Açık saydam siyasete değil kapalı siyasetin maharetine inananların yöntemlerine güvenmeyen, demokratik bir muhalefet ittifakını öngören bir çıkış yolu vardır.

Geçmişe ağlamanın yararı yok…
Fotoğraf: BirGün

Bilim kurgu hikâyeleri, romanları filmleri ne kadar “derin”, ne kadar hoş ya da dehşet verici olursa olsun geçmişe ya da geleceğe yolculuk yapamıyoruz; üstelik gelecekte de böyle muhteşem bir şansa sahip olmak yalnızca hayali cihan değer cinsinden. Bilim insanları buna zamanın tersinmezliği diyorlar, yani zamanda geri dönüş yoktur. Ne güzel! Öyleyse şu tarih dediğimiz geçmişin hikâyelerine de geri dönüş yoktur. Ama maddenin, maddenin içinde hareket ettiği uzamın zamanla ilişkisi biraz karmaşıktır. Başı sonu olmayan uzayda geri dönmek, sağa sola gitmek mümkündür. Sürekli değişen ancak hareketle tanımlanabilen An’ın geçmişi ve geleceği iç içe yaşattığını da öğrenmiştik. Yine de bütün bu hareket serbestliğinin zamanın hiç geri dönmeyen, geçmişten geleceğe uzanan akışı içinde olduğunu unutmamak gerekiyor. Demek ki hayatın zamanın akışı dışına çıkmamak koşuluyla zamanda değil ama hikâyede ileri geri sağa sola hareket etmesinden söz edebiliyoruz.

Bizi mutlu ya da mutsuz edecek sonuca yaklaşıyor muyuz böylece? Zamanda geri gidemiyoruz anladık, peki uzayın bir köşesinde büyük bir hızla dönüp duran küçücük gezegendeki insanların kendileri için ya da kendilerine karşı ileri geri sağa sola gitmeleri mümkün mü? Tarih zamanın somutlanmasıdır. Mutlulukla söyleyebiliriz ki zamanın rotasına uygun olarak önümüze çıkan engelleri yenebiliyorsak ilerleme doğal olacaktır. İleriye doğru hareketimizin önünde yenilmesi güç, durdurulmuş ya da geri çevrilmiş bir iki önemli deneme, bir iki inatçı çaba dışında bugüne kadar zamanın dışına sürmeyi başaramadığımız kapitalizm ve onun türevleri var. Bu engelleri aşamadık hâlâ, yine de ufkumuz açıktır. Peki, engellerin her daim geçerli eskimiş köhne pratikleri tarihin içinden çıkıp bugüne hâkim olabilirler mi? Geçmiş zamanların eğilimlerine, yaşam tarzlarına, siyasetine, yöntemlerine geri dönmeyi savunanların böyle bir siyasi dini hareketin peşine düşenlerin zamanın tersinmezliğine karşı başarı şansları var mı?

Ümmet, millet, halk

Örneğin 99 yıl önce kaldırılmış olan hilafetin yani tüm İslam aleminin dini önderi olma iddiasının gündeme getirildiğini, ciddi ciddi tartışıldığını hayretler içinde görüyoruz. İddianın öne sürülmesi mümkündür ama dünyanın değişen koşullarında teoloji tüm kıtalarda sorguya çekilir, bilim karşısında adım adım gerilerken, hilafetin tartışılıyor olması tuhaf değil mi? Bin parçaya, hiziplere, tarikatlara bölünmüş, bir zamanlar bilimle buluşmanın işaretlerini verirken, Ortaçağ’ın karanlığına saplanıp kalmış İslam dünyasının, ne ideolojik ne politik olarak bir araya gelebilen ülkelerin, yakın zamana kadar laikliği ilke edinmiş, çağdaşlıkla-sekülerizmle tanışmış devletin hilafete geri dönme iddiasını tanıması, peşine düşmesi olacak iş midir?

Ama dışarıda kabul görmese de hilafet hevesinin içeride işe yarayabileceğini düşünenler az değildir. İktidar amacını en yetkili kişiler ağzıyla ilan etmiş, Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır…” demişse bunu ciddiye almak gerekiyor. Otoriter yönetimi hilafet cüppesiyle sınır ötesine taşımak, siyasete dar geldiği söylenen milleti ümmetle genişletme boş çabası bir yana, örneğin medeni hukuk düzeninin dışına çıkmak, şeriat hukukunu yeniden geçerli kılmak, yüz yıl öncesinin dini kurallarını sivil hukuk kurallarının önüne koymak o tarih dışına düşmüş hikâyeyi yeniden yazmak imkânı var mıdır?

