Daha iyi yaşam, iş, eğitim koşulları ve en önemlisi ‘gelecek’ için yerinden yurdundan gitmek isteyen gençlerimiz 'gönüllü göçmen' de olsalar, büyüdükleri topraklardan ayrılmak gibi çok zor bir karar veriyorlar. Oynadıkları sokakları, çocukluklarını, gençliklerini, sevdiklerini arkalarında bırakıp gidiyorlar. Çok sevdikleri birçok şeyden, daha iyi olduğunu düşündükleri bir ‘gelecek’ tahayyülü için vazgeçiyorlar.

Gençlerin göçü kuşlarınkine benzemez... Gidenler bir daha gelmez!

“... Ve, ülkem beni terk etti”
Ahmet Telli

Göçmen kuşların göç yoluna havaalanı yapan bir ülke olarak, beyin göçü için de böyle harika bir planımız var mı acaba?

Olsa bir türlü, olmasa başka türlü… Ama ‘gençler bu ülkeden gitsinler’ diye uğraşsak, daha iyisi yapılamazdı!

Şaşkınız! Geçtiğimiz hafta eli kılıçlı başı sarıklı ‘fetihçi’ bir grup insan İstanbul sokaklarını sardı. Bir kadın makinist yüz yıl sonra “Vurun Kahpeye” filmindeki gibi linç ediliyordu; güvenlikçilerin araya girmesi ile kurtuldu. Söz konusu ise ülkemize emanet bir tarihi miras, tüm insanlığa ait bir eser. Başka bir din için yapılmış bir kutsal mekanı dolduran bu kalabalığın duyduğu ‘fetih’ coşkusu, başka bir dinin mabedini kendimizin kıldık diye duyduğu bu kibir, gösteriş neyin tasarısı? Neye yarar? Çözebilen var mı?

Ayasofya 1453 yılından beri zaten bizim. Ne güzel de bakmışız, bugünlere getirmişiz. İnsan olana bu gurur yetmez mi? Bu gösteri, adeta İstanbul’u yeni almışız gibi savaş naraları, Ortaçağ fotoğrafları, ertesi gün gazetelerde yer alan hilafet çağrıları…

Sayın Turizm Bakanımız, yazın ülkemize gelsinler diye davet için gittiğiniz ülkelerde yaşayan ve başka dinden biri olsanız, buralara ayak basmak ister misiniz? Ülkemize verilen zararın, yaratılan ayrımcılığın, ateşle oynadığınızın farkında mısınız?

Ayrıca hâlâ daha pandemi devam ederken, hiçbir önleme gerek yokmuş gibi yüz binlerce insan bir araya toplandı. Dip dibe bağırarak yürüdü, oturdu, namaz kıldı. Şaka mı bu? 65 yaş üstü hâlâ seyahat için izin almak, saat 20.00’den sonra evde olmak zorundayken, bu gayri ciddilikten sonra, hangi önleminiz kimin umurunda?

1453 yılının fetih rüyaları ile uyuyup hâlâ uyanamayanlar, bu rüya için dünyayı sarsan pandemiyi bile hiçe sayanlar; çok övündüğümüz genç nüfusumuz bu rüyalarınız ile hiç ilgilenmiyor.

Ülke gençlerinin yarısından çoğu “İmkânım olsa buralardan giderim” diyor.

Sosyal Demokrasi Vakfı’nın (SODEV), gençlerin kendileri ve gelecekleri ile ilgili görüş ve algılarını inceleyen “Türkiye’nin Gençliği Araştırması” kaygı verici bir şekilde gençlerin gelecek korkusunu gözler önüne seriyor. Farklı sosyo-ekonomik çevrelerden ve farklı siyasi görüşlerden 15-25 yaş arası çocuk ve gençlerden oluşan araştırma grubunun yüzde 19’u çalışıyor, yüzde 61,7’si öğrenci. Yüzde 32’sinin ise hiç bir eğitim kurumu ya da iş yeri ile ilişkisi yok: Ev kadını ya da işsiz ama iş aramaktan vazgeçmiş genç ve çocuklar. Çoğunluğun ekonomik bağımsızlığı yok ve yüzde 70’i ‘arkan varsa’ işe girebilirsin diye düşünüyor. Bu gençleri nasıl üretici, yaratıcı, çalışkan olmaya yüreklendirebiliriz? Arkan sağlam olmadıkça hiçbir şeyin faydası yok diye düşünüyorlar. Yanlış düşünüyorlar diyebilecek yüzümüz var mı? Gençlerin yüzde 62,5’i imkânı olsa yurt dışında yaşamayı tercih ediyor ve bu oran siyasi görüşe göre çok az değişiyor. En önemli istekleri ise “özgürlük, adalet ve liyakat.”

