301 madencinin yaşamını yitirmesinden sonra Soma’da çalışma yapan Coşku Çelik, devlet eliyle tütüncülüğün bitirildiğini küçük çiftçinin işçileştirildiğini belirtti. İşçilerin yoksulluk girdabının içerisine atıldığını aktaran Çelik, burada madencilerinin emeğinin yanı sıra yaşamlarının da değersizleştirildiğini söyledi.

Geçinemedikleri için madene indiler

Filiz GAZİ

İşyerlerine alınabilecek basit önlemler işçilerin can güvenliğini sağlayabilecekken her yıl binlerce iş cinayeti gerçekleşiyor. Ülke emekçilerin her an iş cinayetinde yaşamını yitirebileceği bir kapana dönüşüyor. Türkiye iş cinayetlerinde Avrupa’da birinciyken İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’ne göre 2021 yılında en az 2170 işçi çalışırken yaşamını yitirdi. Bu her 4 saatte 1 işçinin yaşamını yitirdiği anlamına geliyor. Denetimler yetersiz, işyerlerindeki işçi sağlığı ve iş güvenliği kontrolleri özel şirketlerin elinde, cezalar caydırıcı değil.

İşçinin çalışırken yaşamını yitirmesi ise iktidar tarafından normal karşılanıyor. Bunun en büyük örneği ise şüphesiz ki Soma Katliamı’ydı. 13 Mayıs 2014’te Manisa’nın Soma ilçesinde Soma Kömür İşletmeleri şirketinin işlettiği kömür madeninde patlama meydana geldi. Madende iş güvenliği önlemleri alınmadığı için 301 işçi yaşamını yitirdi ve dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan buna “İşin fıtratı” dedi. Üstelik 1800’lü yıllarda gerçekleşen maden kazalarını örnek gösterip bunu normalleştirmeye çalıştı.

Ülkenin önemli travmalarından biri olan Soma üzerine birçok çalışma yapıldı. 2015-2018 yılları arasında katliamda yaşamını yitiren işçilerin aileleri, madenciler ve Soma üzerine çalışma yapan isimlerden birisi de Coşku Çelik oldu. Çelik, araştırması için Soma’da bir süre yaşadı. Türk Sosyal Bilimler Derneği, Çelik’in "Soma Kömür Madeni Havzasında İşçileşme Modelleri ve Emek Süreçleri” başlıklı çalışmasına Behice Boran Özel Ödülü’nü verdi. Kanada York Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde doktora sonrası araştırmacı olarak çalışan Çelik, şu anda, aynı üniversitenin Siyaset Bilimi ve Sosyal Bilimler bölümlerinde misafir öğretim üyesi.

Coşku ile maden şirketlerini, işçi yaşamlarını ve Soma özelinde özelleştirilme politikalarını konuştuk.

Çalışmanızdan Soma’da madenden önce bir dönem tütün üretildiğini anlıyoruz. Tütünden madene nasıl geçildi?

Türkiye’deki neoliberalleşme tarihi 1980’lerden başlatılır ama seçmen kaybı gibi sebeplerden dolayı bu süreç aslında doğrusal bir süreç değil. Özellikle tarımda ve farklı sektörlerde esas dönüşüm 2001 krizi sonrasında başlıyor.

Tütün, hatta tarım, aile üretimidir. 1990’lardan önce bir ailenin yıllık geçimini sağlayabilecek kazanç elde edebildikleri bir dönem yaşanıyor. Kota olana kadar devasa miktarlarda üretebildikleri için iyi kazanabiliyorlar. İlk etkiyi 1990’lı yılların sonunda kotayla yaşıyorlar. Diyorlar ki aileye, şu kadar kilodan fazla tütün yapmayacaksın. İkinci ve esas tütün üreticisine darbe denebilecek şey TEKEL’in tütün fabrikalarını uluslarası şirketlere satılması ile başlıyor. Tekel’in özelleştirilmesinin tütün üreticisi üzerindeki etkisi, sözleşmeli tarıma zorlanma veya tütün üretiminden çekilme şeklinde oluyor. 2002’nin Ocak ayında ise tütün sektörünün ‘serbestleşmesi’, destekleme alımlarının kaldırılması kanunu çıkıyor. Bu kanunla devlet arkalarından çekiliyor.

