Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun en önemli simgelerinden olan ‘kavuk’un yeni sahibi Şevket Çoruh, “Raşit Rıza lokanta açmış, Hazım Körmükçü seyyar piyangoculuk yapmış, Naşit Özcan piyangocu dükkânı açmış. Bu “gelenek” değişmezse bizim sonumuz da simitçilik sanırım” diye konuşuyor.

‘Gelenek’ değişmezse sonumuz simitçilik

IŞIL ÇALIŞKAN

Daha önce Kel Hasan Efendi, İsmail Dümbüllü, Münir Özkul, Ferhan Şensoy, Rasim Öztekin’nin taşıdığı Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun ve tuluat sanatı ustalarının taşıdığı kavuk şimdi Şevket Çoruh’ta. Türkiye’de özel tiyatroların içinde bulunduğu zor durumlar göz önüne alındığında kavuğun yeni yolculuğu farklı bir anlam taşıyor. Usta oyuncu Rasim Öztekin’den kavuğu devralan Şevket Çoruh, aynı zamanda onca mücadeleyle ayakta kalmaya çalışan Baba Sahne’nin kurucusu.

Kavuğu geçtiğimiz günlerde Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu’nda düzenlenen özel bir törenle Rasim Öztekin’den teslim alan Çoruh, duygularını “Aklıma, hayalime gelmeyecek şey başıma geldi” diye anlatıyor. Oyuncu ile hedeflerini ve Türk Tiyatrosu’nu konuştuk. Sözü fazla uzatmadan kendisine bırakalım…


► Geleneksel Türk tiyatrosunun en önemli simgelerinden olan kavuk, Rasim Öztekin'den size devredildi. Kavuğun sizin için nasıl bir anlamı var?
Aklıma hayalime gelmeyecek şey başıma geldi aslında. Kavuğu taşıyan isimleri art arda okuyunca bile insanın tüyleri diken diken oluyor. Sonra emanete bakıyorum, omuzlarımda daha büyük sorumluluk hissediyorum. Yapmam gereken daha çok şey olduğunu hatırlatıyor bana “kavuk”. Durmamak gerektiğini, daha çok üretmemiz gerektiğini, daha çok insanı tiyatroyla buluşturmamız gerektiğini, yeni sahneler açmamız gerektiğini... Ustalar öyle yapmışlar çünkü. Benden çok şey bekliyor evdeki emanet, bunun farkındayım.

► Geleneksel tiyatroda usta çırak ilişkisi çok önemli. Rasim Öztekin’den devralmanın özel bir anlamı var mı sizin için?
Rasim Ağabey oyunlarını defalarca izlediğim, komedideki zamanlamasına gıpta ettiğim, sinemada yarattığı karakterlerin derin ve incelikli yorumlarına hayran olduğum bir aktör. Bir geleneğin temsilcisi... Üstümde usta olarak emeği olmasına gerek yok çırağı olabilmem için, o yaptığı işlerle, oynadığı rollerle, durduğu konumla hepimizin ustası olmuştu zaten. Kavuğu ondan devralmama ustadan el almak gözüyle bakıyorum. Sağ olsun.

► Kavuktan önceki Şevket Çoruh ile sonraki arasında bir fark olacak mı? Kavuk nasıl bir sorumluluk sizce?
Keşke başkalarının gözünde bir fark yaratsa kavuklu Şevket. Mesela özel tiyatroların vergi borçlarını sıfırlasalar, sigorta primlerine bir el atsalar, açılan ve binbir güçlükle yaşatılmaya çalışılan sahnelere “bir ihtiyacınız var mı?” diye sorsalar... Ama sanmıyorum, o yüzden galiba eskisi gibi devam edeceğim... Sonuçta gelenekselden yola çıktık. Bu işler de mesleğimizin geleneği...

gelenek-degismezse-sonumuz-simitcilik-787285-1.

TAKKE OLMUŞ, KAVUK OLMUŞ…

► Kavuk yerine Pişekâr takkesi olduğu yönünde iddialar var. Aslında kavuğun geleneksel Türk tiyatrosunun son temsilcisi İsmail Dümbüllü tarafından kimseye devredilmediği yönündeki tartışmalara ne dersiniz?

Tabii ki İsmail Dümbüllü’nün tabutunun üstüne konan kavuğun ustanın ailesinde kalmasından daha doğal bir şey yok. Aile yadigarıdır, saklanmalıdır. Bu devir teslim işi aslında gayet sembolik ve samimi bir şey. Takke olmuş, kavuk olmuş... Eşyanın değeri şeklinde değil, kimden kime bahşedildiğinde... İnsana verdiği sorumlulukta... Gerisi laf-ı güzaf...

► Bir diğer tartışma konusu ise kavuğun neden erkek oyunculara verildiği yönünde. Sizin bu konudaki düşünceniz nedir?
Bu geleneği başlatan ben olmadığım için bozan da ben olmamalıyım diye düşünüyorum. Kadın ustalarımız da keşke bir gelenek başlatsalar mesela, bu tartışma da son bulsa, ne güzel olur. Düşünsenize, Perran Kutman’ın elinden bir “altın yazma” alıyor genç bir kadın oyuncu... Güzel olmaz mı?
► Bu kavuk aynı zamanda Baba Sahne’ye de bir misyon yükledi diyebilir miyiz?
Baba Sahne zaten kurulduğundan beri geleneksel ile bağı ortada olan bir tiyatro. Evrensel eserleri de sahnelesek bu toprakların tiyatro geleneğine mutlaka bir göz kırpıyoruz. Geleneksel olanı müzelerde sergilemek yerine bugün ile buluşturmaya çalışıyoruz. Kavuk ile bu çabamız perçinlendi diyebilirim.