Marksist tarihçi Eric Hobsbawm, “Saati geriye çevirmeyi amaçlayan toplumsal çabalar neredeyse kaçınılmaz biçimde daha geniş kapsamlı sonuçlar doğuran güçleri harekete geçirmektedir” diye yazmıştı. (Tarih Üzerine. Agora kitaplığı. s.17) Türkiye’de geçmişi ihya etme çabalarının nasıl sonuçlanacağını kimse öngöremez. Geçmişe dönüş hikâyelerinin modernleşmeyi içselleştirememiş burjuvazi, kültürel gelişmeyi müzayede salonlarında tanımış kapitalistler tarafından nasıl karşılanacağını da tam olarak bilmiyoruz. Yine de keskin bir geriye dönüşün çıkarlara zarar vermesi ihtimali nedeniyle büyük sermaye tarafından hoş karşılanmayacağı ihtiyatlı bir dille anlatılıyor. Onların ölçüsü sistemin bekasıdır; zarfı önemsemezler, mazrufa bakarlar; üretilen artı değere el koyma mekanizmasıdır önemsedikleri. Sendikalaşmaya, grev hakkına engel olduğu için pek sevdikleri yönetime itirazları ancak ideolojik değişim kârları tehlikeye sokarsa gündeme gelir.

Aymazlık hata boyun eğmek suç

Geniş kitleler için ise konu daha farklıdır. Pek bilinen örneklerinden yola çıkarak biraz da anlaşılır kılmak için soralım, hırsızın kolunu kesmek, şeri hukuka göre suç sayılan eyleminden dolayı kadını recm etmek, taşlayarak öldürmek toplumca kabul edilebilir bir ceza yöntemi olabilir mi? “Neden olmasın?” diyen öfkeli sesleri duyar gibiyim. İşte gencecik insanları öldürmüş bir katil hiç utanmadan ekranlara çıkartılıp konuşturuluyor; işte yüzyıl öncesinin tuhaf kılıklarıyla korkutucu olmaları öngörülerek cübbeli, sarıklı, fesli bir kalabalık ellerinde IŞİD ya da Taliban bayraklarıyla şeriat çığlıkları atabiliyor; minicik çocukları cüppeli sarıklı yürütebiliyorlar. Bütün bu gösteriler 20 yılı bulan bir iktidar döneminin sonunda yapılıyor; geçen sürede yapılanlar da düzenli izlenmiş bir rotaya işaret ediyorsa, hayır olacak iş değil demek sanırız aymazlık olacaktır.

Demek ki bugün artık kitleler için korku kaynağına dönüşmüş geçmişe dönelim hevesi ve eylemi sürmektedir. Başka işaretler de var; demokratik meslek ve kitle örgütlerinin, baroların elinin kolunun bağlanması, muhalif sayılan bir iki TV kanalının, bir kaç gazetenin köşeye sıkıştırılması, sosyal medyayı susturma çabaları da bu yönde atılmış adımlar arasındadır.

Öyleyse bizim kısa ömrümüz böyle bir geri dönüş macerası ile karşı karşıyadır; ama bu ülkenin gençleri, orta yaş kuşağı açısından düşünürsek yani kendi ömrümüzü ölçü almazsak zamanın tersinmezliğine de denk düşen mücadele yenilmeyecektir. Geçmişe dönüş kapılarını kapatmayacak, iğdiş edilmiş laikliği din üzerinden tanımlayacak, otoriter rejimin kazanımlarını terk etmeyecek bir başka iktidar formülünün de ömrü kısa olacaktır. Geçmişe özlem duyanların zikzak çizerek rotayı geçmişe çevirmeleri, yolu tıkamaları olasıdır ama Türkiye gibi politikanın hızlı geliştiği bir ülkede yolun sürgit tıkanması mümkün olmayacaktır.

***

“Geçmişe dönelim, parantezi kapatalım” diyenler başarı kazansa ya da durumu “kurtaracak” restorasyon çabalarını geçici olarak durduracak formüller gündeme gelse bile, değişimin gerçek öznesini bize hatırlatacak olan, tarih ile insanlar arasındaki temel ilişkidir. Orada “insanlar tarihlerini kendi seçtikleri koşullar içinde değil doğrudan karşı karşıya kaldıkları geçmişten gelen koşullar içinde yaparlar” denilmişti. Demek ki bizim geriye doğru gidişi durdurmamız da durumu tahlil etmekle yetinmemeye, zamanın hızına ayak uydurarak ilerlemeye, koşullara, koşullar altındaki inatçı eylemimize bağlıdır. Eski hikâyelerin yinelenmesi, kurtuluşa ihanet edenlerin kahraman ilan edilmesi önlenebilir. Açık saydam siyasete değil kapalı siyasetin maharetine inananların yöntemlerine güvenmeyen, demokratik bir muhalefet ittifakını öngören bir çıkış yolu vardır. Kitap koşulları öne çıkartıp nesnel durumu görmemizi öngörüyor ama aynı zamanda “insanlar kendi tarihilerini kendileri yaparlar” demiyor muydu?

Ömrünü geçmişe hasretle geçirmiş Yahya Kemal bile geçmişe dönmenin imkânsızlığını anlamış, “Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç/ Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç! dememiş miydi…