Devletin çekilmesi ile tütün üreticisi ne yaşıyor?

Bundan önce çiftçinin ürettiği tütünün devlet tarafından alım garantisi var. Öncesinde şunu biliyorlar, tüccara satamazsa devlet elinde kalan ürünü alacak. Bu onlar için bir iş güvencesi. Bu ortadan kalkıyor. Aynı dönem Philip Morris International, British Tobacco gibi uluslarası şirketlerin gelmesiyle müthiş bir fiyat düşüşü gerçekleşiyor. 2016’da her bir tütün üreticisinden duyduğum örnek aynıydı: ‘Eskiden tütünün kilosu 70’lik rakıyla aynı fiyattı. 500 kilo tütün yapsan, 80 lira 70’lik rakının fiyatı, 40 bin lira olurdu. Artık para etmiyor.”

Bu süreçlerden sonra tütüne devam eden ailenin tamamen o tütünden geçinebilmesi mümkün olmuyor. 2004’te madende rödovans başlıyor. Kömür üretimi çok maliyetli bir şey olduğu için buna sermaye bulmak çok kolay değil ve rödovans başlı başına devletin bir sermaye teşvik uygulaması. Tütün üreticilerinin elinden alım garantisi ve devlet desteği alınırken, kömür şirketlerine devasa destekler veriliyor. Kömürün tek müşterisi olan devlet, rödovans sözleşmelerinde belirtilen kömür miktarını ne kadar üzerinde üretim yapılıyorsa yapılsın bunu satın alıyor.

KÖYLÜLÜK TASFİYE EDİLDİ

Rödovansla birlikte ne değişiyor?

Rödovanstan sonra ocakların bir kısmı genişletiliyor, bir kısım da yeni ocak açılıyor. Soma erken cumhuriyetten bu yana kömür üretilen bir yer ancak devlete madenciliği veya uzun süre küçük şirketler var. Soma A. Ş. gibi ya da İMBAT Madenciliğin eski ismi Balcı Madencilik gibi… Bu şirketler rödovanstan sonra holdinglere dönüşüyor. Başka sermaye grupları da yeni yatırım yapıyor.

Böylece tarım tasfiye edilmiş mi oldu?

Tarım tasfiyesi diyemeyiz. Tarımdan elde edilen kazanç halen var. Küçük çiftçilerin ailede tarımın baskın olduğu bir biçimden tarım gıda şirketlerinin baskın olduğu ya da geniş kapitalist çiftçilerin baskın olduğu bir tarımsal üretim biçimine geçiliyor. Dolayısıyla yaşanan şey köylülüğün tasviyesi.

Ben oraya kömür madenciliğinin ekonomi politiği çalışmaya gittim ama üç sene süren araştırmam beni tarımda kadın emeğine götürdü. Oradaki aileler hayvancılığa, tütüne, tarıma devam eden aileler. Ne yapıyorlar? Madenden gelen maaşı tarıma finanse etmek için kullanıyorlar. Gübre, yem için vs…

“Araştırmam beni kadın emeğine götürdü” dediniz.

Evet. Erkeklere konuşuyordum, maden işçiliği araştırması niyetiyle gitmiştim ama sürekli ‘Artık hayvancılık, çiftçilik hanımın üstünde’ deniyordu. Kadınlarla konuşmalıyım dedim. Genelde madenleri araştıranlar da erkektir. Kadın olmam dezavantaj olur mu derken aslında bir avantaja dönüştü. Kadınlarla birlikte ev oturmalarına gittim, tütün dizdim, tarlada çalıştım.

Neoliberalleşmeyle küçük çiftçi hayatına devam edemez hale geldi. Geri kalan işler ise tamamen kadınların sırtında kaldı. Kadın tarlaya, gündelik yevmiyeye gidiyor mesela. Ücretli tarım işçisi olarak devam ediyor.

Kırsaldaki insanın tarım dışında işçileşmesinin anlamı ne peki?

