Gazetecilik “Gezi”den nasıl ders çıkaramadı?

15 Temmuz Darbe Girişimi’nin gölgesinde Gezi Direnişi’ne bir elbise biçilmeye çalışılıyor. O dönem denenip başarılamayan “Gezi bir darbeydi algısı”, ama satır aralarında ama alenen yeniden dolaşıma sokulmaya çalışılıyor. Tüm bunları, 17-25 Aralık operasyonlarıyla birlikte bir paket haline getirme çabası da cabası. Birileri fena halde kandırılmış olabilir ama bu, Gezi’de sokağa çıkmış kitle için geçerli değil. Elbette insanların sokağa çıkması birilerini heveslendirmiştir ama bu hevesin kursaklarda kaldığı açık. Gezi kitlesinin kolektif aklı, öyle kolay yönlendirilip bir kalıba sokulacak bir akıl değildi. O akıl, mesajlarını verdi ve çekildi diye düşünüyorum. Bu mesajı kimileri aldı, kimileri almadı. Almayanların başında medyanın geldiğini düşünüyorum. Çünkü medyayı dönüştüremediği çok açık ve bunun iktidardakiler dahil hepimizin sorunu olduğunu düşünüyorum. Gezi’nin yıldönümüne denk gelen bu haftaki Köşe Vuruşu’nda Gezi Direnişi’nden sonra gazeteciliğin nasıl iflas ettiğine ayırmak istiyorum.

1-Alenen yalan haber yapmak normalleşti

Gezi Direnişi’nden önce medyada yalan yok muydu? Elbette vardı, ancak bir miktar da olsa utanç vesilesiydi. Ancak Gezi Direnişi’ndeki şoka karşı iktidara yakın medyanın verdiği “alenen yalan” haber üretme refleksi, sonraki yıllarda yerleşti. Yalanların ortaya çıkması artık bir “utanç” vesilesi olmaktan çıktı. Şimdi doğruları ayıklamaya çalışmak daha kolay.

2-Gezi kitlesinin medyaya verdiği mesaj alınamadı

Gezi Direnişi’nde insanların vergileriyle finanse ettikleri TRT yerine NTV başta, bazı özel haber kanallarının kapısına gidip “bizi neden görmüyorsunuz?” demesi ana-akım gazetecilik için son bir fırsattı ama kullanılamadı.

3-Akıl, ana akım medyadan göç etti

Gezi sırasında yüzlerce gazeteci işsiz kaldı. Kimisi bunca yalana dayanamadığı için istifa etti kimisi doğrudan kovuldu. İçeride kalıp direnmeye çalışanlar istisnaydı, yalnızlaşıp etkilerini yitirdiler.

4-İktidar medyasında ton farkları kalmadı

Gezi Direnişi’nden önce iktidar medyasında bazı ton farklılıkları vardı. Akit, Takvim, Güneş gibi troll gazetelerle Yeni Şafak, Sabah gibi gazeteler bire bir aynı şeyi ifade etmezdi. En azından bir üslup farkı vardı. Bugün, birini diğerinden ayırmak imkânsız. Köşe yazarlarından haber yapış tarzlarına kadar. Gazetecilik sözcüğüyle anmak yersiz zira yapılan şey, iktidarın halkla ilişkiler ajanslığı.

5-Bağımsız medya da bir fırsat kaçırdı

Bağımsız medya, Gezi sürecinde güzel bir sınav verdi. Anaakım medya sokaklardaki insanları görmezden gelirken alternatif medya, gerçekten habercilik refleksiyle hareket etti ve yükseldi. Gezi Direnişi’nin ardından gelen 17-25 Aralık operasyonları, gerçekten gazetecilik yapmak için bir fırsattı. Zira tapelerin içeriği kadar, onları servis edenlerin niyetleri de önemliydi. Çünkü tapeleri hazırlayıp servis edenlerin niyeti iyi sorgulansaydı, belki 15 Temmuz’daki kanlı girişime giden yolu kesmek için bile bir fırsat vardı. Tapelerin içeriği kesinlikle gazeteciliğin konusuydu ama bunların hazırlanış tarzı ve ardındaki niyet, buram buram operasyon kokuyordu ve yolsuzluk ortaya çıkarmaktan öte bir amaç vardı. Bu amaç kesinlikle dürüstlükle ilgili değildi. Keşke “yiyin birbirinizi”nden öte sorgulanabilseydi ancak Gezi sonrası büyüyen kutuplaşma buna imkân vermedi. Bunda iktidar medyasının gezi sırasındaki orantısız yalan ve iftiralarının da etkisi büyük tabii.

Bugün gazeteciliğinin sorunları Gezi günlerinden çok daha boyutlu. Zira gazetecileri tutuklamak için Fethullahçıların, Ergenekon ve Balyoz sürecinde yaptığı gibi “sahte delil üretme”ye dahi gerek duyulmuyor. Geçen hafta bu köşede ayrıntılandırdığımız üzere “niyetinden şüphelenmek” bile yeterli. Gezi Direnişi’nde kitlenin taleplerinden biri “medyada temsil edilememek”ti, bugün o talebin bile gerisindeyiz. Bu sadece muhalefetin değil iktidarın da sorunu. Çünkü ülkenin en az yarısının medyada kendi sesini duyamaması, sürdürülebilir bir durum değil.