Başlıktaki “parlak”ın sonuna “mış” eklemeyi düşündüm ama analiz sahibinin niteliklerini anımsayınca vazgeçtim.

İçinde bulunduğumuz şu günlerde, biz doların avronun alıp başını gittiğinden, enflasyondan işsizlikten yakınırken, Türkiye için “önemli bir fırsat” diyerek epey parlak bir gelecek senaryosu çizen kişi ülkesinde önemli devlet görevlerinde de bulunmuş bir Avrupalı.

“Şimdi önemli bir fırsat var Türkiye’nin önünde. Çin ekonomik mucizesini ucuza üretmesi sayesinde gerçekleştirdi. Üstelik bunu yaparken nitelikli bir üretim altyapısı, fabrikaları yoktu. Türkiye’nin harika bir üretim altyapısı, şahane fabrikaları var. Dolar ve avro bu durumdayken çok ucuza üretebilir ve Avrupa, dünya pazarında öne çıkabilir. Birkaç yılda refah seviyesini önemli ölçüde artırıp zenginleşebilir.”

Önümde açık duran televizyon, müjde verir gibi, “Dolar ve avro hafta sonuna düşüşle girdi. Dolar 7,92 TL, Avro 9,28 TL” deyince, birkaç gün önce dinlediğim yukarıdaki analizi anımsadım!

Bizim için parlak bir gelecek senaryosu çizen Avrupalı yöneticinin de pembe rüyalar görmemize engel cümleleri, “ama”ları vardı…

“Ama Türkiye böylesi bir yolu seçmek yerine, herkesle kavga halinde ve kendisine askeri güçle bir gelecek arar görüntüsü veriyor. Suriye, Libya, Azerbaycan, Doğu Akdeniz, Yunanistan… Avrupa’da Türkiye dostu olanlar onu savunacak argümanlar bulmakta zorlanıyor.”

Bu sözleri de kulak arkası etmek, ne olacak işte Türkiye’yi kıskanan ve gelişmesini istemeyen bir Batılı daha demek mümkün. Ancak, ister karanlık olsun ister parlak, bizimle ilgili yazılan senaryoların tüm malzemesini biz sağlıyoruz.

Gündüz vakti Kızılay meydanında “AB’ye giriyoruz” diye havai fişekler patlatırken yazılan senaryoların malzemesi de içeridendi, şimdi Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımıyoruz derken yazılan senaryoların malzemesi de içeriden.

Geçen hafta 11 uluslararası basın özgürlüğü, gazetecilik ve insan hakları örgütlerinden oluşan bir heyet Türkiye’ye dört günlük bir araştırma/inceleme ziyareti yaparak devlet kurumları ve sivil toplum örgütleriyle görüştü. Görüşülen kurumlar arasında Anayasa Mahkemesi, Adalet Bakanlığı da vardı. Sağ olsun RTÜK, görüşmeyi kabul etmedi ve heyet muhalif üye İlhan Taşçı’nın anlattıklarıyla yetindi.

Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI), Uluslararası PEN, Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ), Avrupa Gazeteciler Birliği (AEJ), İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) gibi saygın 11 kurumun temsilcisinden oluşan heyetin raporu, bizde önemsenmese de, bizim dışımızdaki dünyada önemseniyor ve “parlak gelecek” senaryoları önündeki bir başka önemli engeli oluşturuyor.

Heyet burada görüştüğü yetkilileri de, “Türkiye’nin basın özgürlüğü krizi, devletin medya üzerinde artan hâkimiyeti, kamuya bağlı düzenleyici kurumlarının bağımsızlığını yitirmesi ve özgür düşünce için geriye kalan alanları kısıtlamaya yönelik yeni bir sosyal medya kanunu konularında” uyardı. “Türkiye’de çok sayıda gazeteci ya hapishanede ya da gazetecilik faaliyetleri nedeniyle keyfi suçlamalarla yargılanıyor” dedi. “RTÜK ve Basın İlan Kurumu (BİK) gibi kamuya bağlı düzenleyici kurumları bağımsız medyayı cezalandırma ve mali baskılarla istismarına son vermeye çağırdı.

Ne hakla ve ne hadle!”, diyebilirsiniz. Biri dışarıdan olumlu bir söz söylese alıp başımızın üstüne koyuyor, olumsuz her yaklaşımı da böyle karşılıyoruz zaten!

Bu arada senaryolar yazılıyor yazılıyor, parlak ve karanlık... Bize düşen ise; herkesin işinin ve aşının olduğu, laik ve demokratik bir ülkede, eşit ve özgür vatandaşlar olarak yaşadığımız bir Türkiye senaryosunun oyuncuları olmak!