Google Play Store
App Store

Yeni romanı ‘Körfezde Sıkıyönetim’ ile okurlarıyla buluşan Atilla Birkiye, “Haksızlık, hukuksuzluk, zulüm, vicdansızlık vb diz boyu olunca, içi içine sığmayan, dinamik gençler başkaldırır, isyan eder. Ancak ne yazık ki iktidarı, statükoyu da destekleyen gençler var” diyor.

"Gençlerin isyanı doğal"

Demet ÇALTEPE

Türkçe edebiyatın kıyıda köşede kalan duygulara, kırılgan tarihlere ve yüzleşilmemiş hafızalara karşı her zaman duyarlı kalemlerinden biri Atilla Birkiye. Felsefeden süzülen bir düşünsel derinlik, yılların dergiciliğinden gelen bir edebi bilinç ve tiyatral metinlerle yoğrulmuş bir anlatım disipliniyle yazdığı her eser, okuruna yalnızca bir hikâye değil; bir düşünce deneyimi de sunuyor.

Birkiye’nin yeni romanı Körfezde Sıkıyönetim, SRC Kitap etiketiyle okurla buluştu. Bu vesileyle gerçekleştirdiğimiz söyleşide yalnızca romanın karakterlerini ve anlatı dünyasını değil; aynı zamanda yazarın zihinsel ve tarihsel arka planını, anlatının oluşum sürecini ve Türkiye edebiyatının hâlâ yeterince konuşulmayan “suskun” meselelerini de ele alıyoruz. Çünkü Körfezde Sıkıyönetim, yalnızca geçmişin tortularını değil, bugünün bastırılmış korkularını da usulca gün yüzüne çıkaran bir metin.

-Körfezde Sıkıyönetim’in ilk satırından itibaren okur, yalnızca bir politik darbenin değil, aynı zamanda bir ailenin iç içe geçmiş tarihinin ortasında buluyor kendini. Bu romanı yazma ihtiyacı nasıl doğdu? Başlangıç noktası bir anı mıydı, bir duygu mu, yoksa bir tarihsel sezgi mi?

Esinlenme diyelim, aslında çok önceki yıllara gidiyor. Bu romanı ya da bu "konu"yu bir şekilde yazacaktım. O zamanki doğasıyla yazarlığımı çok çok besleyen bakir Saros yıllarının izleri var. O zamanki diyorum şimdi öyle değil, ülkenin çoğu sahillerinde olduğu gibi, bizim oralar rezalet desek yeri! Saros'un bir kıyısında küçük, ilkel, yeni yapılmakta olan yazlık bir "site"sine ki epeyce geniş çevrede hiçbir şey yoktu, gittiğimde 17 yaşındaydım. Yazlar yazları kovaladı, süreç içinde "yazar" olunca, çevremdekiler bana yaz yaz dedi, ben gelişiyordum, doğal olarak o yaz mekânı, çevre de bir şekliyle değişiyordu, yıllar sonra yazdım. Yazdım ama kuşkusuz dönüştürerek. Hani Sait Faik'in izinden giderek söylersek: olaylar hayal ürünüdür, yazdıklarımda tanıdıklarım vardır! Şöyle bağlıyayım, anı varsa duygu da vardır.

Ayrıca sorunuzdaki darbe sözcüğü dolayısıyla şunları da eklemem gerek. Kendimi iyi kötü bildiğimde, dünyayı algılamaya bir şekliyle başladığımda yani 27 Mayıs 1960 darbesi olduğunda beş yaşındaydım, biri ülkenin başbakanı olan halkın seçtiği üç politikacı asıldı, darbe de, bu asma da doğru değildi; sonrası çok kötü geldi, ilk gençlik yıllarımda 12 Mart (1971) oldu, faşizm, işkenceler, tutuklamalar yüzlerceydi, Santiago Stadyumu'nun benzeriydi ülke, birbirine yakın tarihler, üç fidan asıldı, onlarca genç öldürüldü. Sonra 12 Eylül (1980), faşizm! Korkunçtu! Buradan ileriye gitmesem!

-Site yaşamını roman boyunca neredeyse minyatür bir toplum olarak kuruyorsunuz. Aile, hısımlık, yöneticilik, eşitsizlik, aidiyet ve çatışma gibi kavramlar bu mikrokozmos içinde katmanlı biçimde işleniyor. Bu alanı bir edebi laboratuvar gibi mi gördünüz?

Böyle denebilir; öte yandan ilk aklıma gelen roman olan Yüzyıllık Yalnızlık'ı anmalıyım. Romandaki aileyi oluştururken son derece serbest davrandım. Gerçekte böyle bir aile yok, hani bazı bağlantılar var ama bütünlüklü olarak böyle bir aile yapısı yok. Genel olarak aile ilişkileri önemlidir; öte yandan gerçi bu konuya pek girmedim ama kan bağı olsa ne olacak olmasa ne olacak! Neyse, çatışma bitmez, o çatışma, biraz da kol kırılır yen içinde kalır gibi, üstü örtülür, dışarıya yansıtmamak için her şey yapılır, "yalan" bile söylenir! İktidar meselesi de var, ayrıca küçükler, çocuklar hep otorite'nin altındadır; hâlâ böyle (mi?).

-“Reis” karakterinin sıkıyönetim sürecinde gönüllü olarak üstlendiği otorite ve onun bu süreçteki dönüşümü, Türkiye’deki küçük iktidar yapılarının da izdüşümü gibi okunabilir mi? Reis’in karakterini nasıl kurdunuz, yazarken size kim(ler)i hatırlattı?

