Bir belgesel sahnesi klasiğidir; büyük kedilerden bir vahşi hayvan, bir zebra (yahut geyik, ceylan vb) sürüsüne saldırır. Sürüdeki zebralar doğal olarak kaçışır, kovalamaca başlar. O sırada başka bir yönde başka bir zebra sürüsü vardır. Onlar gayet sakin, adeta bizim o belgeseli izlediğimiz gibi boş boş bakarak olayları izler. Zira tehlike başka bir yöndedir. İçgüdüleri harekete geçmemiştir. Zaten onları insandan ayıran temel farklardan biri budur. Bu alakasız gibi görünen girişi yapışımın nedeni şu. Terazi, lastik, jimnastik esnekliğinde bir denge kurma üstadı olan Ahmet Hakan, Hürriyet’teki köşesinde iki gündür, “demokrasisiyle meşhur İsveç’ten bildiriyor” bir “gazetecilik” tanımı yapıyor. Diyor ki; gazeteciyle aktivist arasında fark varmış, gazeteci yürüyüyüş izlermiş, aktivist yürüyüşe katılırmış, gazeteci üzerine “adalet” yazan tişört giymezmiş falan feşmekan… Ahmet Hakan bu müthiş ilkeli duruşunu; iktidar nimetlerinden faydalanan gazetecilerle “adalet” talep eden gazetecileri bir çırpıda eşitleyerek sürdürüyor. Onun gözünde ikisi de aynı şeymiş, “pek gazeteci değilmiş” yani. Gazetecilik mesleği bu denli tehdit altında olmasa güzel kafa aslında böyle noter, yargıç vs. gibi takılmak. Lâkin, işin gazeteciyi de Türkiye’deki herkes gibi “adalet” talep etmek zorunda bırakan tarafları var. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun derdi de bu.

Gazeteci “Adalet” isteyemez mi?

Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Adalet Yürüşü’nde başından sonuna kadar bir siyasi partinin simgesi kullanılmadı. Partizan sloganlar atılmadı, vaatler ortaya atılmadı. Sadece Türkiye’deki herkes için “adalet” talep edildi. Peki gazeteci bu Türkiye’deki “herkes”ten azade mi? Örneğin; Ergenekon, Balyoz kumpasları zamanında gazeteci arkadaşlarımız için yürüyünce gazetecilik sınırından çıktık mı yani? Yürümesek, yanlarında olmasak “aaa yanlışlık olmuş” diye bırakacaklar mıydı? Kaldı ki gazeteci, mesleğini hakkıyla ifa etmek için de “adalet” talebinde bulunamaz mı? Gazeteci mesleğini yaptığı halde tutuklanıyorsa, onlarca meslektaşı bu biçimde tutuklu haldeyse, onlar için ve aslında kendisi ve dahi mesleği için “adalet” talep etmesinin neresi “gazetecilikten” çıkmak acaba?

Gazeteci mesleğini yaparsa ne olur?

Örneğin; Ahmet Hakan’ın da çalıştığı Doğan Grubu’nda mesleği hakkıyla yapma konusunda bir esneklik var mı? Yani biri kalkıp her yönüyle, yani Ahmet Hakan’ın müthiş ilkeselliği içinde gazetecilik yapacağım ve beni de burada barındıracaklar diyecek özgüvene sahip mi? Bu konuda her şey “adalet” sınırları içinde mi yürüyor? Diyelim ki, haber yaptık çalıştığımız kurumdan uzaklaştırıldık, mevcut “adalet” sistemi bize haklarımızı teslim edecek mi? Kendisinin de program yaptığı kanalda Nevşin Mengü, birileri rahatsız olduğu için kızağa çekilirken “adalet” orada mıydı? Oradaysa, niye bize ıslık çalmadı?

Şu aktivistlik meselesi

Ahmet Hakan diyor ki, “aktivistle” “gazeteci” arasında fark varmış. Evet haklı var ama laboratuvar ortamında var. Yani gazetecilik yapmak için bile “aktivistlik” yapma zorunda kalmıyorsan var. Bugün ana-akım medyada bazı şeylerin haber olması için “aktivist” olmak bile yetmiyorsa gazeteci ne yapsın? Doğan Medya Grubu İsveç Ataşesi Ahmet Hakan’a kalırsa “Adalet” Yürüyüşü’nü izlemekle yetinsin. Haberini yazarken elbette mesafesini koruyacak da, kendi adalet talebini dilekçeyle mi verecek yani? Haber yaparak versin denilebilir de nerede?

Evet, o kadim teoriye göre gazeteci demokrasilerde “dördüncü kuvvet” ama dördüncü kuvvet olma misyonunu sürdürebileceği ölçüde “demokrasi” de lazım. Onun da temelinde “adalet” var. Zira mülkün yani devletin temelinde adalet var. Ahmet Hakan diyor ki, gazeteci tarafsızca izlesin. “Yahu arkadaşlar tutuklandı ama bana bir şey olmaz” deyip izleyedursun değil mi? Oldu tabii, içine de atsın mı peki? Olmadı kör kuyuya fısıldasın. En olmadı Ahmet Hakan gibi mükemmel denge kursun. En konforlusu o. Nasıl aklımıza gelmedi ki bu?