Bugün 17 Nisan’ın “Uluslararası Çiftçi Mücadeleleri Günü” olarak ilan edilişinin 25’inci yıldönümü. Çiftçi-Sen’in de bileşeni olduğu La Via Campesina bu yılın konusunu gıda egemenliği olarak belirledi.

Gelecek gıda egemenliğinde

Ekonomi Servisi

Bugün 17 Nisan Uluslararası Çiftçi Mücadeleleri Günü. Endüstriyel tarımın yaygınlaşması sonrası, küçük çiftçiliğin tasfiyesine karşı dünyanın dört bir yanında direnen çiftçiler, 17 Nisan’ı 1996’dan bu yana mücadele günü olarak kutluyorlar. Her 17 Nisan’da çiftçi örgütleri 1996’da ölen yoldaşlarını anıyor. 17 Nisan 1996’da Brezilya’da “Topraksız Kır İşçileri” (MST) toprağa erişmek için verdikleri mücadele sırasında şirket ve devletin güvenlik güçleri tarafından saldırıya uğradı ve bunun sonuncu 19 MST üyesi acımasızca katledildi. Ancak neoliberal politikaların derinleşmesiyle sorunun Brezilya’ya özgü olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Neoliberalizm tüm dünyada, çiftçileri topraktan koparıp göçe zorluyor. Gıdayı, egemenliği altına almaya çalışan küresel dev şirketlerin önlerindeki en büyük engel küçük çiftçiler olduğu için şirketler ve kapitalist devletler küçük çiftçilere yönelik saldırılarına devam ediyorlar. Kapitalizmin saldırıları karşısında ise dünyanın her yerinde çiftçi direnişleri de büyüyor.

İnsanlığın en önemli ihtiyacını yani gıdayı üreten çiftçiler tasfiye edildikçe, gıda, kapitalist tekellerin egemenliği altına girdi. Bir yanda çiftçiler topraklarından alıkonurken, diğer yanda kentte işçileştirilen halk kesimleri açlıkla, sağlıksız beslenmeyle karşı karşıya bırakıldı. Bugün hastalıklarla mücadele eden insanlığın bağışıklığı, yetersiz ve sağlıksız beslenme yüzünden zayıflıyor. Türkiye ise tarımda sermaye egemenliğinin en hızlı geliştiği ülkelerin başında geliyor. Bir tarım ülkesi olmakla övünen Türkiye’de gıda, her geçen gün dev şirketlerin kontrolüne geçiyor. Gıda egemenliğinin ilk defa dillendirilişinin 25. yılındayız. Çiftçiler Sendikası’nın da bileşeni olduğu La Via Campesina bu yılın konusunu Gıda Egemenliği mücadelesini yükseltmek olarak belirledi.

ÇİFTÇİ SEN DİYOR Kİ;

17 Nisan Uluslararası Çiftçi Mücadeleleri Günü nedeniyle Çiftçiler Sendikası (Çiftçi Sen) bir basın açıklaması yayımladı. “Köylülerin gıda egemenliğini hayata geçirme mücadelesinde 25’inci yıl” başlığı taşıyan açıklamada 17 Nisan ve devamında tüm ezilen halkların somut dayanışma eylemleri yapılması için çağrıda bulunuldu.

#GelecekGıdaEgemenliğinde başlığıyla sosyal medyada da gündem yaratmaya çalışılırken, diğer Çİftçi Sen bildirisinde konuya ilişkin şu ifadelere yer verildi:

"Uluslararası Çiftçi Mücadele Günü’nün ilan edilişinin ve Gıda Egemenliğin’in ilk defa dillendirilişinin 25. yılındayız. “Gıda Egemenliği” merkezinde küçük çiftçilerin kendi kültürlerine uygun gıdayı üretme ve tüketme biçimlerini oluşturabilme hakkıdır. Şirketler Covid-19 pandemisini gerekçe yaparak kendi gıda sistemlerini güçlendirecek kararların alınmasını sağlayabilmektedirler. Salgın, açlığa karşı yerel gıda sistemlerinin önemini gıdanın giderek daha az sayıda şirketin eline geçmesinin tehlikesini göstermiştir."

gelecek-gida-egemenliginde-865699-1.

Dünyada küçük çiftçiler direniş örnekleri sergilerken Türkiye’de endüstriyel tarımın saldırıları karşısında ülke çiftçisi çok daha örgütsüz. Tarımın ele alınış biçimi daha çok ithalat karşıtlığı üzerinden kurulsa da, sorun bundan çok daha derin. Çiftçiler Sendikası’nın 17 Nisan Uluslararası Çiftçi Mücadeleleri Günü nedeniyle yayımladığı basın açıklamasında da bu soruna parmak basılıyor. Covid-19 nedeniyle Birleşmiş Milletler gibi küresel ölçekli kurumlarda, gıda şirketlerinin kendi gıda sistemlerini kurmak için faaliyet yürüttüğünü ve kendileri lehine kararlar aldırdıkları vurgulanan açıklamada şu ifadelere yer verildi; “Gıda Egemenliği’nin halkın gıda sistemi olduğunu kavramayıp gıda egemenliğini bir ülkenin tarımsal üretimini ithalat ve ihracat meselesine indirgeyen, ikinci gıda rejimine özlem duyan ve bu nedenle de endüstriyel üretim tarzına laf söylemeyen anlayışların da şirketlerin gıda sistemine katkıları az değildir”.

Türkiye’de de tarımın sorunları denince akla ithal edilen tarım ürünlerinden ötesi maalesef gelmiyor. Halbuki, tarım daha sistemik ele alınması gereken stratejik bir alan. Gıda üretimini, büyük sermayenin kontrolüne bırakıp, küçük çiftçileri gelirsiz bırakınca ortaya çıkan en önemli sonuç kente göç ve emek gücünün ucuzlaması. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 1992 yılında ülkenin toplam 18,7 milyonluk istihdamının 8,7 milyonunu tarım kesiminde çalışanlar oluşturuyordu. Başka bir ifadeyle her 100 kişiden 44’ü geçimini tarımdan sağlarken bu sayı 2020’de 18’e kadar geriledi.
Toplam sayıları vermek gerekirse geçen ekim ayı itibariyle ülkede 27,4 milyon kişi istihdam ediliyor ve bunların yalnızca 4,8 milyonu tarım kesiminde çalışıyor.

1990’lardan bu yana başlayan ancak AKP iktidarında hız kazanan tarımın tasfiyesi yeme içme alışkanlıklarını da derinden etkiliyor. Artık pazarlar yerine zincir marketler, gıda perakendeciliğini ele geçirmiş durumda. Kentteki tüketici gıdaya tümüyle yabancılaşırken, bu durum beraberinde yemek kültürünün yok olmasına da neden oluyor. Tüm dünya gıda tekelleri aracılığıyla tek tip besine alıştırılırken, bölgesel ürün çeşitliliği yok ediliyor. Buna karşılık küçük çiftçi örgütleri sermaye yoğun pahalı ve endüstriyel tarım yerine insan dostu ucuz ve doğal tarımı savunuyor.