Bir şey daha biliyoruz; kültür dünyasının sağlam bir zemin oluşturmadığı siyasal hareketlerin başarı şansı yoktur. Toplumsal hayatın aynası kültür dünyası olmasaydı o kaotik ve pırlanta Fransız Devrimi, Paris Komünü; topluma nüfuz eden Rus kültür ve edebiyatı olmasaydı 1917 olmayacaktı.

Gelecek tarihin diyalektiğidir

Gabriel Garcia Marquez Kırmızı Pazartesi’de işleneceğini herkesin bildiği bir cinayeti anlatır. Hikâyenin kendisi, John Berger’in özetlemesiyle: “Santiago Nasar’ın önceki gecenin düğün şenliklerinden kalma sarhoşluğu içindeyken ve kederli damadın gelinin bakire olmadığını keşfetmesinden sonra, bıçaklanarak öldürülmesi...” (Manzaralar. sf. 88 Metis yayınları.) Önemlidir de bir kaderden mi söz ediliyor bu hikâyede? Bir Marksist olan Marquez kaderci değildi. Hikâyeyi sondan başa doğru okuduğunuzda olayların neden böyle geliştiğini anlama fırsatınız da olur. Kırmızı Pazartesi’nin alt başlığında “İşleneceğini Herkesin Bildiği Bir Cinayetin Öyküsü” yazıyor ama anlatılan öyküden çok bir tarihçedir. Toplumların hikâyesi ya da tarihi de böyledir. Yaşadığımız günden yani sondan başa, geriye doğru okunur.

Öte yandan geleceği tahmin etmek kuşku yok, siyaset bilimiyle uğraşanların önemli işlerindendir. Siyaset biliminin gelecekle uğraştığı söylenen dalı fütürizm, gelecekte gidebildiği kadar giderek neler olabileceğini araştırıp durur. Bu soruya kendi ideolojik bakış açısıyla yanıt arayanlarda ise geleceği görmek çabası yerini geleceği yapmaya, kurmaya dönüşür. Nesnel durumu yansıtan siyaset biliminin öngörüleri ile yüzü geleceğe dönük olan bizlerin ideolojik yaklaşımlarımız kesiştiği ölçüde de doğru yolda olup olmadığımızı anlarız. Dönüp daha önceki hikâyeleri sondan başa doğru okumak gibi iyi işler kaotik ortamda ışığımız olur. O zaman mutlulukla, ideolojik yaklaşımların çokluğu ve birbirini götürmesinin şaşkınlığı içinde gerçeğin kendini gösterdiğini anlarız; bizim bilimimizin, yani tarihsel ve diyalektik olan eleştirinin sağlamlığı bir kere daha ortaya çıkar.

gelecek-tarihin-diyalektigidir-735438-1.

ÖLÜYORSA GELECEĞİ OLMADIĞI İÇİNDİR

Biz tarihi yapmak isteyenleriz; kapitalizm ise günahlarıyla dolu tarihi hiç sevmez. Her fırsatta “Bitti artık” diye nutuk atmalarının ebedi zaferlerini ilan etmelerinin nedeni budur. Fukuyama’yı hatırladınız mı? “Tarihin sonu” diye yazmayı, sık sık “Elveda” demeyi çok severler. Berger’e dönelim kısaca: “Kapitalizmin tarihsel rolü tarihi yok etmektir, geçmişle her bağı teker teker koparmak, bütün çaba ve hâlâ gücünü ileride olacak olana çevirmektir. Sermaye, sermaye olarak eğer sürekli kendini yeniden üretebilirse var olabilir; onun şimdiki gerçekliği gelecekteki gerçekleşmesine bağlıdır.” (Agy. sf. 204)

İşte şimdilerde ortaya çıkan gerçeğin, kapitalizmin bugünkü vahşi gerçekliğinin nedeni, gelecekte gerçekleşmesinin giderek imkânsızlaşması, nesnel temellerinin bir bir çürüyüp dağılıyor olmasıdır. Eğer öyleyse, bu imkânsızlığın yarattığı kaosu iyi anlamak, içinde taşıdığı imkânları ve tehditleri, korkuya kapılmadan, determinist zafer çığlıklarına yüz vermeden görebilmek işimiz olmalıdır.

Tarihi yok etmek istiyorsanız, onu dönüştürmeniz, değiştirmeniz hep yeniden ve kendinize göre yazmanız gerekir. Bunun zahmetli ama garantili yolu kültür sanatta, edebiyatta devreleri, anlayışları, yaklaşımları parçalamak, onları günün gereksinimleri doğrultusunda yeniden oluşturmak kurmak, tehlikeli parçaları yok etmek, olmuyorsa ehlileştirmektir. Bu konuda burjuvazinin büyük başarılara imza attığını söylemek, onun saldırısı karşısında Türkiye’de kültür dünyasının piyasa, marjinallik, otorite baskısı gibi çok yönlü korkuların beslediği konformizme yenik düştüğünü kabul etmek zorundayız ne yazık ki. Solun kültür dünyasına etkin, belirleyici olarak girdiği yıllarda başlayan saldırının, nihayet 12 Eylül’den bugüne uzanan son dönemde kesin bir başarıya ulaştığını itiraf etmemiz gerekiyor artık.

Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki kaotik ama devrimci hava ile “batılılaşma” kapsamında atılan adımlar, klasiklerin çevrilmesi, resimde, heykelde, müzikte, sonraları pek küçümsenen Köy Enstitülü yazarların eserlerinde, Yaşar Kemal ve diğerleriyle dünya eseri kapsamına giren romanda, Nazım’la taçlanan ve sonra gerçekten Batı şiirini aşacak eserler veren şiir dünyasında yükselen bu muhteşem çizgi zorluklara karşın devam etmiş, birikim 61 Anayasası’na yansımış, muhafazakâr dünya, kültürsüz burjuvazi ancak 12 Eylül’le birlikte saldırıyı yoğunlaştırmış, bir anlamda intikam almayı başarabilmiştir.

