G20’nin gündemi pandemi ve iklim krizi oldu. Belgeselci David Attenborough konuşmasında, “Zaman hızla tükeniyor, eğer hemen harekete geçmezsek uygarlığımız yok olabilir” dedi. Greta Thunberg ve diğer aktivist konuşmacılar da ‘boş konuşmalar’a son verip harekete geçilmesiyle ilgili çarpıcı konuşmalar yaptılar.

HAZ İLKESİNİN ÖTESİ

Freud’un ‘Haz İlkesinin Ötesinde’ adlı kitabında yazdıklarına bakarak biliyoruz ki (bu arada kitabın / makalenin yayımlanışından bu yana 101 yıl geçmiş, 1920’de..) canlı organizma kendi varlığını korumaya yönelik kendisine ne kadar narsisistik yatırım yaparsa, kendi sonunu kolaylaştırdığının ya da hızlandırdığının da o kadar az farkında olur. Geçen yazıda korku ya da gerilim türünde film ve dizilerdeki artıştan bahsetmiştim. Bu korkunun, 2000’lerden bu yana yapılan yayınlarda sıklıkla dile getirilen narsisizm salgınıyla bir ilgisi olduğu düşünülebilir. Kişi, kendisine ne kadar narsisistik yatırım yaparsa ölüm korkusu da o denli artar ve bu korku onu daha fazla kendisine narsisistik yatırım yapmaya teşvik eder. Tüketim toplumunun bireyleri tecrit edercesine yalıtmasının nihai sonucu böylesi yıkıcı bir kısırdöngü. Devletlerin iklim krizine yönelik önlemler alması, elbette çok önemli, ama asıl çözüm kapitalizmin yarattığı bu kültürel ve varoluşsal krize yönelik politika ve örgütlenmelerin çeşitlenip güçlenmesinde…

NARKISSOS VE ÖLÜM

Narsisizmin ölümle ilişkisi, mitolojideki Narkissos hikâyesinde de vardır, tanrıların öfkesini üzerine çeken Narkissos, nehir kenarına geldiğinde kendi görüntüsüne hayran hayran bakar ve gözlerini alamadığı kendi güzelliği karşısında aç ve susuz kalarak eriyip gider. Patolojik olmayan narsisizm, kişinin yaşamını sürdürmesini ve güçlenmesini sağlarken, patolojik tarafa geçtiğinde yıkıcılaşır ve yalnızlaştırır. Uygarlığın kendi sonunu hazırlayan yıkıcılığı, bu açıdan benzer.

Baudrillard’ın ‘Tüketim Toplumu’ adlı kitabı, bu açıdan çarpıcı tespitlerle doludur. Tüketim toplumunda kişinin kendisini beğenmesi özendirildiğinden bahsediyordu Baudrillard; bu durumun kendisini beğenirse başkalarınca beğenilme şansına ulaşılacağı ön kabulüne dayandığını. Kendinden hoşnut olma ve kendini baştan çıkarma, medya ve reklam aracılığıyla kişinin kendisine döner diyordu, kişi böylelikle kolayca baştan çıkarılır. Yalnızca diğerleriyle ilişki değil, insanın kendi kendisiyle kurduğu ilişki de tüketilen bir ilişki haline gelir. Kişisel gelişim endüstrisinin geldiği nokta da bunu gösteriyor. Kitapçıların artık baş köşelerini ‘kişisel gelişim kitapları’ tutuyor, insanın ruhunu da tasarlayıp markalaştırabildiği bir alan…

UZAYDA SÜZÜLEN İNSANLIK

Bu durumun şöyle bir yanı da var, hatta belki de umutlanılacak bir yanı: İnsana dair eski formlar ve kalıplar artık çürüdüğü için kişisel gelişim arzusu güçlenmiş durumda. Uzayda süzülen bir insanlık var artık, eski insan ruhu geçersiz kılınırken bu uyuşuk dünyanın sarsılarak kendisine gelmesinden başka bir yolu kalmadı. Freud’un ‘Haz İlkesinin Ötesinde’yi yazdığı yıllarda, savaş sonrası Avrupa’da da işsizlik ve yoksulluk çok artmıştı, milyonlarca kişi savaşta ölmüştü, Covid’e benzeyen İspanyol Gribi, 1918 ile 1920 arasında bütün dünyayı etkisine almış ve yine milyonlarca kişinin ölümüne neden olmuştu. Bütün bu yıkımın içinde libidinal enerjinin yaşama dönük olarak hayal gücünü ateşleyebildiğini biliyoruz. O yıllar aynı zamanda her anlamda devrimlerin yaşandığı yıllardı ve yine o yıllar aynı şekilde, kitlelerin korkuyla ve narsisistik bir arzuyla popülizme ve faşizme de yöneldiği ve İkinci Dünya Savaşı’nı hazırlayan yıllardı. Şimdi de benzer iki eğilim dünyanın her yerinde karşı karşıya. Umutsuzluğun ve umudun ötesinde bir bakışa ihtiyaç var bugün, geçmişin tuzaklarına düşmeyen…