İklim krizi, bir kaza sonrası aracımızın tamponunu ve motorunu paramparça etmiş ve hızla sürücü koltuğuna doğru arabayı parçalamaya devam eden bir duvar gibi. Biz, kazayı ağır çekimde izliyoruz.

Gelecek için artık adımlar atılmalı

DR. ÇAĞRI MERT BAKIRCI

Geçtiğimiz hafta Hükümetler arası İklim Değişimi Paneli (IPCC) tarafından altıncısı yayınlanan değerlendirme raporu, 7 yıl kadar önce yayınlanan bir önceki rapordan bu yana iklim krizinin ne kadar şiddetlendiğini ve iklim kriziyle mücadelede ne kadar geç kalındığını gösteriyor.

Raporda çok net bir şekilde ortaya konan 4 gerçek var: İklim değişimi, küresel ısıtma yönünde yaşanmaya devam ediyor. Bu değişimin açık ara farkla ana nedeni, insanlar tarafından saçılan sera gazları. İklim değişiminin etkileri gerçekten çok kötü ve kimi durumda yıkıcı olacak – ve bu yıkım çoktan başladı. Son olarak, gidişatı tamamen geri döndüremesek bile, Dünya’nın ısınması konusunda eksilttiğimiz her 1°C (yani mesela 3°C yerine 2°C ısınma), gezegenin alacağı hasarı dikkate değer miktarda azaltacak.

Bu 4 gerçeği de zaten biliyorduk; ancak IPCC’nin bu yılki raporunun özel tarafı, son 7 yılda gelişen teknoloji ve bilimsel modelleme yöntemleri sayesinde, bu gidişatı tanımlamakta kullandığımız nicel yöntemlerin çok daha keskin ve isabetli bir şekilde ölçülebilmesi oldu. Yani örneğin yıllık ortalama sıcaklık artışı veya yıllık ortalama deniz seviyesi yükselmesi beklentileri üzerindeki belirsizlik ve hata payları dikkate değer miktarda azaldı, çünkü artık modellerimizden çok daha eminiz ve teknolojimiz çok daha ilerlemiş vaziyette. Raporda 5 farklı senaryo kullanılıyor. Bu senaryoları bir skalaya yerleştirecek olursak, bir uçta hiçbir şeyi değiştirmeden ve hiçbir önlem almadan aynen yola devam etmek, dolayısıyla sera gazı saçımının 2050 veya 2100 yılına kadar 2 katına çıktığı senaryolar var. Diğer uçta ise çok katı önlemler alınması sonucu 2050 yılı civarında sera gazı saçımının net sıfıra indirilmesi senaryosu var. Buna bağlı olarak, insanlık için farklı gelecek senaryoları çizmek mümkün; ancak bazı temel konularda 5 senaryo da aynı sonucu veriyor.

Örneğin her 5 senaryo için de 2100 yılına kadar gezegenin ısınmaya devam etmesini önlemenin bir yolu bulunmuyor. Ancak katı önlemler altında bu ısınmayı 1,5°C civarında tutabiliriz (bu Endüstri Devrimi’nden beri süregelen 1,1°C’lik ısınmaya ek olarak deneyimleyeceğimiz durumdur). Ancak en kötü senaryoda bu ısınma 5°C’yi bulabilir - ki bu, bazı yerlerde ekstrem sıcaklıkların onlarca derece artması anlamına gelebilir. Yazları 45 dereceyi gören bir yerin 70-75 dereceye ulaşabildiğini hayal edin! Bu, müthiş bir yıkımı beraberinde getirecektir, hatta insan medeniyetini yok oluşla bile sınayabilir!

