Geçmişten bugüne dilde eşitlik mücadelesi

Prof. Dr. Nazire AKBULUT

Konuşma dili, yazı dili ve beden dili; olumlu yönüyle, bireysel boyutta veya toplumsal boyutta insanlar arasında bir köprü misali iletişimi sağlayabilir. Ancak olumsuz yönüyle de onların birbiri ile iletişimini kesebilir, hatta belli kişi veya grupları, diğer kişi veya gruplar karşısında yetersiz kılabilir.

Çok geniş bir konu olan dil ve özelliklerini, kadının toplum içindeki konumuna ve Alman dili örnekleriyle kısaca anlatmaya çalışacağım. 19’uncu yüzyılda Avrupa’da, birinci dalga feminist mücadelenin kadına sağladığı eğitim, çalışma ve seçme hakkı gibi kazanımlar, Nazi Almanya’sı döneminde kesintiye uğruyor. Almanya’da 1968 kuşağının genç insanları, Nazi Almanya’sında sessiz kalan ebeveynlerini sorgularken eylemler ortaya koyar ancak kadınlar, karar aşamalarında arka planda kaldıklarını görür. 1968 yılında başlayan gençlik hareketi içinde yer alan veya bu süreci değerlendiren kadınlar, ikinci dalga feminizmin başlamasını sağlamış, kamusal hayatta da özel hayatta da kadın ve erkeğin eşitliği için mücadele vermişlerdi. Konumuz gereği bu yazıyı dil ve kadın ilişkisi, kısaca ‘cinsiyetçi ifadeler’ olarak sınırlayacağım.

Feminist mücadelenin ‘eşitlik’ anlamında dil alanındaki çalışmalarında Luise Pusch ve Senta Troemel-Ploetz ön plana çıkıyor. Robin Lakoff’un tanımı olan Women's Language’den esinlenerek ‘kadın dili–erkek dili’ araştırmaları 1980’lerde Pusch tarafından Feminist Lengüistik adında bir disipline dönüşüyor. Araştırılan konular yalnızca feminist dilbilimcilerin araştırma alanı olarak sınırlı kalmıyor, basın ve yayının, okulların, kilisenin ve politikanın da ilgi odağı oluyor. Ancak burada dil araştırmacılarının Almancada ortaya çıkardıkları bulgulara bakarsak örneğin kişi zamirleri olan ‘man, jedermann, jemand, der‘ [adam, insan, herkes, biri ve o] gibi sözcükler eril ifadeler olup kadını yok sayıyor.

Feminist dilbilimcilerin üzerinde durduğu bir diğer alan ise dilsel bir diğer hazine sayılabilecek atasözleri ve deyimler. Atasözleri ve deyimler; her toplumun yaşam deneyiminin, söz sanatlarından ve dilsel kalıplardan yararlanarak kristalleşmiş şeklidir. Birçoğu ortaya çıktığı çağa ayna tutar. Örneğin 18. yüzyılda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda ortaya çıktığı ifade edilen, özellikle şiirde ilk sesteki / ilk hecedeki vurgu tekniği ile mısranın son hecesinin uyumu olan kafiyeden yararlanılarak oluşturulan bir çocuk saymacası, o çağda var olan hiyerarşiyi ve bu hiyerarşide kadının ‘yokluk’unu gösterir: “Kaiser König Edelmann / Bürger, Bauer, Bettelmann.” İmparator, Kral, Soylu / Burjuva, Köylü, Dilenci.

Türkçedeki gibi ‘saçı uzun, aklı kısa’ deyimleri gibi benzerlikler gösteren olumsuz atasözleri ve deyimler, ne yazık ki olumlu olanlardan kat be kat fazla. Kültürel özellik taşıyan atasözü ve deyimlere şöyle örnekler verebiliriz:
Kadınlar gözlerin cenneti, cüzdanın ateşi ve ruhun da cehennemidir.

Tanrı erkek olduğunda, şeytan çoktan kadın olmuştu.
Kadın tıpkı gölge gibidir: Ona uzanmaya çalışırsın, elinden kaçar. Ondan kurtulmaya çalışırsın, peşini bırakmaz.
Bu işin içinde bir kadın [parmağı, NA] var.
Erkek baştır, fakat kadın onu [o başı] döndürür.
Dilin kadınları tanımlarken yakıştırdığı olumsuz sıfatlar ve sadece onlarla sınırlanan betimlemeler de dilbilimcilerin ilgi alanındadır. Evlilik bağını oluşturmamış bir kadın için kızkurusu yakıştırılırken, aynı tercihi ortaya koyan erkek, olumluluk ifade eden müzmin bekâr sıfatla tanımlanır.

Feminist Dilbilim’in üzerine eğildiği bir başka önemli nokta eğitim/okul kitaplarında toplumsal cinsiyet rolleridir. Kadının; sadece duygusal olarak, anne rolünde betimlenmesi ve mutfakta iş yaparken görselleştirilmesi; erkeğin, güçlü ve para kazanan, evde de koltuğunda oturup gazete okuyan biri olarak ifade edilmesini, subliminal etkinin en hafifi olarak tanımlayabiliriz.

Feminist dilbilimci Senta Troemel-Ploetz’ün kadın düşmanı ve seksist bir dil tanımı da şöyle: Bir dilde kadınlar ve onların başarıları ifade bulmuyorsa, kadınlar yalnızca erkeğe bağımlı ve erkeğe tabi konumu ile tanımlanıyorsa o dil seksistir. Kadınları yalnızca stereotip rollerde gösteriyor, onlara karşı ilgiyi bu klişe roller üzerinden sürdürüyor ve onlara bu doğrultuda yetenekler yakıştırıyorsa ve de kadınların yetenekleri küçümseyici bir dille aşağılanıp inkar ediliyorsa, o dil seksistir.