Son yıllarda gelir dağılımındaki eşitsizliğe karşı yalnızca bir arpa boyu yol alınmış olsa da net ve büyük adımlar halen atılmıyor. Çünkü kitlelerin yoksulluğu, zengin azınlığın umurunda bile değil

Gelir dağılımındaki eşitsizlik çözülebilir mi?

BATUHAN SARICAN

2020’ye sayılı günler kala asgari ücret tartışmaları devam ederken Türkiye’de her 8 kişiden 1’inin yoksulluğu devam ediyor. Dünya genelinde en az 750 milyon insan yoksullukla mücadele ederken kalkınma ekonomisinin, yoksulluğa çözüm getirip getiremeyeceği tartışılıyor.

Basit cümlelerle ifade edelim: Dört kişilik bir ailenin, temel hakkı olan sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması, yani halk arasında bilinen ismiyle “açlık sınırı”, Kasım ayı itibariyle 2 bin 102,83 TL. Buna ulaşım, eğitim, giyim, sağlık, kira ve fatura (konut) gibi diğer temel gider kalemlerini de dahil ettiğimizde bir “eve” girmesi gereken en düşük miktar, bildiğimiz adıyla “yoksulluk sınırı” 6 bin 849,62 TL. Buna karşın bir işverenin ödemesi zorunlu olan en az ücret, yani asgari ücret, içinde bulunduğumuz yıl itibariyle 2 bin 20 TL. İki bin yirmi…

Şimdi birlikte düşünelim: Ülkede yüzde 14’ü aşan “makyajlı” işsizlik oranına rağmen iyi ihtimalle hem anne hem de babanın çalıştığını (doğal ve yasal olarak çocukların çalışmadığını) varsayacak olursak eve giren 4 bin 40 TL’nin o aileyi en fazla açlık sınırından kurtardığını ama yoksulluktan kurtaramadığını açıkça görüyoruz. Bu açıdan DİSK’in asgari ücret için 3 bin 200 TL dirayeti oldukça önemli olmakla birlikte bu rakamın bile iki kişinin “eve ekmek getirdiği” bir aileyi yoksulluk sınırından kurtaramadığı, ancak ve ancak yaklaştırdığı ortada.


Hal böyleyken özellikle geçtiğimiz aylarda, yoksullukla mücadele eden aile fertlerinin “çözümü” siyanürde aradığını gördük. Siyanür intiharları devam ederken devletin buna çözümü, siyanür satışlarına tedbir getirmek oldu. Ancak yoksulluğu yaratan gelir dağılımındaki adaletsizliğin sebebi, mahallemizdeki hırdavatçı Hasan abi olmadığı gibi bunun çözümü de beş kuruşa sattığı zehre tedbir koymak olmasa gerek. Bu intiharlara engel olmak için kısa vadeli çözüm olarak asgari ücreti en az 3 bin 500 TL civarına çekmek, uzun vadeli çözüm olaraksa neoliberalizmin fütursuz açgözlülüğüne tedbir koymak gerekiyor.

Geliri adaletsiz dağıtan Türkiye her 8 Yurttaşından 1’ine bakamıyor

Verilerle konuşmak gerekirse bugün dünyada -dile kolay- en az 750 milyon insan yoksullukla mücadele ediyor. TÜİK 2018 verilerine göre ise Türkiye’nin bu sayıya katkısı en az 11 milyon. Geçen yıla oranla azalan gelir, artan işsizlik ve enflasyon rakamlarına baktığımızda bu sayıda kesin bir artış olduğunu söyleyebiliriz.

Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nin daha ilk basamağında yer alan fiziksel ihtiyaçlarını karşılamayan adaletsiz bir dünyada yaşayan bu insanlar; sağlıktan barınmaya, gıdadan giyinme haklarına kadar temel insani haklarından yararlanamıyor. Zira açgözlülerin dünyasında gelir dağılımındaki eşitsizlik günbegün artıyor. Açgözlü yüzde 1’in serveti, geride kalan yüzde 99’un servetine eşit. Başka bir veri: En zengin yüzde 1’lik azınlık nüfus, 1980’den bu yana artan küresel gelirden, en yoksul yüzde 50’lik kesimin aldığının iki katını almış durumda. Ezcümle gelir ve kaynakların dağıtımındaki eşitsizlik ve neden olduğu küresel yoksulluk had safhada.