Ayrıca 5 senaryonun 3’ü, yakın gelecekte, Arktik Buzulları’nın yazın en düşük seviyeye ulaştığı noktada tamamen buzsuz kalacağı bir durumu öngörmektedir. Yani 2070 yılı civarında yazları Kuzey Kutbu’nda hiç buzun kalmadığı günler görmemiz mümkün olacaktır. Daha katı önlemler altında bunu önleyebiliriz, fakat her türlü bu buzullar azalmayı sürdürecek gibi gözükmektedir. Arktik Buzulları 1950’den beri %35 oranında azalmıştır. Buzulların azalması, ekosistemi darmadağın etmenin ötesinde, Dünya’nın Güneş ışınlarını yansıtıcı yüzeylerini azaltarak bir geri bildirim döngüsü yaratmakta ve ısınmayı hızlandırmaktadır.

5 senaryonun 5’inde de 2070 yılına kadar okyanus asitlenmesi artmaya devam edecek; ancak 2 senaryoda bu asitlenmeyi 2100 yılına kadar azaltarak günümüzdeki seviyenin biraz üstünde de olsa dengeleme fırsatımız var. Okyanus asitlenmesi deniz ekosistemlerini bozmakta ve birçok türün yaşamak için muhtaç olduğu resifleri yok etmektedir.
Son olarak, 5 senaryonun 5’inde de 2100 yılına kadar okyanus seviyeleri yükselecek ve karaları yutmaya devam edecektir. En iyi senaryoda bu, 1900’lerden beri gördüğümüz 20 santimetrelik artışa ek olarak 2100’e kadar 30 santimetrelik yükseliş şeklinde olacaktır. En kötü senaryoda bu ek yükselme 80 santimetreyi bulacaktır. 2300 yılına kadar yükselme en iyi senaryoda 50-300 santimetre civarında, en kötü senaryoda 200-680 santimetre civarında olacaktır – ki 15 metreyi aşan su seviyesi yükselmeleri bile “ihtimal dahilinde” görülmektedir!

Uzun lafın kısası, ne yaparsak yapalım iklim krizinin yıkıcı etkisini deneyimliyoruz ve deneyimleyeceğiz. Bazıları bunun bu şekilde söylenmemesi gerektiğini söylüyor, çünkü insanlara “yenilmişlik hissi” aşılayıp, mücadeleyi zorlaştırabilirmiş. Açıkçası COVID-19 salgını boyunca insan duygularının kırılganlığına o kadar hassasiyet göstermemize rağmen aşı karşıtlarının insanları ne düzeyde kandırdığını ve doğrudan canlarına kastettiklerini gördükten sonra, bu tür nezaket tavırlarının yerinde olduğuna ikna olmuş değilim. Önleyemeyeceğiniz bir trafik kazasını ağır çekimde izlerken, “Aman bunu önlenemez bir kaza olarak lanse etmeyelim, yoksa insanlar kaza sırasında kendilerini koruyacak hamleler yapmazlar.” demeyiz.

İklim krizi, bir kaza sonrası aracımızın tamponunu ve motorunu paramparça etmiş ve hızla sürücü koltuğuna doğru arabayı parçalamaya devam eden bir duvar gibi. Biz, kazayı ağır çekimde izliyoruz. Ve bunun bir felaket olduğunu anlamalı, birçok çizginin yıllar önce aşıldığını fark etmeli, artık bir kriz halinde türümüzü ve geleceğimizi kurtarma hamleleri yapmamız gerektiğini kabullenmeliyiz. İklim krizi canım cicim yollarla gösterildiği müddetçe anlamlı bir ilerleme kaydedilemeyecek. İnsanların sarsılarak kendine getirilmesi gerekiyor. Raporun, Paris Antlaşması ile ilan edilen mücadele yöntemlerinin küresel ısıtmayı 2°C altında tutmak için yeterli olmadığını ilan ettiğini haykırmak gerekiyor. İnsanlar, iklim krizi ile ilgili yasa ve önlemleri gümbür gümbür talep edip, söke söke almalı. Yoksa torunlarımız, içinde yaşayabilecekleri bir Dünya bulamayacaklar.