Son dönemde haber kaynaklarıyla telefonda konuştuğu için gözaltına alınan ve tutuklanan gazeteciler basın özgürlüğünün durumunu gözler önüne serdi. Prof. Dr. Süleyman İrvan, “Belli ki burada bir suç yok aslında korkutmak istiyorlar. Bu iş diğer gazeteciler için bir tür sopa” dedi.

Gazetecilere sopa gösteriliyor

Dilan Esen

Odatv Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız ile Tele1 Ankara Temsilcisi İsmail Dükel, önce haber kaynaklarıyla yaptıkları telefon görüşmeleri nedeniyle ‘askeri casusluk’ iddiasıyla gözaltına alındı. Ancak ifadelerin verilmesinin ardından suçlama ‘gizli kalması gereken bilgileri açıklamak’ şeklinde değiştirildi. Gece vakti görülen davanın ardından Dükel adli kontrol şartıyla serbest bırakılırken Yıldız ise tutuklanarak cezaevine gönderildi. Son birkaç ayda Libya haberleri nedeniyle tutuklanan 7’nci gazeteci Müyesser Yıldız oldu.

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya ve Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Süleyman İrvan ile bu tutuklamaları ve ülkedeki basın özgürlüğünü konuştuk. İrvan bu tutuklamalar yoluyla bütün gazetecilere sopa gösterildiğini aktardı

ASIL AMAÇ KORKUTMAK

► Müyesseer Yıldız ve İsmail Dükel, haber kaynağıyla görüştükleri için gözaltına alındı. Ardından Yıldız tutuklandı. Bu yaşananlar bize neyi gösteriyor?
Açıkçası A Haber’de Sabah’ın istihbarat muhabiri Abdurrrahman Şimşek’i dinlerken dehşete kapıldım. ‘Operasyonun perde arkasını anlatıyorum’ diyerek başladığı açıklamasında bu operasyonun 6 aylık bir teknik takibin yani telefon dinlemenin bir sonucu olduğunu, Odatv Haber Müdürü Müyesser Yıldız’ın askeri casusluk kapsamında değerlendirilen ‘suç niteliği taşıyan’ 29 ayrı telefon görüşmesinden dolayı gözaltına alındığını söylüyor. Abdurrrahman Şimşek, gazetecinin bu 29 görüşmeden aldığı ‘istihbaratların’ yani bilgilerin hiçbirini Odatv’de haber olarak kullanmadığını söylüyor ve devam ediyor: “Bir gazeteci haber kaynağıyla görüşüyor, bu bilgileri alıyor ama bunları köşesinde yazmayınca Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı bunu askeri casusluk kapsamında değerlendiriyor.” Peki kanıt? O henüz yok. Burada cevaplanması gereken birinci soru, gazetecinin neden teknik takibe alındığıdır. Bir gazetecinin teknik takibi mi olur? Muhtemelen şuanda Türkiye’de kendisini muhalif gören gazetecilerin tamamı dinlendiğini düşünüyor. Bir ülke için bu kadar kötü bir şey olabilir mi?

Demokratik toplumlarda basının toplumu aydınlatma işlevini yerine getirebilmesi, potansiyel haber kaynaklarıyla korkmadan konuşabilmesi için bu türden ‘caydırıcı etki’ yapabilen telefon dinlemelerinin yapılmaması gerekir. Telefon dinlemeleri demokratik toplumlarda sadece ‘suç şebekelerini ortaya çıkarmak için’ yapılır, gazetecilik faaliyetlerinden suç çıkarmak için değil.

Diyelim ki bir gazeteci suç olan bir şey yaptı ve siz de onu takip ediyorsunuz. Eğer bu suçsa 29 kere onu dinlemezsiniz. Zaten birkaç konuşmadan sonra suç işliyor deyip tutuklarsınız. Yani bir kişinin 29 kere suç işlemesine izin vermezsiniz. Belli ki burada bir suç yok aslında korkutmak istiyorlar. Bu iş diğer gazeteciler için bir tür sopa.

gazetecilere-sopa-gosteriliyor-743866-1.