► Birçok sahne kapanmanın eşiğinde. Baba Sahne de Kültür Bakanlığı’nın özel destek paketinden faydalanamayan sahneler arasında. Tiyatrolar pandemiden sağ çıkabilecek mi bu koşullarda?
Raşit Rıza lokanta açmış, Hazım Körmükçü seyyar piyangoculuk yapmış, Naşit Özcan piyangocu dükkanı açmış. Bu “gelenek” değişmezse bizim sonumuz da simitçilik sanırım...

► Daha yolun başındasınız ama sonraki isme dair kafanızda bir düşünce var mı?
Daha kırkı çıkmadı, o yüzden sokağa çıkarmıyoruz (Gülüyor).

► Kavuğu Cem Yılmaz’ın alması gerektiği yönünde düşünceler vardı. Kendisi sizin hak ettiğinizi söyledi. Siz ne dersiniz?
Bilmukabele der, selam ederim...

► Türk tiyatrosu geleneksel bir arka plana dayanıyor ama yarına bırakılacak özgün içerikleri üretiyor muyuz bugün?
Salgından önce Baba Sahne olarak bir oyun yazma yarışması düzenlemiştik. Kadın cinayetlerinin korkunç bir hızla artarak gündeme oturmasından rahatsızdık. Temayı da “Kadın” olarak belirlemiştik. Temalı bir yarışma olmasına rağmen 250’nin üstünde oyun geldi. Değerli jüri üyelerimiz Seçkin Selvi, Özen Yula, Selen Korad Birkiye, Ayşenil Şamlıoğlu ve Tilbe Saran değerlendirme aşamasındayken pandemi patladı. Yazarlarımız yazıyor ve üretiyor kısacası. Yarına kalıp kalmayacakları ise sonraki kuşaklara bağlı. Biz bir şey diyemeyiz.

► Rus ya da Fransız tiyatrosunun gelenekle kurduğu bağ ile Türk tiyatrosunu nasıl karşılaştırırsınız?
Türk tiyatrosu da memleketimiz gibi diyebilirim. Mozaik, köklerde çok şey var... Köy seyirlik oyunları, halk oyunları, Karagöz, orta oyunu, tuluat geleneği... Ama batıda da Antik Yunan’dan başlayıp Rönesans ve aydınlanma ile yola çıkmış, okulunu oluşturmuş bir gelenek var. Andre Antoine ve Muhsin Ertuğrul ile ülkemize giriş yapmış bu gelenek de... Çok zenginiz aslında... Ama kömürden elmas yapmak kadar meşakkatli bir yol bu zenginliği kullanmak. Arşivlere dalmayı gerektiriyor ama o arşivlerde kaybolmayıp yeniden yaratmayı gerektiriyor.

***

EN İYİ SEYİRCİ TİYATROYLA BULUŞMAMIŞ OLANDIR

► 30'lar savaş yılları, ardından çok partili dönem, darbeler... Türk tiyatrosu gerçekten halk için ne kadar önemli?
TÜİK verilerine göre konuşacaksak durum vahim tabii. Ama benim için en önemli seyirci henüz tiyatroyla buluşamamış seyircidir. Bilmediğin bir ibadethaneye gitmek gibidir bir tiyatro binasına ilk defa girmek. Kendini yabancı hissedersin, yanlış davranmaktan korkarsın. İşte o seyirciyi tiyatro binasına getirip tiyatro sevdalısı haline getirebiliyorsam görevimi yerine getirdiğimi düşünürüm. TÜİK verileri öyle yükselir çünkü. Başka türlü sadece birbirimizi methederiz.

► Devlet Opera ve Balesi üzerine düşeni yapabiliyor mu?
Her kurum zor durumda eminim. Hepimiz aynı gemideyiz çünkü. Sadece onlar yataklı kamarada yolculuk ediyor, biz güvertede (Gülüyor). Elbette daha fazlası vardır yapılabilecek. Ama Anadolu’nun 12 bölgesinde yerleşik hizmet vermek büyük bir emek. Anadolu’da, bölge tiyatrolarında, opera-balelerinde emek veren meslektaşlarımızın hakları ödenmez.

► Kötü tiyatro oyununu iyisinden nasıl ayırırsınız?
Perde arasında seyirciyi dinlerim. En doğru şeyleri onlar söylerler. Kötü oyunu tiyatro bitirmez seyirci bitirir çünkü...

NEYİ TARTIŞABİLİYORUZ Kİ TİYATROYU TARTIŞALIM…

► Tiyatronun tartışılamadığı bir yerde tiyatro büyür mü?

Neyi tartışabiliyoruz ki tiyatroyu tartışıp büyütelim. Herkesin öncelik sıralamasında sondan üçüncü-dördüncü sıralarda tiyatro. Büyümeye çok var. Önce yargılanmadan, mahkeme koridorlarına taşınmadan, linç edilmeden tartışabileceğimiz zemini bulmamız lazım. Sonra sıra gelir elbet tiyatroya da...