İşçileşmede özellikle Türkiye’nin de dahil olduğu küresel güney ülkelerine bakarken şuna dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum: İşçileşme, yaşam biçimleri ile gelir kaynaklarının çeşitlenmesiyle oluyor. Bu da hane içi cinsiyete dayalı iş bölümü ile mümkün. Ama maalesef literatürde kömürün yerin altından çıkarılması konuşulurken sistematik olarak kadınlar yerin altına geri doğru itiliyor. Görünmezlik hikâyesi aslında.

kimse-madenlere-kendi-tercihiyle-inmiyor-971463-1.
Coşku Çelik - York Üniversitesi
Misafir Öğretim Üyesi

TARIMIN KADINLAŞMASI

Kadınların görünmeyen hikâyesi nedir?

Maden işçilerinin zor koşullarda çalıştığını tahmin etmek çok zor bir şey değil. Maden yatırımları genelde kıra yapıldığı için orada şöyle bir şey oluyor. Artık bu kadınlar sadece köylü, tarım işçisi olmuyor, madenci eşi oluyor. Madenci eşi olmak toplumsal yeniden üretim süreçlerinde o kadınların yaşamını bambaşka bir evreye getiriyor. Hem fiziksel hem psikolojik, çok ağır çalışma koşulları olan bir erkeğin her gün işe sağlıklı bir biçimde tekrar başlamasını sağlayan kadınlar. Benim çalışmamın katkısı mesenin bu tarafını da anlatmış olmam diyebilirim. Soma’da bana bütün madenciler diyordu ki madenciler erken evlenir. ‘Çünkü çok yorucu bir iş, sağlıklı olmak zorundayım, riskli bir iş ve işe yorgun gitmemem lazım…” Ertesi gün işte verimli olabileceği koşulları kadınlar ev içi ücretsiz emeğiyle sağlıyor. Ve maden işçilerine bakarsanız gerçekten erken evlenir.

Toprakla kurulan ilişki biçimi değişti. Dolayısıyla bu tarımın feminizasyonu, tarımın kadınlaşması süreci haline geliyor.

Nasıl bir mesaiden bahsediyoruz?

Sabah 03:00’te kalkıyor, tarlaya gidiyor. Önce tütün topluyor, daha sonra tütün diziyor. Öğleden sonra bitik bir şekilde 15:00 gibi evine dönüyor. Ondan sonra ailenin tüketimi için bahçesiyle, hayvanıyla uğraşıyor. Çocukların bakımı var bir taraftan. Madenden çok yorgun halde kocası geliyor. Sinirli koca o aynı zamanda… Bunu çok anlatmak istemiyorum. Bu kadınlar gece 23:00’e kadar evi çekip çeviriyor. Gece 03:00 gibi yeniden kalkıyor. Böyle bir tablo karşısında kömürü yerin altından çıkarırken kadınları yerin altına doğru iten bir anlatı kuruluyor. Bu tabloyu sadece ‘Ya kocam madende ölür de geri gelemezse’, ‘kocamı kaybettim dul kaldım’ gibi bir mağduriyet hikâyesi ile anlatamayız.

MADEN YOKSULLUKLA BAŞLADI

Halk madenlere çalışmaya nasıl mecbur edildi?

“Nasıl mecbur edildi?” Güzel sordunuz. Geç Osmanlı’ya baktığınızda ya da dünyanın başka yerlerindeki örneklere baktığınızda madende mahkumlar çalıştırılır. Köydeki kadınların da söylediği şeydi: Aklı fikri olan insan mecbur kalmasa madene iner mi? Can Gürkan’ın davalarda sürekli söylediği bir şey vardı: ‘Ben buranın halkına istihdam sağladım.’

Madende çalışamayan ve işsiz kalmış işçilerden dinlediğim günde üç öğün çocuğuna sadece makarna yedirebildiği, kirasını ödeyemediği ya da katliamda keşke bende ölseydim de ailem para alsaydı ifadeleriydi. Feci bir yoksulluk hikâyesi o insanları madene soktu.