Öncelikle balıkçılık deyimi olarak "reis"! Bildiğim kadarıyla Sinan Cemgil, 68 Kuşağı arasında bu "reis"i yaygınlaştırmış, ama orada balıkçılıkla mı ilgi kuruluyor, bilmiyorum. Bu (otorite) yalnızca Türkiye için geçerli olamaz, dünya, insan da biraz biraz böyle, iktidar hırsı, iktidarda olma ve kendi borusunu öttürme; kuşkusuz her birey için bu böyledir diyemeyiz. Ancak genel olarak, yaşadığımız, yaşanılan "sistem"de böyle. Sistem buna uygun. Evet, sistemi insan falan oluşturuyor ama pekala demokrat olabiliriz!

Eniştelerimden birinden esinlenme var, çok özel insanlardandı ama romanda yukarıda da söylediğim gibi dönüştürme var, artık o Saros'daki balığa çıkan "reis" değil, Körfezde Sıkıyönetim'in reisi, sitenin "komutan"lığını ele geçirmiş bir kurmaca karakteri.

-Sitedeki gençlerin çoğu “İsyancılar”a yakın dururken, büyükler “devletçi” pozisyonlara daha yatkın görünüyor. Kuşaklar arası bu ideolojik farklılık, yalnızca bir görüş ayrılığı değil; aynı zamanda aile içindeki ilişkileri, güven ve otoriteyi de yeniden tanımlayan bir gerilim hattı yaratıyor. Dünyada ve özellikle Türkiye’de genç kuşakların adalet, özgürlük ve temsil arayışı içinde öne çıkan tavırlarıyla benzerlik kurmak mümkün. Bu ayrımı kurgularken kişisel tanıklıklarınız mı, yoksa Türkiye'nin yakın tarihindeki gençlik hareketlerine dair yaptığınız tarihsel ve sosyolojik okumalar mı belirleyici oldu?

Kuşkusuz kişisel tanıklığım çok. İsyancılar malum 68 kuşağı. Çoğunlukla üst kuşak ile alt kuşak arasında siyaset açısından karşıtlık olur, bazen keskindir ve bunun getirdiği çatışma da vardır, bu doğaldır. Öte yandan yakın tarihin dünyadaki ve bizdeki gençlerin başkaldırması da doğaldır. Haksızlık, hukuksuzluk, zulüm, vicdansızlık vb diz boyu olunca, içi içine sığmayan, dinamik gençler başkaldırır, isyan eder. Ancak ne yazık ki iktidarı, statükoyu da destekleyen gençler vardır, daha önce de vardı, bizde de dünyada da...

-Roman boyunca kullanılan lakaplar (Canavar, Mutfak, Yaygara, Kulak, vs), karakterleri hem anonimleştiriyor hem de bir çeşit alegorik yapı kuruyor. Bu isimlendirme tercihinizin ardında nasıl bir estetik ve düşünsel yaklaşım vardı?

Bu baştan beri takıldığım bir mesele. Romandaki karakterlerin adları. Onlara niye Ayşe, Fatma Ali, Hasan vb diyoruz! Bazen yazar adları içerili anlamlarıyla kullanır, bazen birer göndermedir; bir seçme var, bu seçme nasıl bir zemindedir, hangi estetik yaklaşımladır? Burada epeyce serbest kıldım kendimi, evet adlarda da alegori var, diyebiliriz. Öte yandan, her ne kadar nesnel gerçeklikteki bazı özelliklerden dolayı bu adları "icat" etmişsem de onlar birer "lakap" değil, kurmacanın içindeki karakterlerin adları! Gerçek yaşamda böyle adlar kullanmıyoruz, bunları gerçek yaşamda birer "lakap" olarak düşünebiliriz ama romanımda bunlar "gerçek" birer isim, ad. İşte o sitede yaşan insanlar büyüklü küçüklü, onların adları.

-Roman, resmi tarihin suskunluklarını kişisel anlatılarla örerek kırıyor. Sizin için edebiyat, özellikle de roman, suskunlukları görünür kılmanın en etkili yollarından biri mi?

Edebiyat, sanat belki böyle, ama her sanatçı, her yazar, şair için geçerli olmayabilir ya da her yapıt için...

-Romanınızın dili yer yer ironik, yer yer sert; bazen şefkatli bazen mesafeli. Anlatıcı ile karakterler arasındaki mesafe nasıl bir yazarlık dengesiyle kuruldu?

Bu romanda "mizah" yapmaya çalıştım, becerebildim mi bilemiyorum ama bu ciddî görünümlü bir mizah, böyle denebilir. Bir denge varsa, bunu ben değil, dışarıdan bakan birinin söylemesi, yazması sanki daha doğru. Ama bu vesileyle şöyle söyleyebilirim, görüldüğü (okunduğunda [!] diyelim) üzere, anlatıcı aslında "gizlenmiş" roman karakterlerinden biri, hangisi olduğunu bulmak da okurun, dışarıdan bakan birinin işi. Dolayısıyla öteki karakterlerle aynı zeminde. Bu bağlamda da, hani yine yeri gelmişken, denge yerine sanki "oran" demek daha tutarlı geliyor bana...

-Son olarak, Atilla Birkiye’nin edebiyata bakışı içinde Körfezde Sıkıyönetim nasıl bir yerde duruyor? Bu roman sizin yazarlık haritanızda nereye denk geliyor?

Son romanım, son kitabım... Şöyle de diyebilirim, yazmakta olduğum kitabın bir öncesi!