Yaşamının büyük bir bölümünü Adana’da geçiren Zafer Doruk’un öykülerinin gücü, etkisi, gerçeklik duygusu yazarın anlattığı kahramanlarıyla birlikte, anlattığı mekânlarda birebir yaşamasından geliyor.

Geçmiş özlemlere yakılan bir ağıt

KADİR İNCESU

Zafer Doruk öykülerini okurken, gelenek, kültür, yaşam biçimi, yer ve mekân açısından her ne kadar Adana atmosferini yaşıyor olsak da, tanık olduğumuz durumlar, olaylar, karşılaştığımız çarpıcı ayrıntılar bizi insanlığın ortak dertlerine, duygularına, değerlerine açılan evrensel bir kavşakta buluşturuyor. Şehrin modernleşen yüzünden uzaklaşıp ara sokaklara indiğimizde, sıcaklığını hâlâ koruyan insani ilişkilere rastlıyor, yitirdiklerimizi anımsayıp geçmişe doğru bazen düşsel yolculuklar yapıyor, bazen tanık olduğumuz katı gerçeklikler karşısında ne kadar yabancılaştığımızın farkına varıp günümüz değerlerini sorgulamaya başlıyoruz.

Zafer Doruk ile Sel Yayıncılık tarafından yayımlanan yeni öykü kitabı ‘Karsambaç’ üzerine konuştuk.

►Öykülerin de bir öyküsü vardır. ‘Karsambaç’taki öykülerden, yazılma sürecinden söz eder misiniz?

Bazı öyküler vardır, okuruyla buluşsa da aradan geçen yıllar içinde yazarının yakasını bırakmıyor. Az da olsa böyle öykülerim vardı. Bugün yazsaydım nasıl yazardım, merak ediyordum. Bu öykülere borcumun bitmediğini düşünüyordum. Yazdım, kurtuldum. Kimi karakterlerin bakış açıları, toplumsal kimlikleri değişti, kimi karakterler daha fazla güç kazandı, kiminin sorumluluğu azaldı, kimi öykülere yeni karakterler, yeni mekânlar katıldı; diliyle, kurgusuyla farklı anlatım biçimleri, farklı kurgular ortaya çıktı ama sanırım yazdığıma da değdi. En azından benim içime sindiğini söyleyebilirim.

►Bugüne kadar yayımlanan öykülerinizde hiç de yabancısı olmadığımız Adana’ya özgü şeyler var. Bize biraz Adana kültüründen söz edebilir misiniz?

Adana 90’lı yılların başına kadar önemli bir tarım ve sanayi şehriydi, ülke ekonomisinin kalbiydi. Pamuk tarlaları ve fabrikalar kırsal yörelerde işsiz kalan tarım işçilerini Adana’ya çekmişti. Adana’da fabrika çevrelerinde işçi mahalleleri oluşmuştu. Şehirde iç içe yaşayan Arap, Kürt, Türkmen, Yörük, Farsak kültürü, işçilik kültürü ve yerel kültür birbiriyle kaynaşıp Adana’ya has bir kültür oluşturmuştur. Adana sıcak bir şehir. Gece hayatının eski Adana kültüründe önemli bir yeri vardı. Yaz’ın insanlar vakitlerinin çoğunu damlarda, geniş avlularda geçirirlerdi. Pavyonlar, yazlık sinemalar, kuşçular, kabadayılar, Adana kültürünün birer parçası. Çukurova toplumsal ve kültürel çelişkilerin yoğun yaşandığı bir bölge. Öykü açısından oldukça verimli bir coğrafya.

gecmis-ozlemlere-yakilan-bir-agit-876627-1.

►Bir yazarın yaşadığı yerlerden etkilenmesi olağan. Adana’nın öykülerinize etkisi ne oldu?

Adana, kültürüyle, insanıyla, iklimi ve coğrafyasıyla öykülerimi besleyen bir şehir. Yaşadığım mekânlar, tanıdığım insanlar, tanığı olduğum hayatlar belli bir süre sonra yazarken öykülerime sızıyor. Öykülerin çoğu Adana’da geçiyor ama dertler, meseleler, yaşantılar, hissedilenler insanlığın ortak kaderine işaret ediyor.

►Öykü kahramanlarınız Düztaban Zöhre, Süslü Yakup, Destan, İsmiyel, Arif, Maral biraz da toplumun dışladığı tipler. Hayallerini, istediklerini gerçekleştirememiş, pek de başarılı olamamış kişiler. Ne dersiniz?

İstedikleri hayata kavuşsalar belki iyi ve mutlu insanlar olacaklardı ama öyküleri de bulundukları koşullara göre yazılacaktı. Benim baktığım çevrenin yaşama koşulları ağırdır. Şehrin bir yanında parıltılı hayatlar, öte yanında alt kültürün egemen olduğu, yoksul ve orta halli insanların yaşadığı varoşlar. Çelişkiler varoşlarda daha keskin ve sıradışı yaşanıyor. Yaşama uğraşı verirken umudunu yitirmeyen, sağa sola savrulurken bize itici, kaba saba görünen insanların ilişkilerine yakından baktığımızda bazen öyle inceliklere rastlıyoruz ki insanlığımızdan utanıyoruz.

►Öykülerin tamamı geçmişin kapısını aralıyor; bir türlü kapanmayan yaraları, dinmeyen özlemleri, bitmeyen hesaplaşmaları hatırlatıyor.

Küresel ölçekte gelişen günümüz teknolojisi karşısında insanlığın giderek çürüyen, yozlaşan ilişkilerine baktığımızda geçmişin henüz bozulmamış, kirlenmemiş değerlerine duyduğumuz bir özlem belki. Dokunmayı, koklamayı, görmeyi, hissetmeyi aradan çıkardığımız sanal bir ilişkiler ağı içinde çırpınırken, her anımsadığımızda geçmişe yakılan bir ağıt da diyebiliriz.

►Berber Kemal’de de bu yitip giden değerlere karşı bir serzeniş görüyoruz. Renkli bir karakter Berber Kemal; ne dersiniz?

Bu öykü, anlatıcı öykü kişisinin zihninde canlandırdığı, yaşadığını varsaydığı bir karakter. Günümüzde çok farklı bir konuma bürünmüş berberlik mesleğinin değişim sürecini geçmişten bir berberin yaşantısı üzerinden anlatıyor. Kendini yazan bir öykü de diyebiliriz.