EREN AYSAN

Ankara’da kurt kışı kendini hissettirmeye başlamış. Bestekâr Sokak’taki evimizin penceresinden rüzgârda kelebek gibi uçuşan kar tanelerine bakıyorum. Küçük bir kasetçalarımız var. Babam daha çok Yunan müziği dinliyor. Manos Loizos’tan Hacidakis’e, Theodorakis’e, Ege’nin iki yakasından yükselen, acıyla ve aşkla harmanlanan ezgilere vurgun… Ataol Behramoğlu, “Ne anlatır Yunan şarkıları / sonsuz güzelliğe, sonsuz barışa dair” diyor ya… belki de düşlerinde gelecekteki güzel günlerin tasarımını şarkılarla yapıyor. Oysa 12 Eylül’ün üstünden en fazla birkaç yıl geçmiş. Ataol Abi sürgünde.

Bir de çok uzakta bir ülke var: Şili. Babamdan Latin Amerika’daki bu güzel ülkedeki “kara darbe” sonrasında Victor Jara’nın bir stadyumda nasıl öldürüldüğünü öğreniyorum. O yıllarda küçük bir çocuğa, “El Pueblo Unido James Sera Vencido”

( Birleşen halk yenilmez) şarkısı dirençten çok hüzün veriyor.

Scarmeta, “Ateşli Sabır” adını verdiği tiyatro oyununda, Şilili büyük şair Pablo Neruda’nın İtalya’daki sürgün günlerini anlatır. Daha sonra “Postacı” olarak çekilen güzelim filmde şaire mektup taşıyan Postacı’nın şiirle başlayan, İtalya’daki sosyalist harekete katılımıyla son bulan macerası gösterilir bize. Geriye Neruda’nın belki de sonsuza kadar yaşayacak, “Buğdayın Türküsü”ndeki “Halkım ben, parmakla sayılmayan / sesimde pırıl pırıl bir güç var / karanlıkta boy atmaya / sessizliği aşmaya yarayan / (…) / Biz halkız yeniden doğarız ölümlerden” dizeleri kalır.

Şeker kamışlarının ülkesinde Allende’den sonra yaşanan ıstıraplı günleri ülkemizde ise Orhan Asena “Şili’de Av” adını verdiği tiyatro oyununda yazar. Allende iktidarının son gününde Santiago’nun gecekondular semtinde küçük bir kilisenin hemen bitişiğindeki rahip Damingo’ya bir grup genç sığınır. Allende yanlısı Halk Kurtuluş Örgütü üyeleridir hepsi. Oyunun sonunda, yaylım ateşine karşılık vermeye çalışsalar da öldürülürler. Asena metni yazdığında yetmişli yılların sonudur. Oyun, Dostlar Tiyatrosu’nda sergilenir sergilenmez büyük bir ilgiyle karşılaşır. Masallar kadar uzaktaki bir ülkede yıllar boyu sürecek Pinochet esaretine verilen güçlü bir nefes, güçlü bir ses, güçlü bir tepkidir.

Aradan yine yıllar geçer. Doksanlı yılların ortası… Üniversiteyi okurken bir yandan çalışıyor, bir kültür sanat programının metin yazarlığını yapıyorum. İstanbul Kitap Fuarı nedeniyle birçok yazarı arka arkaya program konuğu olarak alıyoruz. Konuklarımız stüdyonun yanındaki bir odada toplanmış. Fethi Naci, Kate Millett ve Paulo Coelho. Üç benzemez kişilik ve bendeniz bir saate yakın yan yanayız. Fethi Naci, doğal olarak Şili’ye iade edilip yargılanması beklenen Pinochet’nin akıbetini merak ediyor. Aradığı karşılığı Coelho’dan değil Millett’tan buluyor. Kaderin garip cilvesi değil bu. Toplumsal olana dair yeni bir arayışı olamayan yeni yazar kuşağının çaresizliği.

Bugün ise Şili’de bir milyon insan sokakta. Üstelik de Pinochet’le birlikte başlayan insanların donunu bile özelleştirmeye dayalı neo- liberal politikaların zam üstüne zam dayatmalarına karşı kitlesel eylem sürüyor. 2008 kriziyle büyüyen ve neoliberalizmin kendisini “güleryüzlü” (olsa bile zavallılık!) bir biçimde yenilemeyişinin ardından dünyanın hemen her yerinde Lübnan’da, Ekvator’da, Hong Hong’ta kitlelerin eylemleri ön planda.

Dünya yeni bir dönemin eşiğindeyken yazarın sorumluluğuna bir girizgâhta bulunmak istedim aslında.

Bu arada da BirGün’e bir kere daha hoş geldim.