1833 yılı öncesinde yaşasaydınız sadece şu an yaptığınız iş için zengin kabul edilebilirdiniz. Çünkü gazeteler sadece iş ve politika dünyasına yani elit kesime hitap eden pahalı yayınlardı. Benjamin Day isimli 23 yaşındaki New York’lu bir genç burada bir boşluk gördü. Bir politik ajandası yoktu, bir gazetecilik idealisti değildi, prestij için gazete çıkaracak kadar zengin de değildi. Bir matbaası ve genç bir girişimci olarak parlak bir iş fikri vardı. Hiç kimsenin kayıtsız kalamayacağı hikâyeler toplayıp tirajı yükseltecek, gazeteyi satış fiyatından ziyade bol miktarda ilanla finanse edecekti. Yani 1 penny’e, külliyen zararına gazete satacak, kârı ilanlardan elde edecekti. Yayınlara reklam almak daha önce de denenmiş bir şeydi ama reklamlar haber formundaydı, çoğunlukla neyin reklam neyin haber olduğunun anlaşılmadığı bir muğlaklık vardı. Day’in modeli dikkat çekici haberlerle ilanların bir karmasıydı. Tim Wu, Dikkat Tacirleri (The Kitap, 2017) isimli kitabında bu olayı, “New York Sun gazetesinin başarısı, bir gazetenin mutlaka siyasi partinin yayın organı olması ve sırtını zararlarını karşılayacak bir patrona dayaması gerekmediğini de kanıtladı” yorumuyla aktarıyor.


GAZETECİLİĞİ KUTSALLAŞTIRIRKEN

Benjamin Day’in elit kesimin elinde olan gazete okuma işini geniş kesimlere yaydığı için eleştirilmiş olacağını tahmin etmek güç değil. Ancak gazeteciliğin kurumsallaşmaya ve tarafsızlığın ilke kabul edildiği doğasına giden yolu, sansasyonel adli olaylara dayalı bu gazete olmasa da bu model açtı diyebiliriz. Gazeteciliğin başlangıcında tarafsızlık ve nesnellik gibi dertlerin olmadığını, bunların 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gazetelerin kurumsallaşmasıyla bir ilke haline gelmeye başladığını hatırlatmalıyım. Yazıya bu uzun girişi, Faruk Bildirici’nin Nevşin Mengü’nün şahsi sosyal medya hesabında “işbirliği” adı altında bizzat reklam yapmasını eleştirmesiyle başlayan tartışmayı ele almak için yaptım. Çünkü gazeteciliği kutsallaştırırken bazen nereden ve nasıl geldiğini unutuyoruz.

KİM FİNANSE EDİYOR?

Öncelikle Faruk Bildirici’nin kimselerin sorumluluk almadığı dönemde bir misyon üstlenmesini ve ısrarla ilkeleri hatırlatmasını değerli bulduğumu söylemeliyim. İlkeler doğrultusunda asla yanlış şeyler söylemiyor ve işini kişiselleştirmiyor. Ancak onun bu uyarısıyla başlayan tartışmanın ilkeleri yeniden düşünmek üzerine de bir fırsat olduğunu söyleyip devam edeyim. Çünkü günümüzde tıpkı Benjamin Day’in 1833 yılında gördüğü gibi bir boşluk söz konusu. Gazetecilik bir gelir modeli krizi içinde. ‘Ne geliri, bu bir kamusal hizmettir’ deseniz bile, bu romantizm haberin çok maliyetli bir iş olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bu yüzden Batı’daki kurumsallaşan yapılar hariç, gazeteciliği ya devletler (başka ülkelerde bile) ya siyasi partiler finanse ediyor ya da medya dışı işlerine çıkar sağlamak isteyen sermaye odakları, bir de fonlar var tabii. Böyle bir ortamda, yeni medya olanaklarını kullanmak isteyen bağımsız bir gazetecinin ‘reklamla’ ilişkisini yeniden düşünmek ve tartışmak zorundayız. Bu elbette ilkeler kimin umurunda demek değil.

NEYE İHTİYAÇ VAR?

Bir başka gerçek daha var. Ne Batı’da ne de Türkiye’de hiçbir itibarlı haber kuruluşu, çalışanlarının reklamlarda oynamasına izin vermez. Köklü kuruluşlarda bunun tartışmasını bile yapamazsınız. Bu yasağı 2011 yılında, halihazırda CnnTürk’te haber programı yaparken bir banka reklamında oynayan Cüneyt Özdemir delmeye çalışmış, kurumu sessiz kalsa da RTÜK tarafından 16 kanalın bu reklamı yayınladığı için para cezası almasına yol açmıştı. Ancak artık yeni medya mecralarında çalışan isimlerden bahsediyoruz. Geçmişteki tanınırlıklarını kullansalar da kendilerine oluşan talebi doğrudan bir kurumdan almıyorlar. Yeni medya mecralarında algoritmalarla belirlenen bir rekabetin içinde bağımsız olarak yer alıyor ve haber harici pek çok içerikle rekabet ediyorlar. Eğer oynadıkları reklamla kamuoyunu yanıltırlarsa da kendi itibarlarını yitirecekler. Bu riski aldıkları görülüyor. Nevşin Mengü’nün yaptığı işe “işbirliği” demesi yanıltıcı. Bence adlı adınca “reklam” demeli ve bu net olmalı. Reklamda birinci tekil şahıs olarak verdiği “tavsiye” şiddetine göre üstlendiği riske de razıysa, sorumluluk onun. Platformların da reklamla normal içeriği ayırıcı daha katı standartlara ihtiyaçları var.

Yeni etik standartlar ve belki gazeteci tanımının haricinde yeni mesleki tanımlamalar gerekiyor. Örneğin ben nasıl köşe yazarı olarak kendimi gazeteci olarak tanımlamıyorsam, aktarıcı, yorumcu konumlarını gazeteciden ayrı düşünmek gerekli belki. Çünkü yeni medya koşullarında varlık göstermeye çalışan geleneksel medyadan geçen birini eleştirilebilirken, onun yaptığı işe talip olup kendine Influencer, YouTuber, Twitch yayıncısı diyenler bundan azade. Biz her ne kadar onlara gazeteci demesek de özellikle genç kitlelerin haber alma konusunda onlara itibar edeceği durumlar mevcut. Bu isimler haberin dağılımına gazeteciden çok etki edecekse onların etik standartları ne olacak? Onlar yeni medya olanaklarını kullanıp finansal olarak güçlenirken gazeteciler nasıl ayakta duracak? O yüzden işte tıpkı Benjamin Day’in 1833’te yaptığı gibi yeni modeller düşünmek zorundayız. Belki reklamda oynamalarından ziyade oynadıkları reklamı haberden net bir şekilde ayırmak için yeni ve net standartlar belirlemeliyiz. Tartışmanın yolunu tamamen kapamayalım. Ancak eleştiriye karşı takınılan “hadi ordan boomer” biçiminde konuyla ilgisiz savunmanın ve benim sayemde konuşuluyorsun tarzı başkası adına utandıran kibirli tutumların da bu tartışmaya faydası yok.