Gazetecilikle ilgili anlatılarda genellikle zaman içinde bozulduğu kabul edilir. Yani inanışa göre bir idealizmle başlamış, sonra zamanla çürümüştür. Aslında ne dünya gazetecilik tarihi için ne de ülkemizin gazeteciliği için böyle bir durum söz konusu. Gazetecilik belirli ihtiyaçlarla zaman içinde bugün ideal kabul ettiğimiz şekli aldı. Ancak ne olursa olsun başından beri hakikatle yalanın mücadele alanı oldu. Elbette idealist insanlar her zaman vardı. Elbette normlar belirlendi. Ancak Gutenberg matbaasından beri bilgiyi kendi çıkarları için manipüle etme eğilimi vardı. Bugün ülkemizde eskiden ana akım tabir edilen yaygın gazeteciliğin geldiği noktanın dünyadan bağımsız şartları olsa da tamamen dünyadan bağımsız yorumlayamayız. Ancak diyebiliriz ki, gazetecilik başladığı yere dönüyor. “Peki bu nasıl oluyor?” Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun derdi bu.

NASIL SAVAŞ TEMİN EDİLİR?

Lee Mcintyre*’ın Michael Scudson’dan aktardığına gore; bugün standart olarak kabul ettiğimiz ‘nesnel habercilik’ aslında 1830 öncesinde büyük bir mesele değildi. Bilakis gazetelerden tarafgir bir bakış açısı bekleniyordu. Öyle ki, Jacob Soll, Sahte Haberin Uzun ve Acımasız Tarihi adlı ünlü makalesinde** 1890’larda İspanyol-Amerikan savaşının arkasında bizzat gazeteciliğin olduğunu ortaya koyan bir anekdot aktarıyor: Morning Journal’ın sahibi William Randolph Hearst’e Havana’daki muhabirinden savaşın olmayabileceği yönünde bir telgraf geliyor. Hearst’ün muhabirine cevabı ise gazetecilik tarihine geçecek nitelikte: Sen fotoğrafları temin et, ben savaşı temin ederim. Sonrasında Hearst sahiden de Kübalı yetkililerin Amerikalı kadınlara çıplak arama uyguladığı düzmece çizimler yayımlayıp, istediği savaşı elde ediyor.

NESNEL HABERCİLİK NASIL DOĞDU?

Bugün haberden en büyük beklentimiz tarafsızlık. Bunu standart kabul ediyoruz. Yine Mcintyre’dan aktaralım; bu standart başlangıçta ticari kaygılarla oluşuyor. Örneğin; Associated Press Haber Ajansı, siyasi bakımdan çeşitlilik gösteren müşteri kitlesini kendine çekmek için gerçeklere dayalı haberlere önem vermeye başlıyor. Aynı şekilde New York Times haberin dilini ‘hikâye’ modelinden ‘bilgi’ modeline çevirerek seçkin bir konuma ulaşıyor. Böylece bilgiye para ödeyebilecek hali vakti yerinde okuru kendine çekiyor. Yani nesnel haber dediğimiz olgu ve gazeteciliğin bir meslek haline gelmesinin ardında onu para ödeyerek destekleyen okurun büyük katkısı var. Bugünkü haber okuma/izleme pratiklerimize baktığımızdaysa çoğumuzun yöntemi internet üzerinden zahmetsizce ve çoğunlukla bedava şeklinde. Bu ortamda da gazetecilik, kim maddi açıdan güçlüyse ve desteklerse onun denetimine giriyor.

BİLGİ ÖZGÜRLEŞİNCE NE OLDU?

Facebook, Twitter, Google gibi teknoloji şirketlerinin havalı mottolarının en önemli kısmı, bilgiyi özgürleştirme ve demokratikleşme misyonuydu. Bugünlerde anlaşılıyor ki, bilgi özgürleştirme ve demokratikleşme büyük bir fiyasko. Zira informasyonla birlikte dezenformasyon yani zırva da özgürleşti. Zırva insanın aslında rasyonel olmayan doğası gereği kendilerine büyük bir taraftar buldu ve hızla büyüyüp yayıldı. İnsanlar neye inanıyorlarsa onunla ilgili kanıtları internete özgürce koyarak ve eliyle koymuş gibi bularak bilimsel gerçekleri dahi tartışmalı hale getirdi. Donald Trump gibi liderlerin doğuşunda bunun etkisi çok büyük. Çünkü bilgi tartışmalı hale geldiğinde kazanan onun gibiler oluyor. Hannah Arendt 1951 yılında yayınlanan totalitarizmin kaynakları kitabında bunu erkenden şöyle tespit etmiş: Totaliter rejim için ideal kişi, davaya kendini kalpten adamış bir Nazi veya komünist değildir. Gerçekle hayal ürünü arasındaki ayrımı (yani deneyimin gerçekliğini) ve doğruyla yanlış arasındaki farkı (yani düşüncenin türünü) artık önemsemeyen kişidir.*** Bugün yaşadığımız tam da bu. Bana kalırsa, gazetecilik krizimizin orta bir yerinde bilgiyi manipüle edenler kadar, hakikat talep edenlerin bedelini ödeme konusundaki isteksizliği yatıyor. Öyle olunca parayı veren düdüğü çalıyor. İstisnalar bazen kaideyi bozsa da yeni bir kaide koyacak kadar güçlü ses çıkaramıyor.

*Hakikat Sonrası, Lee Mcintryre, Tellekt, 2019
** Jacob Soll, Politico, 18 Aralık 2016
*** Aktaran: Michiko Kakutani Hakikatın Ölümü, Doğan Kitap, 2018