Altı partinin genel başkanı tarafından pazartesi günü açıklanan Güçlendirilmiş Parlamento Sistemi bildirgesi, artı ve eksileriyle birlikte değerlendirilmelidir.
Yarının Türkiye’si için ana başlığıyla yayımlanan bildirge, çok doğru bir tutumla, ülke demokrasisinin, bugünkü büyük eksiklerinden yola çıkarak, gelecekte sahip olması gereken anayasal temelleri dile getiriyor.

Açıklama, bununla birlikte anayasal geçmişi reddeden bir özellik taşıyor.


DOĞRUYA DOĞRU

Açıklamanın, özellikle, tüm hak ve özgürlükler; hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, seçilenlerin yerine kayyum atanmasının kaldırılacağı; kurumların bağımsızlığı; siyasal ahlâk ve kamuda işe alınmalarda yalnızca yeterliliğe bakılacağı ve YÖK’ün kaldırılacağı gibi öneriler, demokratik devlet yapısının da temel taşları olarak umut vericidir.

HDP ve sol partileri içermediği için çok eksikli olan girişim, mağduriyetleri gidermeye dayalı yaklaşımıyla da sorunun temeline inmiyor. Faili meçhul cinayetlerin tamamı açıklanmadıkça toplumsal uzlaşma sağlanması, nesnel olarak, olanaklı değildir. Çünkü, faili bulunmayan cinayetlerin yarattığı mağduriyetlerden daha büyük bir mağduriyet olamaz.

KURULUŞ DEĞERLERİNDEN YOKSUN

Önce, açıklamadan uzun bir alıntı yapalım; şöyle deniliyor:

“Türkiye, parlamenter demokrasi bakımından köklü bir geçmişe sahiptir.

Bununla birlikte ülkemizde hiçbir zaman gerçek anlamda çoğulcu demokrasiye geçiş de mümkün olmamıştır. 1921 Anayasası’nın nispeten kapsayıcılığının peşinden kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti, sonraki anayasalarında daha dar kalıplara girmiştir.”

Bu sözler, Cumhuriyet değerlerini kavramaktan tamamıyla uzaktır.

Önce, 1921 Anayasası, Kurtuluş Savaşı başlarken, yönetim erkini ya da egemenliğin kaynağını gökten yere indiren tarihi belgedir. Açıklamada “nispeten kapsayıcı” nitelemesinin nedeni, 1921’in “Devletin dini, Din-i İslam’dır” (m.2) düzenlemesi mi?

Sonra, Açıklamada “sonraki dar kalıp” denilerek eleştirilmek istenen ise, 1961’e dek yürürlükte kalan 1924 Anayasası’dır.

Oysaki Türkiye Cumhuriyeti o anayasa ile kuruldu. O Anayasa ile neler yapıldığını bir kez daha özetlemekte yarar var:

“Ulusal bağımsızlığın perçinlenmesi; hukuk düzeninin çağdaş hukuk ilkeleriyle oluşturulması; kamu yönetiminin kurumlaşmasının başarılması; üreterek özgürleşme ve sanayileşme yoluyla bağımsız ekonomik kalkınma; Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün istemesine karşın toprak reformu yapılmasını engelleyecek kadar güçlü Millet Meclisi; bilimsel bilginin yol göstericiliğine, yani laiklik ilkesine dayalı eğitim, hukuk, kültür ve kamu yönetimi yapısı; yurtta barış, dünyada barış uygulaması ve II. Dünya Savaşı dışında kalma… O anayasal “dar kalıplar” içinde, ancak, çok büyük ve tarihsel bir başarı ile gerçekleştirildi.

Açıklamada, bugün evrenselleşen bu kuruluş değerlerine yer verilmemesi, 1924 Anayasasına sığınılarak, kurnazca yapılmış bir Cumhuriyet reddiyesinden başka bir şey değildir.

1924 Anayasası’nın görmezlikten gelinen bir başarı öyküsü daha var: O Anayasa ile Cumhurbaşkanı İsmet İnönü önderliğinde geçilen çok partili siyasal ortamda, halk, 27 yıllık tek parti yönetimine özgür oylarıyla son verdi. Ülke tarihinde ilk kez, dünya tarihinde de pek tanık olunmayan bir büyük değişim, halkın oylarıyla gerçekleştirildi. Böylece işbaşına gelmiş olan DP iktidarı, çok değil on yıl sonra, benzer bir barış içinde iktidar devrini gerçekleştiremedi. Ülke, 70 yıl sonra, bugün, DP’nin kimi beşinci sınıf çömezlerinin elinde “seçim güvenliğinin” bile tartışıldığı bir noktadadır.

1961 ANAYASASI’NA HAKSIZ SUÇLAMA!

Açıklama, Cumhuriyet’in değerlerini, çok güçlü bir biçimde özgürlük temeline yerleştiren 1961 Anayasası’nı çok daha ağır eleştiriyor:

“1961 Anayasası, birçok yeni ve önemli düzenleme getirmiş olsa da çok partili siyasi hayatımıza sekte vuran bir askeri darbenin ardından hazırlanmıştır. Buna bağlı olarak da silahlı kuvvetler başta olmak üzere, bazı bürokratik kurumlara demokrasi ile bağdaşmayacak yetkiler tanımış, dolayısıyla bürokratik vesayet düzenine sebep olmuştur.”

Bu topluma, kanımca “özgürlüğün en güzel on yılını” yaşatan 1961 Anayasası, temel ve siyasal hak ve özgürlükleri en kapsamlı bir biçimde düzenliyor ve onları eğitim hakkı, çalışma hakkı, sendika hakkı gibi ekonomik ve sosyal haklarla temellendiriyordu. Anayasa, oluşturduğu hak ve özgürlükler ortamı ile, bilimsel araştırmalardan edebiyata, müzikten gülmeceye dek her alanda, o yıllara kadar görülmedik ve 1971’den sonra da görülmeyen bir toplumsal uyanışı ve yaratıcılığı yeşertti.

1961 Anayasasının bu özü görmezlikten gelinirken, getirdiği vesayetten çok fazlasının, parti kapatma dahil, 12 Mart 1971’de, ABD desteğiyle yapılan faşist askeri darbe sonrası yapılan anayasa değişikliğiyle gerçekleştiği görülmüyor.

Dahası, açıklamada yine ABD eliyle yapıldığı bilinen 1980 darbesinin o çok ağır anayasal, ekonomik, siyasal ve toplumsal yıkımına da yalnızca “1982 Anayasası da yine bir darbe dönemi ürünüdür… bürokratik kurumları ve vesayetçi bakışı korurken, temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan hükümler öngörmüştür” diye çok kısaca ve yüzeysel değiniliyor.

Son olarak, bu ülke, 1961 Anayasası’nın özürlük ortamında, her seçmen oyunun “milli bakiye yöntemiyle sayıldığı, barajsız seçimler yaptı; sosyalist Türkiye İşçi Partisi, aldığı oy oranında Meclis’te temsil edildi. Açıklama, barajsız seçim yaklaşımını bile sergileyemiyor; 1961’in de gerisinde kalıyor.

Yineleyelim, tarihin de kanıtladığı gibi, geçmişin sağlam toplumsal damarlarından beslenmeyen hiçbir “yarın için” başlıklı siyasal girişim başarılı olamıyor. Tarihe çok yanlı ve yanlış bakılarak tarih yazılamıyor.