Bu eşitsizliği ölçmek için elimizde bazı ekonomik araçlar var. Sözgelimi, lisans eğitimim sırasında bize bu konuda öğretilen ilk ve etkili araçlardan biri GINI katsayısı ve bunun grafiksel karşılığı olan Lorenz Eğrisi. Bir ülkedeki gelir dağılımı eşitsizliğini görmek için gökdelenlerin yanında çöpten beslenen bir aileyi, çıplak ayakla dolaşan çocukları görmek birçoğumuz için yeterli olsa da bu araçlar, söz konusu eşitsizliği bilimsel olarak açıklamanın basit ve etkili bir yolu. Kısaca açıklayalım: 0 ile 1 arasında tanımlanan GINI katsayısı, bir ülkenin milli gelirinin ne kadar adaletsizce dağıtıldığını göstermeye yarıyor. 0 en adaletli, 1 ise en adaletsiz durumu gösteriyor. Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki dünyada 0 (sıfır) GINI’ye sahip hiçbir ülke yok: 0.25 ile 0.27 puan aralığında yer alan ilk üçteki Ukrayna, Slovenya ve Norveç’te dahi gelir dağılımı eşitsiz. Ancak birçok ülke daha da kötü durumda. Mesela Türkiye’nin GINI katsayısı 2016 itibariyle 0.41. (2019’da durumun ne olduğunu rakamsal olarak henüz bilmesek de Türkiye’de milyarder sayısının her geçen gün artması iyiye işaret değil.)
gelir-dagilimindaki-esitsizlik-cozulebilir-mi-665045-1.
Sanayileşmenin vuku bulduğu 1820’lerde 0.50’den başlayarak 1990’lara kadar -ufak dalgalanmalar hariç- sürekli artan bu rakam, 2008’de 0.66’yı gördükten sonra düşüş gösterdi ve son küresel veri yılı olan 2014 itibariyle 0.62’ye indi. Ancak sanayileşme öncesi döneme göre halen çok yüksek. Bu bağlamda bir ülkenin milli geliri ne kadar artarsa artsın bu herkes için aynı oranda artmıyor. Tek başına sakat bir veri olan “kişi başına düşen milli gelir” rakamlarının görece artışından bahsedip gelir dağılımı eşitsizliği ve enflasyon canavarını balkonlarından izleyenler, bizim hırdavatçı Hasan abiyi suçlayanların da ta kendisi.

Kalkınma ekonomisi çözüm olabilir mi?

Peki çözüm önerisi nedir? Yoksulluğa neden olan gelir dağılımındaki eşitsizliğe çözüm öneren bir çalışma alanı var: Kalkınma ekonomisi. Yoksullukla mücadele için bilimsel bir perspektif sunduğunu iddia eden, yoksul ulusların, refahı yüksek uluslara nasıl dönüşebileceğini araştıran bu disiplininin kurulması 1960’lara rastlasa da dünya genelinde kabul görmesi son birkaç yıla rastlıyor. Nitekim 2019 Nobel Ekonomi Ödülü de “küresel yoksullukla mücadeledeki deneysel yaklaşımları” nedeniyle Abhijit Banerjee, Esther Duflo ve Michael Kremer arasında paylaştırılmıştı.

Bu alanda çalışan isimler, çözüm için genel geçer sorular sormak yerine, soruna daha mikro düzeyde yaklaşarak “Çocuklar neden okula gidemiyor?” ve “Küçük ölçekli çiftçiler, modern tohum ve gübre gibi teknolojileri niçin kullanmıyor?” gibi sorular soruyor; daha ölçülebilir ve çözümlenebilir mikro sorunları “test” ediyor.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye gelen ve BM’nin eski genel sekreterleri Ban Ki-Moon ve Kofi Annan’a kalkınma ekonomisi danışmanlığı yapan Columbia Üniversitesi’nden Jeffrey D. Sachs’ın bu disiplin üzerine çalışmaları ve bu vizyonda gelişen BM’nin Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri “kâğıt üzerinde” çok kıymetli. Zira bu vizyon, yetkililere, teoride yerelden evrensel çözüme ulaşabilecekleri etkili bir perspektif de sunuyor. Ancak bu disiplinin gelişim gösterdiği 1960’lardan bugüne elde ettiği kıt kazanımlar ve küresel ilgisizlik, kalkınma ekonomisinin pek de işleyen bir teori olmadığını gözler önüne seriyor. Bu çalışmaların uluslararası organizasyon ve hükümetler tarafından ne kadar dikkate alındığı verilerle ortada. Son yıllarda gelir dağılımındaki eşitsizliğe karşı yalnızca bir arpa boyu yol alınmış olsa da net ve büyük adımlar halen atılmıyor. Çünkü kitlelerin yoksulluğu, zengin azınlığın umurunda bile değil.

Kaynakça
http://www.turkis.org.tr/KASIM-2019-ACLIK-VE-YOKSULLUK-SINIRI--d320750
https://data.worldbank.org/indicator/SI.POV.GINI
https://openknowledge.worldbank.org/bitstream/handle/10986/25078/9781464809583.pdf
2018 Küresel Eşitsizlik Raporu

cukurda-defineci-avi-540867-1.