Oyuncaklarımızı yeni yeni terketmiştik.

Oyuncaklarımızı yeni yeni terketmiştik. Saçımız, yüzümüz, bedenimiz, ruhumuz hepsi birbiriyle küsmüş, biz hepsine düşman olmaya başlamıştık. Zaman geçsin diye beklerdik. Öyle sabırsız, öyle törpülenmemiş, hiç kırılmamış ve kimseyi kırmamıştık ki... Hesaplamadan yola çıkar, nereye gideceğemizi bilmez, yolda karşımıza çıkan herkesi de arkadaş bilirdik. İnternetsiz, cep telefonsuz bir dünyayı paylaştık bu insanlarla. Onlarla aşık olduk, nefret ettik, ağladık, kahkahalar attık, sustuk, yürüdük, koştuk, düştük, durduk, öylece baktık, kaçtık, ne yapacağımızı bilemedik, ne yapacağımızı bildiğimiz halde yapmamız gerekenleri yapmadık, yemekler yedik, içkiler içtik, kustuk, filmler izledik, konserlere gittik, yolculuklar yaptık, kavgalar ettik, kıskandık, affettik, affedildik,dilekler tuttuk, şarkılar dinledik ve söyledik... Saçmaladığımız da oldu elbet. Hayatı biz onlarla karşıladık. Korka korka, büyük bir cesaretle... Şimdi biraz da bu yüzden onlara ve o anlara dair her saçmalık bile öyle anlamlı geliyor ki...
Eski dostlarla bir araya gelmenin keyfi bambaşka. Hele bir de onlar çocukluktan kalan emanetlerse, bu dostlukların yerlerini başka şeylerle, kişilerle doldurmanın imkanı yok. Onların yanında “şu” oldum, “bu” oldum diye böbürlenme, gibi yapma, kendini ispatlama çabası yok. Bir insanı tanıdığımız haliyle hatırlıyor, yıllar geçse bile hep o ilk sevdiğimiz tavrıyla görüyoruz hep işte. Yıllar zamanın gölgelerini düşürmüş bile olsalar yüzüne, bizi kör eden bir bağ var aramızda. Zamanın meydan okuyamadığı şeylerin varlığına bu anlarda inanıyorum.
Hayatı bazen dalgın bir Kadıköy yağmurunda, bazen cesur bir Beylerbeyi akşamında ya da karmakarışık bir Beyoğlu yorgunluğunda anlamaya çalıştığınız olmuştur onlarla. Oysa o zamanın tanımları bugünlerden çok farklıdır. Çocukluk arkadadaşlarımız bizim oyuncaklarımıza, ilk sivilcemize, ilk karp çarpıntımıza ve kırıklığımıza şahit olmuşlardır. İlk aldatılmaların, yalanların bizlerde açtığı boşlukları görmüşlerdir. Düştüğümüz ya da oyuncağımız elimizden alındı diye ağladığımız zamanları da, bir başkası için gözyaşı dökmeye başladığımız anları da hatırlarlar. Şimdi sussalar bile onlar bizi avuçlarının içi gibi bilirler. Dostluklara aileden önemli saydığımız bir dönemi yaşamışızdır omuz omuza. Beraber kazanmayı ve kaybetmeyi öğrenmişizdir. Onlar bizi bizden iyi tanır, yaralarımızı bizden daha iyi ve daha çabuk onarırlar. En güzeli ise tek kelime etmeniz gerekmez. Hesabı kitabı olmayan, egosuz bir buluşma bu. Uykusuz gecelerin sabahına aynı koltukta vardığımız bu insanlar bir ilaç, bir vitamin gibi durmalıdırlar hayatımızın ilk yardım çantasında.