Gençlere, “Size iş, adalet ve liyakat veremedik ama Ayasofya’da namaz verelim” deseniz de işe yaramıyor. Bakın burası çok önemli, “... Suudi Arabistan’da aylık 10 bin dolar maaş mı, İsviçre’de 5 bin dolar maaş mı?” sorusuna, katılımcıların yüzde 72,2’si “İsviçre” diye cevap veriyor. AK Parti’ye oy vermiş gençlerin yüzde 60,5’i de aynı şekilde “İsviçre” diyor.

Gençler kalıplara sokulmak istemiyor.

Son yıllarda Türkiye en çok beyin göçü veren 15 ülke arasında yer alıyor. En çok göç alan ülkelerin başında ise ABD geliyor. İsveç, Norveç, Almanya ve Kanada listeyi zorlayan ülkeler. Öğrenci göçünde ABD, İngiltere ve Avustralya ilk üçte yer alıyor. ABD’deki Silikon Vadisi çalışanlarının yüzde 57’si beyin göçü ile başka ülkelerden gelen çalışanlardan oluşuyor.

Daha iyi yaşam, iş, eğitim koşulları ve en önemlisi ‘gelecek’ için yerinden yurdundan gitmek isteyen gençlerimiz “gönüllü göçmen” de olsalar, büyüdükleri topraklardan ayrılmak gibi çok zor bir karar veriyorlar. Oynadıkları sokakları, çocukluklarını, gençliklerini, sevdiklerini arkalarında bırakıp gidiyorlar. Çok sevdikleri birçok şeyden, sadece daha iyi olduğunu düşündükleri bir ‘gelecek’ tahayyülü için vazgeçiyorlar.

MİLYONER GÖÇÜNDE REKOR

Enteresan bir göç kolu da, “milyoner göçü.” New World Wealth 2018 raporuna göre, nüfusuna ve milyoner sayısına göre en çok milyoner göçü veren ülke Türkiye.

Milyonerleri bile ‘gelecek’ korkusu sardıysa gençler ne yapsın?

‘Geleceğimiz’ kaybolmuştur, lütfen görenler haber versin!

2019 yılında, 2 milyon 528 bin 31 genç sınava girmiş ve sadece 904 bin 176 öğrenci üniversiteye girebilmiş, üniversiteye gidemeyen 1,5 milyonun üzerinde genç, B planına geçmek zorunda kalmıştır. Ama sorun şurada ki üniversite mezunu bir işsizler ordusu sahibi olan Türkiye’de lise mezunları için bir B planı yoktur.

Bu satırların yazıldığı sırada öğrenciler üniversite tercihlerini yapıyor. Sınava giren 2 milyon 433 bin 219 genç ve ailesi; kimi evde sevinç, kimi evde hüzün, kimi evde dile getirilemeyen bir korku. Puan iyi de olsa, ya devlet üniversitesi olmazsa? İşte o zaman bir hançer gibi saplanır yüreğe o söz, “...analar tahtını yapar ama bahtını yapamaz!”

genclerin-gocu-kuslarinkine-benzemez-gidenler-bir-daha-gelmez-766354-1.
TÜİK 2019 yılında suça sürüklenen çocuklarla ilgili istatistikleri yayınlamadı. Konu 2020 yılı istatistik takviminden de çıkarıldı, bu yıl da açıklanmayacak. Bir anlamda devletimiz, “Suça itilen, uyuşturucu kullanan, istismara uğrayan çocuk sayıları kimseyi ilgilendirmez” diyor. Nasıl ilgilendirmez, sevgili TÜİK’ciğim? Bunlar bizim çocuklarımız ve uçurum çok derin.