2004’te yatırımlar başladığında işçi bulma meselesi var. Maden işçileri tarafından taşeron olarak adlandırılan dayıbaşılık, gerçekten de enformel bir taşeronluk olarak işliyor. Bu kişiler, çoğunlukla deneyimli madenciler olup, onlardan beklenen öncelikle, akrabalık ve hemşerilikbağlarını kullanarak ocaklara işçi bulmak. Dayıbaşları kahvelere, köylere ya da Zonguldak, Kütahya gibi şehirlere ilanlar asıyorlar ve ekiplerini topluyorlar. Her bir götürdüğü işçi başına yüzde alıyor. Aynı şekilde kendi ekibinin yaptığı üretimden yani çıkardığı kömürden de prim alıyor. Yaptıkları üretim zorlaması ile şirketin elde ettiği öyle kazançlar varki onlara ödedikleri o devasa ücretler bile devede kulak kalıyor. Bir taraftan kapitalizmin derinleşmesi bir taraftan da kapitalizmin emek süreçlerinin formal ve yapısal ilişkiler içinde işlemediği bir süreç. İşçilerin dayıbaşlarından dayak yediği, sürekli hadi hadi dediği, durduğu anda küfür yediği bir üretim süreci. Soma davasında da gördüğümüz şeyler oldu.

Soma davasında ne oldu?

Soma davalarında şirketin aleyhine ifade veren işçiler tekrar iş bulamadılar. ‘Ben Akhisar’a Soma’dan borç parayla geldim ve bu ifadeyi veremeyeceğim, çoluk çocuğum var, işe girebilmem lazım’ diyen işçiler oldu.

Soma katliamından sonra insanların örgütlenememesi için ne yapıldı?

Kömür şirketleri ve devlet öyle bir sistem kurduki orda nefes aldırmadılar. Yer yer zorla yer yer rıza ile yapıldı. Katliamdan sonraki altı ay boyunca, katliamın olduğu ocağı işleten şirketin bütün ocakları kapatılıyor ve bu süreçte bu şirketin işçilerine çift maaş ödeniyor. 2014 Kasım ayında, aralarından 2831 işçinin işten çıkarılmasıyla kentte ciddi bir işsizlik başlıyor. Çalışanlar işsizlikle, işsizler iş bulamamakla tehdit ediliyor. Örneğin, eylemlere katılanlar ya da facianın devam etmekte olan ceza davasında şirket aleyhine tanıklık yapan işçilerfişleniyor ve yalnızca o şirketin ocaklarında değil, havzada hiçbir şirketin ocağında iş bulamıyorlar.

Ücret artışı ile Soma; Zonguldak, Kütahya’daki farklı maden kentlerindeki maden işçilerine de cazip hale geldi. Mesele konuştuğum işçi diyorki ‘Zonguldak’ta ücretler düşük, sigorta yok… Burada ölsem ailem para alır, Zonguldak’ta ölsem kimsenin haberi bile olmaz.’ Bunu düşündürecek hale getirmiş bir sistem. Onun dışında ideolojik şeyler kullanıldı. CHP’yi desteklerseniz ocaklar kapanacak ve siz işinizden olacaksınız gibi… Her an bir işsizlik tehdidi. Soma’da bir işçi ile konuştuğunuzda en büyük kaygısının işe gidememek olduğunu, madenlerin kapatılması olduğunu görüyorsunuz.

Mücadele etme noktasında işçiler arasında bölünme yaşandı mı?

Sadece kendi içlerinde değil örgütlenme ve sendikadaki anlaşmazlıklarla da ilgili bölünmeler oldu. Bir şeylerin dönüşeceğine olan inançtan ziyade hayatta kalmak ve aç kalmamak daha baskın geldi. Soma’ya farklı katmanları olan bir saldırı yapıldı. Termik santraller, tarımın dönüştürülmesi… Örneğin Soma’nın o kadar kötü bir havası vardır ki…

Elmadere Köyü’nde köylülerin tarım alanlarına Polyak Şirketi maden ocağı yaptı. Köy yok edildi. Köylülere topraklarını satarak elde ettikleri cüzi paralar bile cazip göründü. Sadece madenlerde işçi sağlığı, işçi güvenliğini hedef alan bir örgütlenme biçiminin Soma’da işlemesi bence mümkün değil. O zaman ben gönüllü bir işsizliğe mi gireceğim diyecek insanlar… Soma’da ekoloji, çiftçi ve sendikal mücadelelerin hepsi bir arada bütüncül bir mücadele olmadıktan sonra işçilerin orada yer alması çok zor. Ne oldu mesela? Bağımsız Maden- İş iyi bir çıkış yaptı. Müthiş bir direniş, asla küçümsemiyorum ama orada şöyle bir şey var: Tazminat direnişi yapıldı. İşçi sağlığı, iş güvenliği vurgusu dahi sınırlı olan bir direniş. Sistemi karşısına alan bir direniş değil ki nasıl alsın?

