Gideceğinizi bildiğiniz bir yerde kalmanızda hep bir yarımlık vardır.

“Ne zaman ora'sı dense
Aklıma bura'sı gelir .”
Özdemir Asaf
 
Gideceğinizi bildiğiniz bir yerde kalmanızda hep bir yarımlık vardır. Ya aklınız ya ruhunuz ya da eşyalarınız ele verir sizi. Bir yanınız alışıverir bir yanınız diken üstündedir. Tadını çıkarmak istersiniz elbet. Yine de “dönmem gerekli çünkü...” diye başlayan ve uzayıp giden cümleler kurarsınız. Ezbere bilirsiniz bazen geçeceğiniz yolları. Her sabah tarihi değişen gazetelerde benzer haberleri okursunuz. Yine de iyi bir pazarlamasını yaparsınız kendinize sıkıcılığınızın. Hepimiz başka başkayız ama çoğunuz geldiği anda gideceği anın üzüntüsünü yaşamadan edemez.
İstanbul'da son bir haftam. (bir dahaki gelişime kadar tabii) İsteksiz yolculuğa çıkılacak günün sabahları çok sevimsiz oluyor. Her şey, herkes aynı aslında, bir de o valiz durmasa evin ortasında... Bir hafta sonra bugün trafik olur diye erken çıktığımız havaalanı yolunda trafiğe yakalanacağız. İçten içe uçağı kaçırmak isteyeceğim. Sorumlusu araba dolusu bu yollar olacak ne de olsa. Ama yol açılacak ve gerektiğinden erken bir saatte varacağız havaalanına. Saçma sapan bir sürü kontrollerden geçeceğiz. Her kontrolde kendimi üzerimde ya da çantamda bir şeyler saklıyormuşum ya da bir suçluymuşum gibi hissedeceğim. Hissettirecekler. Bir kahve içimlik vaktimiz olacak. Ayrılık öncesi içilen bu kahveler insanın boğazından geçmiyor. Bu zamanlarda hiçbir şey konuşulamıyor. Söylenen her söz sessizliği örtmek için sanki. Gitmek bir karabasan gibi çöküyor hem gidenlerin hem kalanların üstüne. Kahve falan içmeden gideceğim. Pasaport kuyruğuna tek başıma girdiğim an panikleyeceğim ama kargaşa içinde biraz kaybolacak her yaşanılan. Bütün duygular bir yanda, sırada yerime gözünü diken adam yanımda öylece dikileceğim. Yerimi kaptırmamaya çalışmaktan içimde büyüyen hüznü bile yaşayamayacağım. Vedalaşmalar uzun sürmesin isteyeceğim. Uzun sürecek. Havaalanlarına gidilen yollarda başlar aslında vedalaşmalar. Arkamdan el sallanmasını istemeyeceğim ama sırtımı çevirip ellerinde pasaportlar, valizler, yüzlerinde hep benzer ifade koşuşturan  insanları, üniformalıları görünce hemen geri çevireceğim kafamı. El sallamak bile daha sevimli gelecek o an. Sıra bana geldiğinde yine bir kaçakmışım gibi hissedeceğim kendimi. Bütün bu kontrollerin, yurtdışına çıkmamda bir sakınca olmadığının onaylanmasının ardından kendimi dev bir ekranın önünde bulacağım. Uçuş numaraları, şehirler, saatler, kapı numaraları... O an koşarak geri dönmek isteyeceğim. Dönmeyeceğim. Küçük valizimi sürükleye sürükleye ilerleyeceğim. O ekranın karşısında kalakaldığım andan itibaren terk edilmiş ve hayat hakkında en ufak bir fikri olmayan bir kedi yavrusu gibi hissedeceğim kendimi. Her şey çok karmaşık ve zor gözükecek gözüme. Bilet numaraları belli olsa da sıraya girmek için yarışacak herkes. Ne Türkçe biliyor olacağım ne başka bir dil. İki insan arasında kalanlar gibi iki şehri kıyaslamaya başlayacağım. Yorulacağım. Hayatın yan koltuğumda oturan adamın gözünden nasıl gözüktüğünü merak edeceğim. Gittiğimde başka bir şehre değil de başka bir gezegene gitmişim gibi uzak hissedeceğim. Ve ne zaman oradan bahsetse biri bana, aklıma burası gelecek.