Güç, tek bir kişinin iradesinin sağlamlığı ve bükülmezliği, beton gibi katı oluşu ile simgeleşirken, mevcut iktidarı eyleme biçiminin taşıdığı yıkıcı potansiyelin de belirdiği alan oldu burası

Gaz, beton, sağlam irade ve Gezi Direnişi

> CEMAL DİNDAR cemaldindar@gmail.com

Taksim 1 Mayıs Alanı’nın Gezi Direnişi sonrasında dondurulduğu an, Türkiye’nin kapatıldığı çerçeveyi anlamak için açıklayıcı bir örnek sunabilir. Katı olan her şey Gezi Parkı’nda buharlaştı ve sonrasında buharlaşan her şey Taksim Meydanı’nda katı halini yeniden almak için bir gayrete girişti.

Bunun ilk örneği tabi ki, destekleyicileri için ebedi lider konumuna yerleşirken, paradoksal bir şekilde, Gezi’nin de ‘negatif lider’ konumunu işgal eden Tayyip Erdoğan ve ona dair ‘sağlam irade’ nitelemesiydi. “Occupy Taksim – Taksim’i İşgal Et”in bir yüzü Taksim’de iradesi buharlaşanın sağlam iradesini somutlaştırması oldu. Sağlam iradenin bir metaforu değil, dolaysız işareti olarak Taksim 1 Mayıs Alanı’na dökülen beton buharlaşan iradenin katılaşmasının da somut örneği olarak iki yıldır orada!

Taksim gerçekten işgal edilmiştir. Fakat direnişçiler değil, Şef tarafından!

‘Sağlam İrade’nin dışından seslenen her türlü iradeye, dolayısıyla tinsel bir varlığa, hayat belirtisine, hatta yeşil bir dala bile bu alanda geçit verilmemesinin bir nedeni de bu; Gezi’nin buharlaştırdığı her neyse orada Gezi Direnişi’nin bizzat kendisini buharlaştırmak için sürekli etkin bir iradesizleştirme alanı haline getirildi Taksim 1 Mayıs Alanı. Direnenlerin koşarken durmasının, bu durma anının da yaratıcı bir eyleme dönüşmesinin karşısına gücün betonlaşması çıkartıldı. Dilek ağacı ya da parkın temsil ettiği doğa, meydanda üzerine dökülen betonla susturuldu.
Güç, tek bir kişinin iradesinin sağlamlığı ve bükülmezliği, beton gibi katı oluşu ile simgeleşirken, mevcut iktidarı eyleme biçiminin taşıdığı yıkıcı potansiyelin de belirdiği alan oldu burası. Şöyle ki, akşam nerdeyse hiç aydınlatılmayan ve çevre binalardan meydana sızan ışıklarla yetinmek durumunda kalmış alandan geçenler yaşayan birer bireyden çok gölge-insan, hayalet imgesiyle buluşuyorlardı, yatay değil de yukarıdan bir bakışla…
Ki onların, hepimizin bu meydanda birer gölgeye dönüştürülmesinin bu ‘yukarıdan bakış’ ile daha iyi yakalanması rastlantı mı?

Meydanın hemen kıyısına yerleşmiş, birkaç ay önce kapısına yıkımı için ihbarname asılmış, AKM’nin tam karşısında ve dışarıdan içerden en az AKM kadar harabe görünen bir binanın dördüncü katından meydana bakıyoruz. Gezi Parkı’na, sanırım direniş günlerinden sonra adı değişen ve Osmanlı diye değil de bu kelimenin İngilizcesi ile kendine ad seçmiş otele, 1 Mayıs 1977’den mimli su deposunun ardında eskiden sanırım Kasımpaşaspor’un hükmündeyken şimdi yerel milis – resmi baskı aygıtı birliğini ifade edercesine bir polis merkezine dönüştürülmüş olan, Gezi öncesi Beyoğlu’nun neşesi için gelenlerin otomobilleriyle doluyken şimdi tomalar, polis araçları, akrepler yığılı otoparka bakıyorum.

Otoparkın hemen kenarında, arkada tramvay garajına yakın, adını bilmediğim birkaç ağaç ve üzerinde bir papağan sürüsü. Epey bir zaman gidip geliyorlar ve belli ki bu ağacın meyvesini çok seviyorlar…
İstanbul’da yaşamayan bir arkadaşımla bir akşam beton rengine teslim olmuş alana ve gölgelere bakarken onun çağrışımını da analım: “Volta yeri!”

Bu cezaevi volta yerine benzetme ile birlikte sağlam iradenin keyfiyetini birlikte düşünmek, bir kez daha bu meydanın nasıl bir gücü olduğuna işaret etmiyor mu?

Tüm bunlarda sanırım muktedirleri de yönetilenleri de tekinsiz bir aralığa mecbur eden bir belirsizlik var. Ki dönemin baskı araçları ile ideolojik araçlarının kimyasal-sanrısal belirsizliği ile de uyumlu bu tekinsizlik. Gaz, üstelik biber ya da portakal gibi gündelik hayatın nesneleriyle bütünleşen, biber gazı, portakal gazı adları alan şu baş belasından da söz ediyorum. Fakat, sağlam iradenin karşısında olanları işliklerde, alışveriş merkezlerinde, betonarmelerde donduramadığı durumda buharlaştırmasının aracı olarak kullanımı düşünüldüğünde zamanın ruhunun semptomu olarak epey açıklayıcı. “Burnunu çeken ve göz yaşı içindeki öfkeli çocuk,” haline toplulukları geriletme işlevi ile birlikte baskı ile ideolojik olan arasındaki, eylemle söz arasındaki mesafeyi de iyice daraltıyor.

Bu tekinsiz aralığa, pekala buharlaştırdığın her neyse onu sonradan hangi mecrada kalıba dökeceğin ile ilgili yapısal bir zorluk yerleşiyor. Bir de toplum mühendisliği gibi başlayan nice işlemin sonuçlarının toplumsal bilinçsizin havuzuna düşüp orada neye dönüşeceği ile ilgili kontrol edilemezlik, kestirilemezlik de sürece ekleniyor. Yaşadığımız eninde sonunda tuhaflıklarla bezeli bir karnaval hali… Eski, yeni adlandırmalarında eskinin temsili olarak görülen ne varsa harabeleştirme hali, yeninin temsili olarak ne varsa niceliksel büyüklüklerle bir değerlendirmeye tabi tutma hevesi… Sonuç; her şey her şeydir. İçi o denli boştur ve boşluk her şeyin karşıtına dönüşmesi fırsatını verir. Bir örnekle; sol aklın odak yazı mekanları soldan kopuşun uğrakları olarak işlev görebilir. Dahası bu işlev hiç de gocunmadan kamuoyunda arz-ı endam edebilir.

Tüm bunları toplum ruhsallığına meraklı biri olarak şöyle de görüyorum:

Bakmayın mevcut siyaset sahnesinde neler olup bittiğine, ince hesaplara, efelenmelere… Türkiye halen Gezi Direnişi’nin zorladığı dinamiklerle Taksim 1 Mayıs Alanı’ndaki beton kütle, ya da siyasi karşılığı olarak “Sağlam İrade” arasında salınıyor. Direnişe gönül vermiş olanların melankolisine rağmen bunu en iyi mevcut siyaset sahnesinin sahibi gibi davrananlar biliyor. Seziyor.

Yaşayıp göreceğiz.