Bugün 1 Mayıs, emeğin bayramı… Emeğin, karanlığı delip geçen iradesinin ve gücünün varlığını kutluyoruz. Bugün dünya genelinde neoliberal düzenin yarattığı büyük eşitsizlikler ve bu eşitsizliklerin siyasete, yükselen otoriter eğilimler olarak yansıdığı bir karanlıkla karşı karşıyayız. Aynı neoliberal düzen Türkiye’de de derin bir ekonomik kriz ve kurumsal yıkım bıraktı hepimizin kucağına. Dar tanımlı bakıldığında 4 milyon […]

Bugün 1 Mayıs, emeğin bayramı… Emeğin, karanlığı delip geçen iradesinin ve gücünün varlığını kutluyoruz.

Bugün dünya genelinde neoliberal düzenin yarattığı büyük eşitsizlikler ve bu eşitsizliklerin siyasete, yükselen otoriter eğilimler olarak yansıdığı bir karanlıkla karşı karşıyayız. Aynı neoliberal düzen Türkiye’de de derin bir ekonomik kriz ve kurumsal yıkım bıraktı hepimizin kucağına. Dar tanımlı bakıldığında 4 milyon 300 bin kişinin işsiz olduğu, ancak geniş tanımlı gerçekler ortaya konulduğunda 7 milyon 150 bin kişiyi işsizliğe mahkûm eden bir düzenden söz ediyoruz. Tablonun günden güne ağırlaştığı, son bir yılda 1 milyon kişinin daha işsizliğe itildiği bir düzenden…

Çok değil, bundan 20 yıl öncesine kadar bu yıkımın sebebi olan neoliberal düzen, ‘ideolojiler dönemini kapatan’, ‘ siyasetler üstü’, ‘tarihin sonunu getiren’, neredeyse alternatifsiz bir hakim paradigma konumundaydı. Küreselleşen post endüstriyel ekonomide artık devlet, toplum ve sınıflar değil, şirketler, bireyler ve kimlikler vardı. Dolayısı ile 1 Mayıs da artık siyasi bir anlam yüklenecek, egemenlere tehdit olacak bir günden ziyade ‘köhnemiş’ solun ‘romantizminden’ ibaretti. Öyle ya, artık toplumsal değişimin öznesi olacak bir işçi sınıfı olmadığına göre, sınıf siyaseti de olsa olsa eski tüfek solcuların fantezisi olabilirdi ancak…

Bugün işte bu egemen anlatının çöküşünü izliyoruz. Özellikle 2008 krizinden sonra iki anlatının çarpışmasına sahne oluyor dünya.

Bir yanda bu eşitsizliklerin üzerini örtmek için kimlik siyasetini derinleştiren ve otoriterleşmeyi besleyen neoliberal uzantılı bir anlatı… Bu anlatının siyasetinde egemen sınıfların var olan güçlerini ve iktidar alanlarını terk etmemek adına köpürttükleri korkular ve bu korkuları var ettikleri kimlikler üzerinden ayrımcılık ve nefret var.

Diğer yanda ise bu eşitsizlikleri doğuran düzene itirazı, bu eşitsizliklere maruz kalan farklı kimlikleri buluşturan sınıf siyasetine dayalı bir anlatı… Yeni emek tarifi üzerinden, yükselen Occupy hareketinden Momentum’a, ‘sarı yeleklilerin’ ayağa kalkışından bugün İspanya’da PSOE’nin seçim zaferine yayılan geniş bir çerçevede görüyoruz.

Bu iki anlatı Türkiye’de de sertleşen bir zeminde karşı karşıya geliyor. Bir yanda AKP’nin baskıyla ayakta tuttuğu, neoliberal rant düzeni ve bunu var etmek için uzun süredir sığındığı ve körüklediği kimlikler üzerinden ayrıştırıcı siyaseti… Diğer yanda ise Gezi’den başlayan Hayır iradesinde büyüyen 31 Mart seçimlerinde perçinlenen, özellikle orta sınıfların, “yeni proleterlerin” başını çektiği güçlü demokratik irade var.

Bu kitlesel irade, rant düzeninin yok saydığı, esnek ve güvencesiz çalışma koşullarına mahkum ettiği tüm emekçilerin itirazından kaynaklı. Soyut bir demokrasi beklentisinden öte politik ekonomik anlamlar taşıyor. Bu gerçek hakkıyla tartışılamadığı için, henüz ‘yeni emek sınıfı ‘ siyaseten bir kurucu özneye dönüşebilmiş değil. Bu ‘yeni emek sınıfı’ eskinin üretim desenlerinde var olan yani fabrikada kol gücüyle var olan mavi yakalıları içerdiği gibi yeni üretim desenlerinde aynı güvencesiz ve esnek çalışma koşullarına mahkûm edilen, atomize bireyler olarak üretim zincirlerine dâhil olan beyaz yakalıları da içeriyor. Ve bugün yerel seçimler sonrasında yeniden açılan siyaset zemininin tartışması gereken ve büyütmesi gereken de işte bu yeni emek sınıfının demokrasiyle buluşan mücadelesi.

Kriz karşısında her geçen gün daha fazla yok sayılan mavi yakalının ve beyaz yakalının; memurun, öğretmenin, bankacının, mühendisin, doktorun, tekstil atölyesindeki işçinin, özgür bir gelecek isteyen öğrencinin yeni bir düzen hayalinde ortaklaşmasının tek çıkış olduğunu hatırlamanın günü olmalı bu 1 Mayıs. Geçmişin tüm ilerici birikimini çağın koşullarında yeniden var eden ve dünyaya bir kez daha eşitlik ve özgürlük vadeden bir başlangıç olmalı. Öyle de olacaktır!

1 Mayıs, geçmişten gelen gücü geleceğe taşıma heyecanıyla kutlu olsun!