ÖNCE MEDYA İNFAZ EDİYOR

► Daha gazetecilerin avukatları bile gözaltı sebebini öğrenememişken iktidara yakın Sabah gazetesi, haberi duyurdu. Bu örnekten yola çıkarak medya, yargı ve iktidar ilişkisinin bugünkü durumunu değerlendirebilir misiniz?
Aslında bu ilk kez karşılaştığımız bir durum değil. Ergenekon ve Balyoz davalarından beri bu tür soruşturmalar önce iktidara yakın medyada ‘güvenilir’ istihbarat muhabirlerine servis ediliyor, avukatlar bile suçlamaları bu gazetecilerden öğreniyor. Bunu bir tür ‘kamuoyu oluşturma’ mekanizması olarak okuyorum. Türkiye’de zaten ‘masumiyet karinesi’ dediğimiz evrensel hukuk kuralı işlemiyor. Önce infaz ediyor, sonra yargılıyoruz. İnfaz etmede medya da önemli bir işlev görüyor.

► MİT davasında 6’sı tutuklu 7 gazetecinin yargılanma sebebine baktığımızda yine mesleki faaliyetler söz konusu. 6 gazeteci aylardır cezaevinde tutulması hakkında neler söyleyebilirsiniz?
MİT Kanunu’nda MİT mensupları ve ailelerinin kimliklerini, makam, görev ve faaliyetlerini herhangi bir yolla ifşa edenlere üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verileceği, bu ifşaatın medya üzerinden yapılması durumunda ise bunları yayanlar hakkında üç yıldan dokuz yıla kadar hapis cezası verileceği ifade ediliyor. Peki, yasanın gerekçesi nedir? MİT mensuplarının açığa çıkmasının engellenmesi. Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde de açıkça ifade edildiği gibi gazetecinin görevi, toplumu ilgilendiren tüm olayları takip etmek, araştırmak ve haberleştirmektir. Gazeteci kamu yararı söz konusu olan her olayı haberleştirmekle yükümlüdür. Gazeteciliğin asli görevleri ile başka yasalardaki sınırlamalar çelişirse, bu durumda kamu yararına bakılır. Açıkçası, Libya’da şehit olmuş bir MİT mensubunun kimliğinin gizlenmesini gerektirecek bir kamu yararı olduğunu düşünmüyorum.

Kamu yararı varsa ve bir bilgi sızmışsa yasalar suç olarak görse bile gazetecinin görevi haber yapmaktır. Yasanın o kişiyi deşifre etmeyin demesinin sebebi o kişinin kimliğini korumak ama o kişi zaten ölmüş. Bizim operasyonlarımızı siz haber yapamazsınız demek bu.

***

Özgürlükler lafta kalıyor

► Özellikle son dönemde yaşanan tutuklama, gözaltı yargılama, gazeteci ve gazetelere saldırıları değerlendirdiğimizde Türkiye’de basının durumuna ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
Türkiye’de basın ya da daha genel anlamıyla medya yakın tarihin hiçbir döneminde çok özgür olmadı. Ancak son yıllarda özellikle muhalif olarak tanımlanan ya da kendilerini bağımsız olarak tanımlayan medya baskıyı daha çok hissetmeye başladı. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun’un da söylediği gibi “Basın özgürlüğü demokrasinin bel kemiğidir.” Tabii bu sözün lafta değil icraatta da karşılığını bulabilmesi lazım. Açıkçası ben de İletişim profesörü Fahrettin Altun’a katılıyor, basın özgürlüğünün Türkiye’de de demokrasinin bel kemiği olması gerektiğini düşünüyorum. Maalesef gerçekler acıdır. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF)her yıl düzenli olarak yayımladığı Basın Özgürlüğü Endeksi bizim için önemli bir parametredir. 2020 endeksinde 180 ülke arasında 154. sıradayız ve maalesef bu durum hiç de övünülebilecek bir durum değil. Bugün Türkiye’de gazeteci tutuklamaları ve gözaltılar adeta vaka-i adiye yani sıradan olaylar haline gelmiştir.