Geleceksizliğe karşı, gelecek için

2018 yılında toplam 880 bin çocuğun açlıktan hayatını kaybettiği Hindistan’da geçtiğimiz hafta gelmiş geçmiş en geniş katılımlı grev gerçekleşti. Toplam katılımın yaklaşık 250 milyon olduğu ifade ediliyor. Endüstriyel alanda çalışan işçilerin, köylülerin ve tarım emekçilerinin başı çektiği greve öğrenciler, banka ve kamu emekçileri gibi kesimler de katıldı. O nedenle de böyle devasa bir grevden bir anlam çıkarmanın önemli olduğunu düşünüyorum.

Grev en temelde Modi hükümetinin aşırı sağ neoliberal politikalarını; emekçileri fakirleştiren ekonomi politikalarını, halkı kutuplaştıran bölücü politikalarını, işsizliği, hayat pahalılığını, eğitimin pahalılığını ve üniversitelerin demokratikleşmesinin önüne konan engelleri, şirketlere sağlanan vergi indirimleri vb. imtiyazları, sözleşmeli işçilik gibi konuları hedef alıyordu.
Twitter’da bir hesapta rastladım, öğrencileri kastederek “Onların mücadelesi gelecek için, yalnızca şimdi için değil” diyordu. Gelecek için, yani Modi hükümeti politikalarının bir sonucu olarak geleceksizleştirilmeye de karşı. Öğrencilerin mücadelesi bu açıdan aslında dünyanın halini de özetleyen bir karşıtlık. Durmak bilmeyen zulme karşı umuttan, gelecekten yana bir tavır.
Birçok ülkede otoriter sağ yükseliyor. Sınıf nefreti, ırkçılık, temel hakların ihlali pek çok yerde olağanlaşıyor. Milyonlarca insan savaş ve ekonomik sebeplerle göç ediyor. Hükümetler geçici politikalarla kitlelerin sakinleşmesini mümkün kılamıyor. Dünya devasa bir krizin içinde karanlığa sürükleniyor. Krizler de bir dünya oluşturacak kadar çok ve çeşitli. Gıda, tarım sisteminden sağlığa, sosyal yaşamdan kentleşmeye ve cinsiyet eşitliğine kadar her yeri saran bir kriz hali hâkim. Ekonomik kriz, ekolojik kriz, iklim krizi, gıda krizi, su krizi, demokrasi krizi… Eşitsizlik, kuraklık, açlık, yoksulluk, şiddet…

Bu karanlığın bir sonucu olarak ortaya çıkan gelecek mücadelesini ve de karanlıktan kaynaklanan geleceksizlik endişesini tespit edip kavramak önemli görünüyor. Durumu bu şekilde ‘geleceksizlik’ olarak tanımlamaya, olabildiğince çarpıcı biçimde ortaya koymaya ihtiyaç var diye düşünüyorum. Süslü kelimelerin arkasında saklanmaya gerek yok.

Ülkece bu krizlerin her birini derinden hissediyoruz. Yoksullar, öğrenciler, borçlular, işsizler, atanamayanlar hayatlarına son veriyor. Zenginler, yöneticiler, borçlandıranlar geleceğimizden çalıyor. İçinde bocaladığımız sorunlar yumağı birden oluşmadığı gibi birden çözülmeyecek. Maruz kalan pozisyonundan çıkıp geleceğin özneleri olarak kendimizi yenilemezsek hiç çözülmeyecek.

Bunun için öncelikle toplumun özgüveninin yeniden tesis edilmesi hayati görünüyor. Neoliberal düşünce, gidişatın değişmeyeceği hissini verse de farklı dillerdeki isyanlar, piyasacı politikalara, kesintilere, savaşlara, doğanın geri dönülmez tahribatına, tahakküme dayalı sistemin sonunun yaklaştığını gösteriyor. Buradan cesaretle ve tam da değiştirilemez iddiasına karşı, nasıl bir gelecek istediğimizi ortaya koyabilmeliyiz.

Elbette böyle bir dünyaya, insanları açlık ve sefalete, doğayı sürekli sömürü ve yok oluşa maruz bırakan, muhafazakâr ve faşist ataerki ile özdeş dünyaya razı değiliz. Bu kriz karşısında dünyada çıkan sese baktığımızda ise görünen adalet ve eşitliğe dayalı bir yaşam özlemini gelecek için pusula olarak alabiliriz.

Kadın hareketleri, ekoloji hareketleri, çiftçi-köylü hareketleri, kent hareketleri, öğrenci hareketleri… Hareketlerin ortaya koyduğu sosyal, kültürel ve ekonomik deneyimlere daha çok dikkat kesilebiliriz. Bunlardan beslenen anti-neoliberal, ırkçılık ve ataerkil karşıtı, ekolojik, eşitlikçi bir alternatif düşünebiliriz. Geleceksizlik hissiyatına ve dayatmasına karşı umuttan yana yeni fikir ufukları açabiliriz.