematik bir biçimde Barış’ları hedef gösterdiği iddiası da orta yerde duruyor. Her iki gazeteci de özellikle Fethullahçılardan boşaltılan yerlere başka tarikat ve cemaatlerin yerleştiğini kitaplaştırmaları, FETÖ borsası üzerine açıkladıkları ve Pelikan grubuna dair söyledikleri nedeniyle epey düşman edinmişti. Daha önce zaten haberi yapılan, bizzat İyi Parti milletvekili Özdağ tarafından dile getirildiği söylenen MİT personeli konusunun, hazırda bekleyen operasyon için bahane olma ihtimali hiç de akıl dışı bir şey değil.

Aynı suçlamayla mahkeme önüne getirilen isimlerden Murat Ağırel de yaklaşık 10 gün önce bir diğer Yeniçağ yazarı B. Çolak ile bir başka “operasyona” maruz kalmıştı. Erdoğan’ın birkaç tane şehidimiz var açıklamasından sonra bir albayın Libya’da hayatını kaybettiğini ve memleketinde sessiz sedasız defnedildiğini sosyal medyadan duyurmaları üzerine hesapları ve telefonlarının kontrolü ele geçirilmişti. Gazete haberin doğru olduğunu belirtmiş fakat haberi yayından kaldırmıştı. Ağırel ve Çolak’ın başına gelenler sıradan bir “hacklenme” işi değildi ve enine boyuna araştırılması gerekiyordu ancak “hiç olmamış gibi” davranıldı. Geçtiğimiz cuma günü MİT haberi yüzünden ifade verip serbest kalan Ağırel hakkında yeniden tutuklama kararı çıktı.

Gazeteciler birer ikişer hapse atılırken zihinlerdeki soru işaretleri artıyor. Zamanında Fethullahçı çeteye karşı mücadele vermiş isimlerin şimdi onların yöntemlerini andıran bir biçimde derdest edilmesi ne anlama geliyor? Gazeteciler üzerindeki baskının Adalet Bakanı ve Pelikancıların arasında süren kavga ile ilgisi var mı? Kaçma şüphesi olmayan, kendi ayağıyla ifadeye gelen isimleri tutuklamak kimlere gözdağı vermek demek?

Kozmik odaya girilirken Fethullahçılarla saf tutan kimi yandaşlar “devlet sırrı” kisvesi adı altında halktan bilgi saklanmaz diye ahkâm kesiyorlardı. Ne oldu da şimdi askeri operasyonların sonuçlarına dair bilgi paylaşmak vatan hainliği oldu? Libya’da ve İdlib’de duyulması istenmeyen başka hangi gerçekler var? Bu sorulara cevap vermesi gerekenler neden susuyor?

Yaşadıklarımızı üst üste koyunca Libya ve Suriye’deki savaş bahanesiyle OHAL’in gayri resmi bir biçimde geri getirildiğini söyleyebiliriz. Anayasal olarak güvence altına alınmış haklarınızı kullanamadığınız rejim bir “olağanüstü hal rejimi”dir. Orada her şey normalmiş gibi siyaset yaparsanız nihayetinde bertaraf olursunuz.

Bu ülkede İstanbul’dan Kilis’e Adana’dan Balıkesir birçok ilde savaşa hayır etkinlikleri apar topar valilik talimatıyla şimdilik on günlüğüne yasaklandı. Yalnızca mitinglerden söz etmiyoruz, bölgede ne oluyor oturup tartışalım diyerek düzenleyeceğini panel ve söyleşiler de buna dahil. Onlarca genç insanımızı kaybettiğimiz bir dönemde “Savaşa Hayır” demek yasaklanıyorsa birileri savaşın devamından medet umuyor demektir. 8 Mart’ta kadınların Taksim’e çıkmasını yasaklamak, Oda TV’ye erişim engeli getirmek, CHP’li Özkoç için jet hızıyla fezleke hazırlamak da gayri resmi OHAL icraatıdır.

Muhalefet hakların, özgürlüklerin keyfi bir biçimde sınırlandığı zamanlarda ne yapmalı sorusuna cevap ararken geçmişe şöyle bir bakmak ve ders almak gerekir. 45 sene önce Milliyetçi Cephe (MC) göreve geldikten sonra sıkıyönetimi sürdürürken CHP her mecrada sıkıyönetimin kaldırılması için mücadele veriyordu. Sıkıyönetimi kaldırmak zorunda kalan MC “sıkıyönetimsiz sıkıyönetimi” deneyince tüm sol güçler yeni bir muhalefet dalgası başlatarak CHP’yi de bu mücadelenin içine çekmişti. Konjonktür farklı doğrudur ancak bugün de gerçek mücadele gayri resmi OHAL ile özdeşleşen Saray rejimine karşı soldan büyütülmelidir.