Aleviler Kerbela’da Yezid’in zulmü sonucu yitirdikleri İmam Hüseyin ile 73 mazlum ve tüm yeryüzü Kerbela’larının mağdurları için tuttuğu yas orucunun ardından, birliktelik, barış ve umutla beslenmiş sevgi kazanında hazırladıkları aşurelerini yetmiş iki milletle paylaşmaya başladı. Aleviler insanlığa ‘Gelin canlar aşure gibi bir olalım’ diyor. Ülkemizde ve yeryüzünde yaşanan tüm acıları umuda dönüştürmek istiyorlar.

Kerbela’nın direnişini Hüseyin ve Kerbela’nın dili Zeynep gibi insanileşmeye davet ediyorlar. Kerbela’daki yetmiş üç can adına… Afrika’da açlıktan, susuzluktan ölen çocuklar, kadınlar aşkına… Pir Sultan Abdal ve Hünkar Hacı Bektaşi Veli aşkına… Kerbela’da, Dersim’de, Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta, Gazi’de, 6-7 Eylül Olayları’nda, Roboski’de, Gezi’de, Ortadoğu’da, Afrika’da, Asya’da, Avrupa’da yani bu dünyanın Kerbela’larında yitirdikleri mazlumlar aşkına niyet ettiler. Zalimlerin zulmüne boyun eğmeyen ve direnme kültürünü yaşatan cümle canlar aşkına aşure kazanlarının başında buluşuyorlar. Niyetlerinde barış umudu var. Aşk ve sevgi var. Bir aşure kazanındaki yemişler gibi, renkleri yaşatarak, insanların da bu ülkede farklı ama bir arada eşit haklarlar, eşit koşularda bu ülkenin kazanın da kardeşçe yaşaması var.

Aşure insanlığın kurtuluşuna adanmıştır. Kendi gibi çoklu hikayesi vardır aşurenin… Kimi inanışa göre, tövbesi kabul gören Adem’den, kimine göre de Nuh Tufanı’ndan karaya oturan insanlığın gemisindeki kurtuluştan, kimi de Nemrut’un ateşinden kurtulan Halil ile başlatır. Aşurede yetmiş iki millettin, kültürün, inanışın rengi vardır. Kimi Musa’nın halkını Firavun’un zulmünden kurtardığı güne atfen, başka bir inanışda, Yunus’un balığın karnından kurtulduğu gün sayar. Biri Eyüp’ün dertlerine şifa bulup da yaralarını iyileştiği gün bilir. Diğeri Yakub’un oğlu Yusuf’a kavuştuğu ve görmeyen gözlerinin açıldığı an bilir. Aleviler açısından da aşureyi anlamlı kılan ise, Kerbela faciasında katledilen mazlumlar için, Muharrem Ayı’nda tuttukları Yas Orucu’nun ardından, Zeynel Abidin’nin Kerbala kıyımından kurtuluşu niyetine aşureyi tarihlendirir. Pişen aşurelerinin suyu Fırat’tan, tadı insandan, tanesi rızalıktan, rengi yetmiş iki millettin renginden, ateşi sevgiden, kazanı hümanizmin gönül bahçesinden, dileği barış, niyeti insanlık davasından firar etmeyeceklerine dair verdikleri ikrarlarından yapılmış hak lokmasıdır. Gönüller, yollar, muhabbetler, lokmalar ve sevgiler, aşure kazanında birlenir.
Aşure milli değildir. Kimileri aşureyi milli ve yerlileştirmek istiyor. Devlet ve siyasi iktidar Aşure kazanını kendi rengine dönüştürme gayreti içinde. Oysa hiç bir güç, ne aşurenin renklerini, ne niyetini değiştiremez. Aşure kazanlarının üzerine, kendi rengini vermek ve siyasi semboller ya da siyasi logolar koymak, asimilasyon amacıyla kullanmak, kadim tarihin niyetlerini anlamamaktır. Aşurenin üstüne yapılan siyasi semboller, aşurenin verdiği gerçek mesajın üstünü örtmektir. Oysa aşurenin mesajı nettir; “Biz farklı renkleriz ama bir arada renklerimiz kaybetmeden bu kazanda piştik ve aynı kazanda renklerimizle sevginin, umudunun ve barışı tadı olduk” der.


Türkiye’de AKP iktidarın ve siyasilerin alması gereken en büyük ders, toplumsal kutuplaştırmalar karşısından aşure gibi aynı kazanda tek tipleşmeden, tek renk çorba olmadan, aşure olabilmektir. Aşureden millilik çıkmaz. Aşureyi kendi rengine benzetmek, asırlardır Alevilerin hak ve taleplerine kulak tıkayan zihniyeti sürdürmektir.

Cemevlerini tanımamak, Aleviliği yok saymak, Alevi çocuklarını zorunlu Sünni din eğitimine tabi tutmak, Alevi köylerine cami dayatmak, Diyanet’in mezhepçi fetvalarını desteklemek, şimdi de kendini aşure kazanlarını asimile etmeye ve aşureyi millileştirmek çalışıyor. Oysa aşure barış ve umut dilekleri ve niyetleriyle paylaşılır. Tek renge dönüştürülürse aşure, millileştirilirse, resmileştirilirse aşure olmaktan çıkar, tarihsiz ve tek renk bir çorbaya dönüşür. Aşure sevginin ve toplumsal barışın adıdır. Toplumsal çeşitliliği, huzur içinde yaşamaya niyeti olanların hak lokmasıdır. Art niyeti olanların ise tektipleştirmek ve siyasi istismar suretiyle müdahale edeceği, şov yapacağı, kendine oy verecek seçmen toplayacağı aşure kazanları olmamalıdır. Cemevleri siyasi istismara yol açacak gösteriş ve protokollerden kaçınmalıdır. Aşure günü gönüllerin, süreklerin yolda, muhabbetlerin, lokmaların renklerini koruyarak birlendiği ve cem olma yani “birleşme”dir. Ne resmi, ne yarı resmi bir tören değildir. Hak ve adalet için insanlığın muhabbet ve hak lokmasının meydanıdır. Aşure kazanlarının kurulduğu yer cemevleridir, hak meydanıdır. Buraya kim olursa olsun, can gelir can gider. Protokol ve gösteriş olamaz. Aşure kazanları başında okunan gülbenglerde ve konuşmalarda, tüm dünya insanlığı için barış ve dünya halklarına kardeşlik getirmek vardır.

Aşuremiz halktır, çoğulculuktur, çok renkliliktir. Yol bir sürek binbir gibi yol kardeşliğidir. Varlıklı, varlıksız, ünvanlı ünvansız, kadın erkek herkes birdir. Aşure içindeki farklı yemişlerin çeşitliliğinde elde ettiği tadı, toplumsal çeşitliliğimizde tadlandıracaktır. Gelin canlar, cemevlerinde kurulan ve inanç ateşiyle pişen, sevgiyle karışan aşure kazanlarının başında barış ve umut için bir olalım.