HER YER KARADELİK

‘Baht’ da yaparız diyebilen küçük bir azınlık, çocukları için zaten yurt dışında okul ayarladı. Büyük çoğunluğa da üniversite hayallerinin yerine büyük bir karadelik kaldı. Bir kısmının karadeliğe düşüşü 4-5 yıl kadar ertelendi. Onlar, büyük hayallerle gittikleri üniversite çıkışında işsiz kalarak bu deneyimi tecrübe edecekler. Hasbelkader işe girenler ise; 10-15 yıl sonra “Ben bunun için mi bunca yıl okudum” deyip, karadeliğin kıyısında, tutunacak dal arayacaklar.

4+4+4 sayesinde bir kısmı zaten bu aşamaya hiç gelemedi, çoktan çıraklığa başladı ya da daracık dünyaevine girdi, raflarını dantellerle süsledi.
İnsan yavrusu 18 yaşına kadar “reşit” değil “çocuk”, haberimiz var mı?

Beklediği bir geleceği olamayan çocuk olur mu?

Türkiye’de çok övündüğümüz bir çocuk bayramı var. Bir de 1994 yılında taraf olduğumuz Çocuk Hakları Sözleşmesi... Konuyla doğrudan ilişkisi olanlar dışında, bir yerlerden bulup okuyan var mı? Okullarda çocuklara okutulur mu? Anne babalar, çocukları için talep edebilecekleri hakları duymuş mu? Orta eğitim ya da üniversite giriş sınavları ya da okullarda olması gereken etek boyu kadar konuşuluyor mu?

Gençlerimizin büyük çoğunluğu, televizyonlarda üniversitelerin tanıtım programlarında, hiç gidemeyecekleri okulların ağızlarından bal damlayan hocalarını, rektörlerini, dekanlarını dinlediler mi hiç? İlköğretimi bitirebildiler mi? Bayramlarını, haklarını bilirler mi?

Dinimizi, değerlerimizi öğreteceğiz diye kundaktaki bebeğe bile göz dikenler, doğruyu, dürüstlüğü, emeğin, bilginin değerini anlatır mı? Yoksa cezalandırıcı bir Allah korkusu dışında bir şey öğretmeye gerek yok mu? Sadece cezadan, günahtan sakınmak için iyi olmak, sadece sevap kazanmak için iyilik yapmak, sırf kendin için bir ahlak, insanı ‘iyi insan’ yapar mı? Sorgulamayan, aramayan, tartışmayan, yanlış yapmayan gençlik olur mu?

‘Liyakatin’ hiçbir değerinin olmadığı bir ülkede, kim işini iyi yapıp, dersini iyi öğrenmeye çalışır ki!

Televizyonlardaki kamu spotlarında ‘maske tak’ ‘evde kal’, ‘sosyal mesafeye uy’ denilirken, yüzbinlerce kişinin Ayasofya’da toplanması çocuklara nasıl anlatıldı? Yoksa yalanı dolanı, bir kereden bir şey olmayacağını, kuralların herkese farklı uygulandığını zaten çoktan öğrendiler mi?

TÜİK 2019 yılında suça sürüklenen çocuklarla ilgili istatistikleri yayınlamadı. Konu, 2020 yılı istatistik takviminden de çıkarıldı, bu yıl da açıklanmayacak. Bir anlamda, devletimiz “Suça itilen, uyuşturucu kullanan, istismara uğrayan çocuk sayıları kimseyi ilgilendirmez” diyor. Nasıl ilgilendirmez, sevgili TÜİK’ciğim? Bunlar bizim çocuklarımız ve uçurum çok derin.

Sanat fotoğraflarında giren, o sümüğü akmış, saçı üç numara traşlı, köprü altlarında ayağı çıplak çocuk hala büyümedi mi? Büyüdüyse şimdi nerede merak etmeyelim mi?

Burnu temiz, ayakları sağlam mı?

O da İsviçre’ye gitmek ister mi?