Nasıl oluyor da Mustafa Kemal’le varoluşsal bir derdi olanlar “Gazi” unvanını bu kadar kolay ağızlarına alabiliyor, nasıl oluyor da bu dert sahiplerinin medyası inanılmaz bir pervasızlıkla “Başkomutan”ın fotoğrafları eşliğinde “İlk hedefiniz Afrin” manşetini atabiliyor, nasıl oluyor da Cumhuriyeti yıkma projesinin yürütücüleri bu kadar rahat bir şekilde “İkinci Milli Mücadele”den söz edebiliyor?

Tüm bunları yapabiliyorlar; çünkü ne yazık ki, bunun bir zemini ve karşılığı olduğunu, üstelik hayır kendi tabanlarında değil, tam da hepsini “terörist” çuvalına koydukları ve kendilerine muhalif olduğunu bildikleri kesimlerde, bunun bir karşılığı olduğunu biliyorlar. Bundan birkaç ay önce bu köşede başlattığımız “Apolitik Atatürkçülük” tartışmasını hatırlatarak söyleyecek olursak, tam da kendisine “Atatürkçü” diyen toplum kesimlerini “millilik” adlı kafese hapsetmenin gayet kolay olduğunun, yaptıkları her şeyi bu millilik iddiasının üzerine kolaylıkla oturtabileceklerinin farkındalar.

Bu karşılığı biraz daha açalım, biraz daha anlamaya ve gerisindeki nedenleri sıralamaya çalışalım. Birincisi şu, her seferinde, ama her seferinde iktidarın kendi bekasını milletin bekası, kendi meselelerini milletin meselesi gibi göstermesine amiyane tabirle “elinde tuzlukla” koşan bir ana muhalefet partisi var. Üç gün önce “Afrin’e kefenliler gitsin” deyip üç gün sonra operasyona destek açıklaması yapan, tam da iç siyasete yönelik bir operasyondan sonra söyleyebildiği tek şey “bunu iç siyasete malzeme etmeyin” olan, iktidarın “millilik kafesi”ne kapattığı ve oradan çıkmak için tek bir adım dahi atmayan, atamayan bir ana muhalefetten söz ediyoruz.

İkincisi, kendilerine Atatürkçülüğün kanaat önderleri payesi verilenlerin zihinlerinin milliyetçilikle sakatlanmış olması ve muhalifliklerinin sınırının tam da bunun üzerinden belirlenmesi. Hala ortada sahiplenebilecekleri bir devlet aygıtı ve rejim varmış gibi, hala hükümetle devlet arasında bir ayrım varmış gibi, hala mevcut iktidar milli çıkarlar adına hareket edebilirmiş gibi davranmaları ve pozisyonlarını bunun üzerinden kurmaları. Özetle, ikinci bir yetmez ama evetçiliğin taşıyıcılığını yapmaları. Yani nasıl ki bir zamanlar liberal kalem erbabı iktidara “demokratikleşme” adına destek vermişse, şimdi de bu cenahın aynı iktidara “anti-emperyalizm” adına destek verebilmesi, bunu yapmakta en ufak bir beis görmemesi.

Ve üçüncüsü, maalesef ki hem CHP yönetiminden hem de Mumcu’ların, Aksoy’ların, Kışlalı’ların yokluğunda bu dışı Atatürkçü içi merkez sağcı kanaat önderlerinden/iletişim araçlarından etkilenen ve onlar üzerinden, örneğin Özdil’den, Feyzioğlu’ndan, Sözcü’den, Halk Arenası’ndan, şundan bundan politize olan ve tam da bu nedenle iktidarın millilik adına attığı en ufak bir oltaya, hele mesele Kürt sorunuysa maalesef ki kolaylıkla gelebilen bir toplam var; evet iktidarın elini kolaylaştıran, bu konularda böylesine pervasız hareket edebilmesine cevaz veren üçüncü olgu da bu.

Güncelimiz Afrin olduğu için oradan somutlaştıralım. İktidar partisi, tecrübeyle sabit bir şeyi yaptı ve hem içerideki hem dışarıdaki sıkışmışlığını aşmak için, söz konusu operasyonu başlattı. Böylece bir yandan başta geçim sıkıntısı olmak üzere en somut meseleleri konuşulamaz hale getirdi, bir yandan milliyetçilikle dinciliğin seçim endeksli flörtüne bir zemin hazırlayıp “Kızıl Elma”yla “Fetih Suresi”ni, “Tanrı Dağı”yla “Hira Dağı”nı buluşturdu, bir yandan da “bizden değilsen onlardansın” diyerek zaten OHAL’le başlattığı her türlü muhalif, farklı, aykırı sesi bastırmanın daha güçlü bir zeminini buldu.

Burada Müslümanlara “cihat” vaadi var, , burada milliyetçilere “bölücülüğe karşı mücadele” vaadi var ama burada aynı zamanda Atatürkçülere “anti-emperyalizm” vaadi var, orta sınıf muhalifliğine “Suriyelileri evlerine yollayacağız” vaadi var. Seçim konjonktüründeki bir Türkiye’de herkesin bilinçaltına, herkesin arzularına seslenen ve esas olarak sınırın öte tarafını değil tam da bu tarafını hedefleyen, herkesi kapsama iddialı ama en çok da kendilerinden olmayanlara yönelik bir operasyon bu dolayısıyla.

Peki ne yapacağız? Verili duruma teslim olacak ve “yapacak bir şey yok” mu diyeceğiz? Hayır, elbette ki öyle değil. Tüm bu iddiaların hakikatle uzaktan yakından bir bağlantısı olmadığını ortaya koyan, siyaseti kapatıldığı “millilik kafesi”nden çıkartan, “yerli ve milli” denilen siyasetin yerlilik ve millilik iddiasını somut argümanlarla teşhir eden bir siyaseti var etmenin, kitleselleştirmenin, toplumla buluşturmanın zemini her şeye rağmen hala var. Üstelik bu zeminin varlığından söz etmek sadece bizim öznel irademizle ilgili değil, nesnellik de, yani iktidarın ekonomik ve siyasi krizi de buna işaret ediyor, tam da bu nedenle buraya bakmamız, buraya odaklanmamız gerekiyor.