DARBECİLERİN ÜLKEYE EN BÜYÜK KÖTÜLÜĞÜ

12 Eylül’le başlayan muhafazakârlaşma, gericileşme, özellikle 2000’li yıllarda yeni bir atak yapan post modern saldırı hâlâ sürüyor. Bu saldırıya karşı cengâver bir mücadele yürüten yazarlardan Taylan Kara’dan özellikle söz etmeliyiz. Kitaplarıyla ve internet sitesindeki yazılarıyla yılmadan savaşıyor. Kara’nın sitesinden bir alıntıyla sürdürelim. Kara, 12 Eylül’ün kültür dünyasına ağır saldırısını büyük bir mutlulukla karşılayanları pek güzel açığa çıkartıyor çünkü.

Kara’nın, Prof. Dr. Yıldız Ecevit’in Kurmaca Bir Dünyadan adlı kitabından (İletişim Yayınları. sf.20) yaptığı alıntı şöyledir: “Bu arada, depolitize olmak durumunda kalan edebiyat da kendini dile getirmek için siyasal angajmanın dışında yeni alanlar aramaya başlar. Türkiyeye onarılmaz zararlar verdiğini düşündüğümüz 12 Eylül yönetiminin, Türk edebiyatına farkında olmadan yaptığı bir iyiliktir bu.’” Ne yapmış peki 12 Eylül ya da nasıl bir gelişme yaşanmış, neden seviniyor Yıldız Ecevit? Şundan; “Yeni romancı yıllarca yaşadığı sanatsal esaretin zincirini kırmış, zembereğinden boşanmış bir yay gibi coşkuyla özgürlüğü yaşıyor. Geleneksel estetiğin dogmatizmi, bu güçlü coşku karşısında silahsız kalmıştır” (01/01/2010 tarihli Radikal Gazetesi Kitap Eki).

Ne yazık ki durum budur. Yıldız Ecevit’in terminolojisini, “geleneksel estetiğin dogmatizmi” türü keyfe keder kavramlaştırmaları bir yana bırakınız, post modern kültürün bütünselliğe karşı parçacı, dağıtıcı; iddialarının tersine bireyi silahsız bırakan ideolojisinin egemenliği uzun sürecek, ekonomide küresel çapta yenilgiye uğraması kaçınılmaz neoliberalizmin kültür alanında etkisizleştirilmesi zaman alacaktır.

Türkiye’de geleceğe ilişkin öngörüler siyaset bilimine teşne gazetecilerin ihtimalleri sıralayan ve genellikle “öyle de olabilir böyle de” mantığına kurban olan yorumları sosyalistler solcular için pek kullanışlı değildir. Çünkü değiştirme iradesini işin içine katmayan her tür yorum sonunda statükonun hizmetine girer. Buradaki genel zorluk, sıkıntı ise kültür dünyasındaki gerilemedir. Yanlış anlaşılmasın kimi “sanatçı, şarkıcı, türkücü ”nün iktidara yakınlaşmasından söz etmiyorum. Bir bütün olarak kültür dünyasında post modernizmin geriletilemeyen etkisinden söz ediyorum.

***

Epeyce oldu, birlikte askerlik yaptığımız daha sonra politikaya atılan ve ne yazık bugün pek anlaşamadığım bir arkadaşım Sansaryan’da sorguya çekildiğim günlerde evimden alınan kitaplardan birini, komşusu okuryazar bir eski polisin, o yıllarda polisler örgütlenmeye çalışıyorlardı, ilk sayfasında “3 Ağustos 1968 Nazilli” notu düşülmüş, adım yazılı kitabı “belki siz tanırsınız” deyip kendisine verdiğini anlattı. Böylece ben yıllardan sonra lise son sınıfta okuduğum o değerli kitaba yeniden kavuştum. Jean Freville - G.V. Plehanov’dan çevrilmiş “Sosyalist Gözle Sanat ve Toplum” başlıklı derlemeyi yeniden okudum. Kitabı çeviren Sivas’ta yakılan aydınların arasında bulunan değerli eleştirmen edebiyatçı Asım Bezirci’ydi. İkinci baskısı Nisan 1968’de yapılan eserin, daha pek çok sol eserin yayımlandığı, okunduğu yıllar Türkiye’de post modernizmin henüz burnunu kültür dünyamıza sokamadığı yıllardır.

O yılları özlüyorum ben. Ama aynı zamanda inanıyorum ki kültür sanat edebiyat dünyasını post modern ayrık otlarından temizleme zamanı geldi, geçiyor. Bunun yasakçılıkla değil, yüzeysel olmayan, sağlam eleştirilerle, yeni eserlerle olacağını da biliyorum. Zor olabilir, olsun, kolay olanın sağlam, uzun ömürlü olmadığını, olmayacağını biliyoruz zaten... Bir şey daha biliyoruz; kültür dünyasının sağlam bir zemin oluşturmadığı siyasal hareketlerin başarı şansı yoktur. Toplumsal hayatın aynası kültür dünyası olmasaydı o kaotik ve pırlanta Fransız Devrimi, Paris Komünü; topluma nüfuz eden Rus kültür ve edebiyatı olmasaydı 1917 olmayacaktı.

“Onlar artık tarih oldu” mu diyorsunuz...

Ama bilir misiniz; gelecek tarihin diyalektiğidir...