Venedik ve Varanasi...Su dışında hiçbir ortak özellikleri yokmuş gibi görünen bu şehirler, Geoff Dyer’ın iki novelladan oluşan Venedik’te Aşk Varanasi’de Ölüm kitabında buluşarak medeniyetimizin iki uç noktasından insan manzaralarıyla okuru şaşkına uğratır.

Geçip gidenler  ve kalanlar

> ESRA TANRIBİLİR @irritablerains

Sanatla ilgilenmeyenler bile dünyanın en büyük sanat etkinliklerinden biri olan Venedik Bienali’ni duymuştur. İki yılda bir küratörler, sanatçılar, koleksiyoncular, sanat uzmanları ve gazetecilerden oluşan bir ordu İtalya’ya göç ederek su şehri Venedik’i adeta işgal eder.

Bir de dünyanın öbür ucunda başka bir su şehri vardır. Doğu kültürüyle özel olarak ilgilenenler dışında fazla kimsenin bilmediği, Hindular için kutsal olan Ganj’ın iki yakasında kurulmuş üç bin yıllık Varanasi… Burada ölmek ve yakılmak aynı zamanda ruhun yeniden dünyaya gelmesine engel olmak yani ebedi özgürlük anlamına geldiğinden yaşlılar ölmek için buraya akın ederler.

Su dışında hiçbir ortak özellikleri yokmuş gibi görünen bu şehirler, Geoff Dyer’ın iki novelladan oluşan Venedik’te Aşk Varanasi’de Ölüm (Nisan 2015, Çev. Ayşe Ünal Ersönmez, Sel Yayınları) kitabında buluşarak medeniyetimizin iki uç noktasından insan manzaralarıyla okuru şaşkına uğratır. Geoff Dyer, kurgu, otobiyografi, seyahat yazıları, kültür-sanat eleştirisi, edebiyat teorisi ve İngiliz mizahını birleştirerek yazdığı kitaplarıyla tanınıyor ve çağdaş İngiliz edebiyatının en önemli yazarlarından biri olarak kabul ediliyor. Özellikle kurgudışı yapıtları, onu dünya çapında hatırı sayılır bir üne kavuşturmuş.

Yazarın, Venedik’te Aşk bölümünde, kahramanı İngiliz gazeteci Jeff Atman aracılığıyla sanatın kalbinin attığı Venedik Bienali’nin nabzını çok iyi tuttuğunu söyleyebiliriz. Jeff Atman işinden, içinde bulunduğu sanat çevresinden, toplumdan ve en çok da kendinden sıkılmış çeşitli gazete ve dergiler için sanat haberleri yapan orta yaşlı bir adam... Bir dergi adına ‘akreditasyonlu otlakçı’ olarak Bianal’i izlemeye Venedik’e gidince rutini biraz kırılıyor. Burada Laura adlı bir Amerikalıyla tanışıyor ve birbirlerine âşık oluyorlar. Onlarla beraber biz de Venedik kanallarında dolaşıyor, sergileri geziyor, partiden partiye koşuyor, bedava risotto ve bellini için atmadık takla bırakmıyoruz. Yazar bir yandan sanat camiasına içerden bir gözle bakarken iğneleyici ve alaycı diliyle çağdaş sanat hakkında çok sert eleştiriler yapmaktan da geri durmuyor. “Eserler çocuksu olabilirdi fakat ürünü ve simgesi olduğu başarılı olma açlığı gözü dönmüş bir açlıktı.”

Ölüm şehri
İkinci bölüm olan Varanasi’de Ölüm’de, yine kırklı yaşlarında İngiliz bir gazeteci (bu defa adı yok), kendisinden istenen bir yazı için araştırma yapmaya Varanasi’ye gidiyor. Başlangıçta üç günlük planlanan bu yolculuk, dönüş tarihi belirsiz bir ziyarete dönüşüyor. Yanlış anlaşılma olmasın; kendini bulmak, mutlu olmak, aydınlanmak gibi reklamcıların kaleminden çıkmış turizm safsatalarıyla işi yok isimsiz kahramanımızın. Hatta bu sözleri ciddiye alıp yollara düşen romantik sırt çantalılarla da dalga geçiyor ama bir süre sonra kahramanın kendisi gibi, ağzından dökülen cümleler de değişmeye başlıyor.

Kaldığı oteldeki turistler için, “Herkes gibi onlar da yalnızca geçiyorlardı, yalnızca müşteriydiler” demesi boşuna değil. Onların aksine kendisi şehirle yaşıyor, yollarda dolaşan ölümü hissediyor ve bir gün, o sırt çantalıların asla geçemeyeceği bir boyuta atlayıp adeta Varanasililerden biri olup çıkıyor. “Her sabah Ganj’a giriyordum, o da geçip gidiyor ve kalıyordu, geçip gidiyor ve olduğu yerde kalıyordu.” Tıpkı hayatın, yaşadığımız bazı anlar dışında elimizde hiçbir şey bırakmadan akıp gitmesi gibi...

Geoff Dyer, iki bölümü tamamen birbirinden bağımsız olarak kurgulamış. İkinci bölümün birinci bölümden sonra geldiğine dair hiçbir kanıt bulunmadığı gibi hikâye ve tarz olarak da iki tarafı birbirine bağlayan bir şey yok, sadece güçlükle fark edilen küçük hınzır göndermeler... Birinci novellada yazar, kendine ve dünyaya yabancı tam bir modern birey olan Jeff Atman’ı ‘üçüncü tekil şahıs anlatıcı’ya anlattırırken, ikincisinde kendini gerçekleştiren ve tanıyan isimsiz kahramanıyla ‘ben’ anlatıcısına geçiş yapıyor. Böylece, iki adam arasındaki karakter değişimini görülebilecek şekilde sergiliyor. Ama en önemlisi bütün bunları estetik bir bütünlük içinde gerçekleştirerek farklı okumalara açık çağdaş okurun ilgisini çekecek bir yapıt ortaya koymuş olması.

Venedik’te Aşk Varanasi’de Ölüm, İngiliz mizah anlayışına uzak olanları bile gülümsetecek kadar komik bir dille yazılmış. Yeri gelmişken İngilizlere özgü esprileri inceliklerini kaybetmeden başarılı bir şekilde Türkçeye uyarlayan Ayşe Ünal Ersönmez’i de anmak isterim, ayrıntıları ortaya koyan özenli çevirisinden dolayı kesinlikle övgüyü hak ediyor.