Son günlerin revaçta olan tartışması: Türkiye kabuk mu değiştiriyor? Batıdan vazgeçip yönünü doğuya mı çeviriyor? Yoksa kuzeye mi? Yoksa güneye mi

Son günlerin revaçta olan tartışması: Türkiye kabuk mu değiştiriyor? Batıdan vazgeçip yönünü doğuya mı çeviriyor? Yoksa kuzeye mi? Yoksa güneye mi? Aman tanrım, siyasetteki yeni tarz “fırıldaklık” mı?
Benzer hadise, fırıl fırıl dönmeler yani, iç politikada da söz konusu. Yaşadığımız dönemde, iç ve dış politika ayrımı zaten giderek kayboluyor. (İçimiz dışımıza çıktı!) Kabuk değiştiriyormuşuz… Kabuk, yani dışımız değiştikçe içimiz de değişiyorsa… Yoksa (yine!) mutasyona mı uğruyoruz?
Lafı böyle açmışken, derdimi anlatabilmek için, dünkü BirGün manşetindeki “güncel havadis”ten yardım alayım bari… Mutasyon filan deyince, Genetiği Değiştirilmiş Organizma, yani GDO pekâlâ siyasette olup bitenlere de ışık tutabilir. Hani, fare geni katılmış domates… Cemaat geni kakalanmış demokrasi… Militarizm hormonu itelenmiş cumhuriyet… DNA’sındaki sınıf geni bastırılmış bir toplum…
Yani? Toplumumuzun doğal evrimi bir nevi mutasyona uğratılıyor. “Mutasyon” ne demek? DNA diziliminde ortaya çıkan ve kalıtımla aktarılabilen değişiklik demek. Bu değişim bir “hata” olarak bir kuşaktan diğerine geçer ve bu durum, bazı hastalıkların da sebebini oluşturur.
Bizim toplumumuz da aslında her normal toplum gibi DNA diziliminde sınıf genlerine sahiptir. Lakin iki başat toplumsal gen, yani ordu ve din, ülke bünyesinde bir mutasyon yaratmıştır. Tarihsel olarak bu yüzden ordu geninin taşıdığı İttihatçılık ve din geninin yapıştığı İtilafçılık sarmalındaki mutasyon,  yani bilumum hastalıklar bünyede epey yer etmiştir.
Şöyle ki: İttihatçılık ve İtilafçılık, ezenler ve ezilenler arasındaki iki sınıfsal karşıtlık olarak ortaya çıkmamıştır. Yani evrensel düzlemdeki sağcılık-solculuk ayrımından farklı, özgül özelliklere sahiptirler. Daha ziyade hâkim sınıfların farklı siyasi, ekonomik tercihleri olarak tecelli ederler. Konjonktürel olarak bazen İttihatçılık “ilericilik”, İtilafçılık “gericilik” etiketiyle anılır. Çünkü İttihatçılık ordu eliyle “modern” devleti sahiplenme, İtilafçılık da din dolayımında “muhafazakâr” toplumun desteğine elde etme siyasetlerini güdebilmiştir. Aslında cumhuriyet döneminde, çok partili sisteme geçilmesiyle birlikte ülkeyi yöneten hâkim ittifakta (müesses nizamda) İtilafçılar ile İttihatçılar bir araya gelmişlerdi. Resmi söylemde, bugüne dek “Kemalizm” İttihatçıların, “Atatürkçülük” ise İtilafçıların (biraz utanarak da olsa) savundukları dayanak olmuştu. Şimdi işte, İtilafçılar artık bundan da vazgeçiyorlar. Çünkü yeni bir mutasyonun koşulları mevcut.
Dış faktörlerin de etkisiyle, bu iki toplumsal genin çatışması sonucu yeni bir mutasyon imkânı hâsıl oluyor. İttihatçılık baskın gen olmaktan çıkıyor, İtilafçılık baskın gen haline geliyor. Bunun günümüzdeki temsilcisi, elbette AKP… Sebebi basit: Çünkü bu parti “günün gereklerini” yerine getiriyor!
