2008ve 2009 yıllarında dünyanın  üzerine çöken küresel kapitalizmin krizi, çok sevmiş olacak ki bir türlü dünyayı terk etmiyor. Krizin

2008ve 2009 yıllarında dünyanın  üzerine çöken küresel kapitalizmin krizi, çok sevmiş olacak ki bir türlü dünyayı terk etmiyor. Krizin etkileri 2010’da da kendini yoğun bir biçimde hissettiriyor. ABD’de Obama devlet kasasından kapitalistlere anında milyar dolarlar aktarırken,  işsiz ve yoksul kalan yüzbinlerce insanına hiç değilse sağlık açısından biraz nefes aldırabilecek, sağlık sigortası yasasını, bir buçuk yılda ancak çıkartabildi. Sosyalizmin çöktüğünü, kapitalizmin olmazsa olmaz tek seçenek olduğunu dünyalının kafasına kazımakla meşgul olanlar, anlaşılan o ki buna kendilerini bile henüz inandırabilmiş değiller. Dünyanın her yerinde, her an ete kemiğe bürünecek bir mayanın, bir ruhun dolaştığının farkındalar. Sırçınar sohbetlerinde Cenap Hoca’nın dile getirdiği gibi ; “Farkında olmayan bir tek Türkiye’nin liberalizme soldan yanaşan yürüyen kazmalarıdır. Cemaat ve devlet kaynaklarıyla vücut bulan, AKP’nin pencere önü saksısı gazete köşelerinde ‘ bir çağın bittiğini ve yeni bir çağın açılmakta olduğunu ve sosyalist teoriyi arınılması gereken kibirin teorisi olarak adlandırırken aslında onlarda farkındalar. Farkındalar da tersine kendilerini inandırmaya çalışıyorlar.”
1980’li yıllarda Yeni Dünya Düzeni adıyla uygulanmaya başlanan neoliberal piyasacı politikalar otuz yıl geçmeden iflasın eşiğine geldi. Bu çok açık bir biçimde ortada iken, hala kapitalizmi kutsamak ne kadar gerçekçi?
Gerçek olan şu ki; bu politikalar söylendiğinin aksine ne refah, ne ucuzluk, ne bolluk, ne kalite ne de şeffaflık getirdi. Getirdiği, sadece daha fazla işsizlik, açlık, yoksulluk. Varsıl ile yoksul arasındaki uçurum son çeyrek yüzyılda büyüdükçe büyüdü. IMF’nin; ABD, AB, Kanada ve Japonya gibi ‘zenginler kulübü’ne üye ülkelerin de artık kemer sıkma politikalarına başvurması gerektiğini söylemesi, Yunanistan’ın azgın kriz sularında çırpınması ve AB içinde suya düşme potansiyelinde daha pek çok ülke olması krizin üçüncü yılında dünya ölçeğinde yerini pekiştirdiğinin ve çekip gitmeye hiç de niyetli olmadığının birer göstergesi.
Bu durum elbette dünyanın yoksul, ezilen halklarının belini her geçen gün daha da bükmekte. İşsizlik çığ gibi büyümekte… Dünya’yı sarıp sarmalayan bu durumun Türkiye’yi de içine alması elbetteki kaçınılmazdı. Nitekim TÜİK’in en son verilerinde işsizlik giderek büyüyor. Özellikle genç nüfusun yüzde 25’i işsiz… Ve mevcut nüfus artışı ile her yıl 900 bin işsiz genç işsizler ordusu içinde yerlerini alıyorlar. Bu gerçek ortada iken bir Başbakan düşünün ki halka üç-beş çocuk doğurmayı ısrarla öneriyor. Ücretleri baskılamak, işçileri ve işsizleri kontrol altında tutmak için, onlar arasında yıkıcı bir rekabet yaratmak için kapitalistlerin her zaman işsize ihtiyacı bulunmaktadır. İşsizliğin kapitalist için önemli bir silah olduğunu düşünürsek bu söylem elbette ki boş bir söylem değil.