Türkiye’de Soma’yla da sınırlı olmayan bir şey var: Tarıma ve küçük çiftçiye bu kadar sistematik bir saldırı olan bir ülkede bir çiftçi mücadelesi görememiz. Burada siyasetçilerin, entelektüellerin silsile halinde hataları var. Hindistan’a bakalım… Onların karşısında da otoriter bir devlet var. Bir senelik mücadelenin sonucunda oradaki çiftçilerin elde ettiği kazanımlara bakın. Diğer toplumsal hareketlerin ve feminist hareketin çiftçilerle yan yana durması müthiş… Köylülerin ve küçük üreticilerin toprak ve üretime söz sahibi olma hakları mücadelede kurucu bir unsur olmadıktan sonra o mücadele zayıf kalmakla ve destekçi bulmamaya mahkum.

Bu röportajı okuyan insanın gözünde somutlaşması için soruyorum. Tüm bu hikayenin özneleri olarak biz ne kadar bir işçiden bahsediyoruz?

Kesin rakam veremiyorum ama katliam döneminde 15 bin kişiyi bulduğu söyleniyordu. Bunun için şirket verileri gerekiyor.

Bir de aileleri eklersek…

Tabi… Hane olarak bakmak gerekir. Çiftçi-Sen genel sekreteri Ali Bülent Erdem’in söylediği şey şuydu: ‘Tütün üreticisi rakamlarına baktığında en az dörtle çarpacaksın.’ Maden işçisini gösterebilmek için şirketlerin şeffaf bir şekilde araştırmacılara veri sağlaması gerekiyor.

Soma’da katliam öncesi sendika var mıydı? İşverenle çıkar ortaklıkları nasıl oluşturulmuştu?

Öncelikle şunu söylemek istiyorum. Türk- İş’e bağlı Maden-İş Sendika’sı benimle görüşme yapmayı reddetti. Sendikanın tarihini çıkarabilmek için farklı jenerasyondan işçileri dinledim. Soma Holding'in kurucusu ve yönetim kurulu başkanı Alp Gürkan’ın 2008 öncesinde ‘Ben olduğum sürece bu şirkete sendika girmeyecek’ dediğini iddia ediyor bu işçiler. 2008’den sonra işçiler zorunlu bir biçimde Maden- İş üyesi yapılmaya başlanıyor. Demek ki orada şirketle sendika arasındaki ilişkinin dönüşmesi söz konusu. Diğer taraftan dayıbaşı denilen taşeron insanların bir kısmı sendika yönetiminde yer alıyor.

Bunun dışında, DİSK’e üye işçi onun bedelini ödüyor. Sendika, şirketlerin disiplin mekanizması gibi çalışıyor. Bir işçi bir şikayetinden dolayı sendikayla konuşmaya kalksa anında şirket müdürlerinin haberi oluyor. Bunların tamamı işçilerden dinlediğim hikâyeler… Katliamdan sonra DİSK’e bağlı Dev Maden-Sen’e bir anda çok yüksek bir talep oluyor. İnsanlar DİSK’in önünde sıra olduğunu anlatmıştı. Daha sonra üye olan işçiler fişlendiği ve işsiz kalma tehdidi gördüğü için Dev Maden- Sen hızla güç kaybediyor. Daha sonra mücadeleyi sürdüren bir grup işçi de sendikadan ayrılıyor. 2018’de Bağımsız Maden-İş kuruluyor. Genel Başkanı ve benim çalışmamda da çok büyük desteği olan Tahir Çetin’i buradan anmak isterim. Onu aslında mücadelenin içinde kaybettik.

Katliamdan sonra Soma’daki işçilerin ekonomilerinin görece daha iyi diyebilir miyiz?