Bizim “emperyalizmin üçüncü bunalım dönemi” dediğimiz ve tarihe Soğuk Savaş diye geçen dönemde, İttihatçılık konjonktüre epey uygundu… Askerin devletteki etkinliğine, emperyalizmin uzantısı kontrgerillanın faaliyetlerine filan bakıp mevcut rejime “sömürge tipi faşizm” derdik. (Elbette klasik faşizmden farklı bir rejimde yaşadığımızı bilirdik.) Böyle deyince, “Ama seçimler yapılıyor, siyasi partiler faaliyette, parlamento açık” şeklinde yapılan uyarılara da, “Peki tamam, isteyen sömürge tipi demokrasi desin” cevabını verirdik.
Şimdi devran değişti, Soğuk Savaş yıllarının devamında küreselleşme dedikleri süreç geldi… İttihatçı çizginin yerine, bir baktık, İtilafçı çizgi yerleşti… Peki ne olmuş oldu? Demokrasi mi? Hayır… Dediğim gibi, yine ve yeni bir “mutasyon” yaşanıyor… Ve bu işler, farkındaysanız, önce “de facto” oluyor, yani fiilen… Eskiden nasıl ki silahlı kuvvetlerin siyasette “de facto” bir ağırlığı var idiyse, şimdi de cemaat kuvvetlerinin ağırlığı öne çıkıyor, yani baskın gen değişiyor. (Bakın, türban tartışması “de facto” kesildi, çünkü fiilen çözüldü. Bunun için “de jure” yani kanunlara uygun bir çözüme bile artık ihtiyaç duyulmuyor!)
Küresel-cemaat kuvvetleri şimdi toplum (ve devlet) üzerindeki en totaliter kuvvetlerdir! İthal ikamecilik koşullarında geçerli olan “sömürge tipi demokrasi”, küreselleşmenin neo-liberalizm durağında artık “totaliter demokrasi” kisvesine büründü. (Metin Çulhaoğlu’nun kulakları çınlasın!)
Bu mutasyonun elbette sınıfsal geri planı var… Ama bu planda emekçi sınıflar henüz yok. Hâkim sınıfların güç dengesinde aşikâr bir çekişme yaşanıyor. Sermaye, medya, yaşam tarzları, bütün her şey işte bu mutasyon altında değişiyor.
Süreci izliyoruz: Eskisiyle (İttihatçılıkla) benzerliği, her şeyin yine tepeden ve dışarıdan yapılması. Farklılığı ise bu tepeden ve dışarıdan uygulamaların (IMF dayatmaları, bölgesel güç olmaya soyunmalar, açılımlar vb.) şimdi askeriyenin inisiyatifinde değil, küresel-cemaat desteğiyle sürdürülmesinde… Şimdi AKP şakşakçılarının, Başbakan’ın demokratlığına düzdükleri övgülerden, Türkiye’nin bölgede sürdürdüğü “çok yönlü dış politika”ya duydukları hayranlıktan gına geldi.  Oysa, önce “ılımlı İslam” hattına yerleşmişlerdi; ABD Büyük Ortadoğu Projesinde revizyona gidince, bu kez de Yeni Osmanlıcılık zuhur etti. Yeni Osmanlıcılık, yani İttihatçı değil İtilafçı Osmanlıcılık…  
İşte bu yüzden, diyebiliriz ki, siyasetteki GDO, şimdi “Genetiği Değiştirilmiş Osmanlı”dır! Ama bunun mümkün olması için bir başka GDO gerekiyordu: “Genetiği Değiştirilmiş Ordu!” Bunu da hallediyorlar… Ordu hakikaten süngüsü düşmüş bir vaziyette değil mi? Şimdi misyonu yine NATO ordusu olmak… Afganistan İttihatçı Enver Paşa için bir ukdeydi, şimdi oradalar nas’olsa…
Velhasıl, orta yerde “mutant” bir rejim var ve buna da değişim diyorlar... Başımızdaki İttihatçı gidiyor, başımıza İtilafçı geliyor. “Oynar başlıklı demokrasi” yani… Oynar başlıklı tıraş bıçağı misali, baş değişmiş, sapı hep elimizde kalmış, artık ne işimize yarayacaksa!
Lakin yirmi birinci yüzyıl (en azından) genetik devrimi çağıdır. Bilim diyor ki: Mutasyonun sebebi olan bu iki gen, ancak sınıf geninin baskın hale gelmesiyle etkisizleşebilir.