Çeşitli açılım projeleri ile yeni gündemler oluşturup, teğet geçtiği söylenen krizin etkilerini hissettirmemeye çalışan AKP, üzerine düşen iflasın eşiğindeki ‘yeni’ düzene entegrasyon çalışmalarını ise tam gaz sürdürüyor. Özelleştirmeler tamamlandığında, güvencesiz, kuralsız ve esnek çalışma koşulları tam olarak hayata geçtiğinde,  kamu ve yerel yönetimlerde sendikalı ve kadrolu çalışan sayısı neredeyse hiç kalmayacak. Zaten şu anda bile toplu sözleşmeli sendikalı çalışan sayısı yüzde 5’leri ancak buluyor.
Hali hazırda, henüz piyasalaşma ve özelleştirmeler tamamlanmamış olduğundan, kamu çalışanlarına yönelik grev-toplu sözleşme  hakkı da yeni Anayasa çalışmalarında yer almıyor. Elbette ki böylesi bir hakkın elde edilmesi  parlamentodaki taşeron yapılanmadan beklenemez. Gerek sendikal örgütlenme önündeki engeller, gerekse başta ifade özgürlüğü olmak üzere özgürlüklerin önündeki engeller tüm haşmetiyle yaşamımızda yer almakta.
Üniversitelerde en ufak bir ifade beyanı öğrencilerin okuldan uzaklaştırılması ile sonuçlanıyor. Daha dün lise öğrencilerinin TEKEL işçilerine destek verdikleri için eğitim haklarının ellerinden alınmasına tanık olmadık mı? Cenap Hoca’nın yürüyen kazmalarına göre, hayatın içinde yer alan bu gençler ‘eski çağın’ unsurlarıdır. Onlara göre ‘ yeni çağın’ değişen gençliği, muhalefetin zeka simgesi “genç siviller”dir.
Özgürlük ve haklar mücadelesi bu gün itibariyle mevcut örgütlenmelerin güçlenmesinden geçmektedir. Ancak yine bu gün itibariyle mevcut sendikal örgütlenmelerin zaafları da ortada… Buna en can yakıcı bir şekilde TEKEL Direnişinde tanık olduk. TEKEL işçilerinin sendikaların önüne geçerek sürükledikleri eylem ne yazık ki Federasyonlar tarafından zamana yayılıp kadük hale getirilmek üzere… Kimi Federasyonların umut bağladığı, Anayasa mitingleri ile sonuç alabileceklerine inandıkları, gelişmeler şimdiden boş çıktı. Sık sık söylediğim bir şey var; “değişim ancak içeriden açılan bir kapıdır.” diye. Kendi dışındaki dinamiklere umut bağlamak ve neoliberalizme entegre olmuş güçlerden beklenti içinde olmak dün olduğu gibi bu günde hayal kırıklığı yaratması kaçınılmazdır. Bütün bu gerçekler ortada iken kendi içine dönemeyen emek örgütleri; okullarda devşirme öğretmenlerce öğrencilerin burnu kırılırken, dışarıda atama bekleyen, yüzbinlerce eğitim emekçisine sahip çıkabilirler mi?
TEKEL işçilerine destek verdiği için eğitim hakkı elinden alınmak istenen öğrencilere sahip çıkabilirler mi?
Her gün, değişik mekânlarda şiddete maruz kalan kadın emekçilere sahip çıkabilirler mi?
Sistemin kendisi için pişirdiği, Anayasa değişikliği gibi işlerle meşgul olmaktansa sistemin dümen suyundan çıkıp emek mücadelesi için meydanlara inebilirler mi?
Kapıyı birilerinin dışarıdan açmasını beklemez de içeriden açarlarsa pek ala yapabilirler. Yeter ki kendi iç dinamiklerine güvensinler, özgüven sahibi olsunlar.
İşte o zaman ceberut sistemin korkulu rüyası olurlar. Kapitalist dünyanın sosyalizm korkusu boş değildir. Zira sosyalizm gelecektir.
Konfüçyus’un dediği gibi; “Geleceğe uzak duran, üzüntüye yakın durur”.