Milyonlarca insan eğlenmenin dışında bir pop şarkısına neden dört elle sarılır? Niçin “geççek” diyen şarkı sözlerinden umut devşirir? Yoksulu, beyaz yakalısı, apolitiği, siyasetçisi… çok farklı toplumsal kesimlerden gelen insanlar, hangi motivasyonla bir pop starını tünelin ucundaki ışıkla özdeşleştirir? Ya da tersinden soralım; trolü, cübbelisi, Pelikancısı, Aydınlıkçısı ile iktidar koalisyonu nasıl olur da iyi temennileri üzerine kurulu bir şarkıdan bu denli rahatsız olur? Bu soruların cevabı ne doğrudan Tarkan’da ne de yeni şarkısında saklı… Cevabı arıyorsak Türkiye toplumunun sıkışmışlığına, ana akım siyasetin basiretsizliğine dönüp bakmamız gerekiyor.


Türkiye siyasetinde kitleleri uzun zamandır heyecanlandıran, onlara gelecek umudu aşılayan dişe dokunur bir gelişme yok. İktidar kanadının tüm “müjdeleri” 24 saati doldurmadan ömrünü tamamladı. Daha geçen sonbaharda iktidar mealen “Karadeniz’de doğalgaz bulduk, üç vakte kadar zenginiz” diyordu, fakat bırakın “zenginleşmeyi” yurtdışından gelen doğalgazı vaktinde depolamayı dahi akıl edemedikleri ortaya çıktı. Sanayide bir süreliğine çarklar durdu. Baştan sona yanlış kararlar neticesinde doğalgaz ve elektrik faturaları o kadar kabardı ki yurttaşlar battaniye altında oturmaya mahkûm edildi.

Yerel seçim öncesinde tanzim satış noktaları, yakın zamanda tarım kredi kooperatifi marketleriyle halka “büyük ucuzluk” vadedildi ama sonuç yalnızca karda kışta uzayan kuyruklar oldu. İktidar “müjde, bazı gıda ürünlerinde KDV’yi yüzde 1’e düşürdük” dedi, 3-5 kuruşluk indirim iki günde berhava oldu. Üretim girdilerinde maliyet artışı yaşanırken farklı bir netice beklemenin manasız olduğunun herkes farkındaydı. Tıpkı asgari ücretteki “tarihi artışın” üç beş ay içinde buhar olacağının tahmin edildiği gibi. Ancak iktidar bile bile lades’in ötesine geçemiyor; çünkü göstermelik tedbirlerle günü kurtarmak dışında bir ekonomi politikası üretmekten, uygulamaktan aciz. Uzun lafın kısası Saray’ın “müjdeleri”, “vaatleri” paralı trol ordusunun köpürtmesine rağmen kendi tabanında dahi zerre kadar heyecan yaratmıyor. Ekonominin kötü yönetildiğini söyleyenlerin her geçen gün artması bunun bir işareti.

COŞKU YARATILAMIYOR

20 yıllık yorgun iktidarın “coşku” üretememesinde şaşırılacak pek bir şey yok diyebilirsiniz. Ancak Meclis muhalefeti de şaha kalkmış, kitleleri peşinden sürükleyebilmiş değil. Toplumsal muhalefetin gizli lokomotifi olduğu Hayır Kampanyası ve Adalet Yürüyüşü’nü bir kenara koyarsak, son dönemde siyasette tabandan gelen heyecan esasen İstanbul (ve Beyoğlu) seçimlerinde, bilhassa da sandık Saray talimatıyla devrildikten sonra, Ekrem İmamoğlu çevresinde büyüdü. O günden bu yana, iktidar kendini toparlayamadı ama muhalefet de seçmene “adres biziz” coşkusu veremedi. 6 liderin bir araya geldiği o meşhur masadan da heyecan çıkmadı. Masada “kim eksikti”, “masanın kaç ayağı vardı” tartışması verimli bir tartışma değil; çünkü kitlesel taleplerin ürünü olmadığında masaların vadettiği değişim devlet içi değişimle sınırlı kalmaya mahkûm.

“Geççek” iktidarın yaldızlarının döküldüğü, Meclis muhalefetin ise henüz istediği parıltıyı yakalayamadığı bir anda geldi. Bu yüzden de, yaratıcısının niyetinden öte siyasi ve toplumsal bir içerik kazandı. Her fırsatta kendinden olmayan sanatçıları hedef tahtasına koyan iktidar uşakları, “geççek” ile kabardığı aşikâr olan toplumsal dalganın “geçmemesinden”, kendilerini de alıp tarihin çöplüğüne atmasından korkuyor. Bu durum iktidarın toplumsal etkisini ve özgüvenini ne denli kaybettiğinin bir kanıtı. Öte yandan Meclis muhalefeti de “geççek” coşkusunun kendi yelkenlerini kabartmasını umuyor, muhalif siyasetçilerde “hazır bir heyecan var, biz yaratmadık bari ona yaslanalım” kolaycılığı sezinleniyor.

GEÇMESİ İÇİN...

Son 10 yılda “geççek” gibi toplumsal heyecanın saman alevi misali parladığı örnekler gördük. Bunlar kalıcı bir dönüşümün ateşleyicisi olamadılar, iktidar her defasında ayak oyunlarıyla bu heyecanı bastırdı, muhalefet de iktidarın değirmenine su taşıdı. Şimdi farklı olabilir mi? Kriz sarmalında nefessiz kalan bir toplum “geççek” diye haykırırken siyaset üzerine düşeni yapabilir mi? Şimdiden evet ya da hayır demek zor. Ancak görünen o ki kurumsal siyaset ile toplumsal muhalefet arasında sahici bir bağ kurmadan “geççek olanın geçmesi” de yeterli olmayacak. Derin yaralar açan bu neoliberal İslamcı tahribatının “geçmesi” için kamuculuğa, laikliğe, emeğin gücüne, bağımsızlıkçı bir siyasete yüzümüzü dönmek zorundayız.