Her işçiden duyduğum şey şu: ‘Ben bu eğitim düzeyinde bu maaşı başka yerden alamam.’ Erken emeklilik falan var. Gün gün emeklilik hesaplayan ve şirketin dediğinin dışına çıkamam diyen işçiler var. Ama işçi sağlığı ve iş güvenliğine dair bir düzelme olduğuna dair somut bir veri yok. Ama katliamdan sonra da kitlesel olmasa da olan işçi ölümleri, yaralanmalar ve zehirlenmeler yapısal bir değişiklik olmadığını gösteriyor. Açıkçası kömür çıkarmanın iyi ve sağlıklı bir yöntemi olduğunu iddia etmek zaten imkânsız.

Pandemi döneminde sürekli işe gitmeye devam ettiler. Bir gün dahi üretim durmadı. Hem madenden hem hava kirliliğinden dolayı akciğer hastalığının çok yüksek olduğu bir yer zaten Soma. Ama aynı maden işçileri direniş başlattığında pandemi sebebiyle Jandarma tarafından eylemleri engellendi.

İŞ KAYBETME KORKUSU

13 Mayıs 2014’te 301 işçinin ölümünde sorumluluğu olan Soma Holding Başkanı Alp Gürkan ve Can Gürkan’la konuşabildiniz mi?

Hayır. Ege Linyit İşletmeleri görüşmeyle gittiğimde şunla karşılaştım. O dönemki başkan dediki, buradaki tek bir şirket, işveren benim iznim olmadan böyle bir araştırma için görüşme yapamaz. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’na başvurup resmi yazı getirmem istendi. Bunu denediğimizde Bakanlıktan aldığımız yanıt kendilerinin böyle bir yetkisinin olmadığı yönündeydi. Bakanlığın verdiği yazı doğruydu, böyle bir idari işlem yok zira. İşverenlerle görüşme yapamadım.

Soma’da sol siyasetin, sivil toplum örgütleri, derneklerin etkisi oldu mu?

Olmadı demek çok haksızlık olur. Sosyal Haklar Derneği’nin üyesi olduğum için söylemiyorum, zaten sonrasında üye oldum. SHD sadece hukuki bir destek vermekle sınırlı tutmadı. Orada bir temsilcilik açtı. Yıllarca yaz okulları yaptık orada. SHD dışında sendikal hareketlenme başladı.

Maden işçilerinin 13 Mayıs’a kadar şu hayatta çok şeyi bilmiyordum, gücümüzü öğrendim dediğini duydum. Ama maalesef kitleselleşemedi. Tarikat ağlarının orada da etkisi olduğu falan da bilinir ama bence en belirleyici faktör iş kaybetme korkusu. Şöyle hikayeler dinledim ben işçilerden. ‘Bizim ayaktan metan çıktı, çok korkuyorum.’ Zehirlenirse diye korktuğunu söylemesini bekliyorsun ama hayır… Ocakta çalıştığı ayak kapatılırsa, ücretsiz izne gönderilecek. Temel korkunun bu olduğu bir tablo. Huzurumuzu kaçırmadan örgütlenin der gibi bir şey çıkıyor ortaya. Mülakat yaparken şöyle bir şey olmuştu: Diyorumki şöyle bir şey olmuştu, yok olmadı öyle bir şey diyor. Metan çıkmıştı diyorum, yooo olmadı diyor.

Soma Holding ve İmbat Madencilik rödavanstan önce de vardı orda. Allah razı olsun bu insanlardan, köylünün eli ekmek tuttu diyen onlarca köylü dinledim. Bu insanlar AKP’li falan da değil. Hem tarım gıda şirketlerinin baskın olması hem kömür yatırımlarının artması derken küçük ölçekli üretici illaki üretimi bırakmadı ama bu üretimi finanse etmek için madenden elde edilen gelir bir fırsat olarak görüldü. Bu anlamda şirket sahipleri bir ihtiyaca hitap ettiklerini iddia ederlerken üzgünüm ama yalan söylemiyorlar. Ama eksik bir hikâye anlatıyorlar. O ihtiyaç neden doğdu? Bu insanların yaşam alanları, topraktaki üretim üzerindeki kontrolleri gasp edildiği için.