Geçimsiz bir ülkeyiz vesselam...

Geçimsiz bir ülkeyiz vesselam. Ekonomik bakımdan geçim derdimiz var, toplumsal bakımdan da farklı kesimlerin birbiriyle geçimsizliği. Sınıflı bir toplumda başka türlüsü olabilir miydi sanki?

Siz bu yazıyı okurken AKP de seçimleri kazanmıştır. Ama siyasal ve toplumsal kutuplaşma o safhada ki, ezici çoğunlukla iktidar olmuş olsa bile karşısında ezilmeye itiraz edecek her kesimden insanları bulacak.

Sonuçta yine şunu diyecekler: Alın size demokrasi! Demokrasi dediğiniz bizde böyledir hanımlar ve beyler. Bu demokrasi dedikleri “şeyi” onlar tepe tepe kullandılar ve artık tekme tokat da kullanabilirler; bize düşen yine tekmedir, yine tokattır... Her neyse...

Bu yazıyı seçim sonuçlarının ayrıntısı bilmeden yazdığımdan, tahlilin kallavisi gelecek haftaya deyip şimdilik bir girizgâhla yetineyim. Çünkü AKP 367’den fazla kazandıysa durum başka ve hele 330’dan az kazandıysa çok daha başka... Elbette Blok adaylarının sayısının tahminden fazla olması da başka sonuçlara yol açabilir. CHP hezimeti ya da (seçim kazanamasa da)  kendi çapında “zafer” sayılabilecek sonucu, MHP’nin durumu filan tabloyu değiştirebilir.

İlk etapta yine balkondan yapılan serenatı dinleyeceğiz galiba... Üç gün sonra “Pazdeh (15) Hezîran” gelip çatacak. Devlet (ve şimdi devleti ele geçirmiş olan AKP) ile Kürtler arasındaki şiddetli geçimsizlik, ikinci tarafın kararında belirleyici olacak. Şiddetli geçimsizlik nedeniyle kısa sürede boşanma olmasa da fiilen ayrı yaşamanın, özerklik girişimlerinin ilk adımlarına tanık olacağız.

Ve güncel ama tarihsel bir başka olay da kapımızda: Suriye’deki son gelişmeler hepimizi çok yakından etkileyecek. Bu konuda gözden kaçmaması gereken husus şudur: Suriye’de katledilenler ve kaçıp gelenler Çukurova’da nüfusun önemli bir kesimini oluşturan yurttaşlarımızın akrabaları. Yani Arap Alevisi diye bilinen Nusayriler. Kürt sorunu yanında ciddi bir Arap sorunumuz da olabilir artık.

Kesin seçim sonuçlarını bilmeye yok: AKP’nin bu yeni döneminde iktisadi nizam yoksullar aleyhine derinleşerek kurumlaşmasını sürdürecek. Toplumsal nizamda muhafazakârlaşma tamamlanacak. Siyasal nizamda, “yeni anayasa” başlığıyla, inşaatına başladıkları ve üst katına çıktıkları İkinci el-Cumhuriyeti konuşmaya ve giderek yaşamaya başlayacağız.

AKP’nin meclisteki yeni mevcudiyetinin niceliği, parti ile devletin özdeşleştiği, yani adeta tek parti (aslında tek adam) devletinin kurumlaşması anlamına gelecek. “Seçmen” yargı, yasama, yürütme tekelinde olan tek adama “yürü ya efendim!” demiş olacak. Seçim yoluyla olduğundan dolayı, bu İkinci el-Cumhuriyet hiç olmazsa başlangıçta, “kitle tabanı” olan bir rejim sayılacak!

Ama bu kitlenin de tabanı yanacak Çünkü bu, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) sıralamasında kara listeye alınan bir Cumhuriyet. Sekiz yıldır tartışılan Sendikalar Yasasının hâlâ Meclis’ten geçirilmediği; Avrupa’nın tümündeki sendikal nedenlerle işten atmaların yüzde 66’sının yaşandığı; sendikacılara “terörist” muamelesinin yapıldığı bir Rejim.

AKP iktidarı döneminde başka ne yaşadık ki? Değişim dediler, baktık ki bu da sadece bir değişinimmiş (mutasyonmuş), el değiştirmeymiş; yani sıfır kilometre yeni cumhuriyet değil, ikinci el cumhuriyet. Atılan adımların “İtilafçı neo-Osmanlıcılık, mutasyon vb.” olduğunu görmedik mi?

Ve şimdi de Fethullah Gülen’in sözleriyle, tam “iki yüz yıldır” bekledikleri noktaya geldiklerine inanıyorlar. Topluma, artık “laik” değil de “dindar” mühendislerin elinde bir “makine” muamelesi uygulanıyor. 28 Şubat balans ayarıydı, 27 Nisan rot ayarı olmaya yeltendi, ama sonunda bu makineye rektifiyeyi yapan AKP oldu. Neo-liberal düzen ancak bu rektifiye sayesinde tıkır tıkır çalışabilirdi.

AKP ile demokrasiyi birlikte telaffuz etmek zevzekliktir. Öyleyse, sürekli vurguladığım üzere bu gidişatta, biz sosyalistlerin “iki kere demokrat” olması lazım. İki kere demokrat olabilmek ise, devrimciliktir! Devrimcilik, seçimcilikten başka bir demokrasi için mücadele etmektir.

Neyse, lafı uzatmayayım, bildiklerimizi hatırlatayım: “Nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Nasıl bir ülkede yaşıyoruz?” diye sorulduğunda zihnimiz (ideolojimiz) gayet açık: “Sömürücülerin ve zalimlerin hükümran olduğu bir dünyada ve ülkede yaşıyoruz.” “Ne yapmalı?” sorusunun cevabının “Örgütlenmeli” olduğunu hâlâ unutmadık. “Nasıl örgütlenmeli?” sorusunu da elbette “Mücadele ederek örgütleneceğiz” diye cevaplıyoruz. Kendi özgücümüzle, bağımsız siyasetlerimizle birikimliyiz, deneyimliyiz; İkinci el-Cumhuriyetçiler’e de elbette direneceğiz…