Tüm KYK borçları silinmelidir. Gençlerin bu sisteme bir kuruş dahi borcu yoktur. Yaşamlarının en güzel yıllarını çalanlardan alacaklı oldukları bir gelecek vardır.

Gençlerin sizden geri alacağı bir gelecek var

Eğitimin okulöncesinden yükseköğretime paralı veya parasız olması siyasi bir tercihtir. Kamu kaynaklarının, bütçenin öğrencilerin kamusal eğitim hakkı için mi beşli çetenin vergi borçlarının silinmesi, sermayeye kaynak aktarımı için mi kullanılacağı da politik bir tercihtir.

Eğitim, emekçi sınıfın çocuklarının gelecek yaşantısını değiştirebilmesi için tek seçenektir. Aynı zamanda bir toplumun kamusal eğitim hakkına sahip olup olmaması memleketin gelecek tahayyülüdür. Okul, üniversite bu nedenle iktidara sahip olanla olmayanın mücadele alanıdır. Kamusal eğitim mücadelesi siyasal iktidarın kamu otoritesi ve yasa yapıcı gücüne karşı yürütülür. Kapsadığı, etkilediği kesimler ve sonuçlarından dolayı da en önemli ve etkili mücadele başlıklarındandır. Egemen sınıflar ile emekçiler ve muhalefet edenler arasındaki mücadele. Bir toplumun bir avuç “azınlığa” karşı mücadelesi. Bu yüzden de asla siyasetten ve sınıf mücadelesinden bağımsız değildir.

Kamu hizmeti, kamusal eğitim toplumsal yaşamın zorunlu gereksinimlerini karşılayan hizmetlerdir ve bundan dolayı da düzenli, sürekli olmalı ve kâr amacı gütmemelidir. Kamusal sıfatına yüklenen anlam çoğunlukla hizmetin kim tarafından finanse edildiğine odaklanmaktadır. Eğitim hizmetinin genel bütçeden karşılanması, devlet tarafından finanse edilmesi kamusal olması için yeterli değildir. Hizmetin bileşenlerinin ve etkilenenlerin karar alma süreçlerine katılımı ve eşit temsiliyeti temel belirleyicidir.

Kamusal eğitim hakkı ve mücadelesi eğitim hizmetinin planlanmasından, genel bütçeden ayrılan paya, öğretim programlarının oluşturulmasından, eğitim ve bilim emekçilerinin yetiştirilme ve istihdamına, barınmadan, ulaşıma, beslenmeden, kamusal eğitim hizmetinin niteliğine, burslarla gereksinim duyan öğrencilerin desteklenmesine bütünlüklü bir mücadele alanı olarak kavranmak zorundadır.

Türkiye’de kamusal, demokratik eğitim mücadelesi şu anki iktidarın uyguladığı politikalar ile sınırlı olmamıştır. Ancak yirmi yıldır bu gücü elinde bulunduranlar geçmiş iktidarlardan çok daha kararlı bir şekilde siyasi ajandasına uygun bir dönüşümü kesintisiz işletmiştir.

KYK kredi borçları ile son günlerde derinleşen tartışmayı belirleyecek olan, eğitimin sadece ücretini ödeyenlerin satın alabilecekleri bir mal mı, toplumsal faydanın esas alındığı kamusal hizmet mi olduğu sorusuna verilen cevapta aranmalıdır.

24 Ocak 1980 kararları ile Türkiye’ye adımını atan neoliberalizm,1990’lar sonrasında özelleştirme uygulamaları ile hız kazandı. Özelleştirmelerle toplumsal yaşam içerisindeki olgular, nesneler meta haline getirildi. Eğitim-öğretimin yanı sıra bilimsel bilgi üretme, yayma, nitelikli eğitim, nitelikli insan gücü yetiştirme işlevleri olan yükseköğretim kurumları piyasalaştırma politikalarından geri dönüşü olmayacak şekilde etkilendi. Dünya Bankası’nın gelişmekte olan ülkelerdeki temel eğitime yapılan yatırımın geri dönütünün sağlandığı toplumsal faydanın, ortaöğretim ve yükseköğretimden daha yüksek olduğu ve bu yüzden de ortaöğretimle yükseköğretimin özelleştirilmesi gerektiği argümanı ülkelerin eğitim politikalarında temel belirleyen oldu. 1998’de eğitimin tamamen piyasaya açılması için mevcut uygulamaları genişleten ve hukuki bağlayıcılığı olan GATS Anlaşması imzalandı.

Yükseköğretimin kamusal hizmet olmaktan çıktığı süreç yasal düzenlemelerde, kalkınma planlarında ve hükümet programlarında çok net olarak görülmektedir. Ülkemizde yükseköğretim öğrencilerinden harç alınması ilk kez 1973’te 1750 sayılı Üniversiteler Kanunu ile düzenlenmiş bu düzenleme Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. 1981’de harçlar başlığı, 1990 yılından itibaren ise “cari hizmet ödeneği”, 2011’de “cari hizmet maliyetinin hesaplanması, öğrenci katkı payları ve öğrenim ücretleri” adı altında değiştirilmiştir. 2013’te ise yükseköğretimin örgün bölümlerinde belirli şartlar dahilinde o yıl için harç ödemesi yapılmaması kararı alınsa da harçlar kaldırılmamıştır. İkinci öğretim, uzaktan öğretim ve açıköğretimde katkı payı alınmaktadır.

1961 yılından itibaren beş yıl süreli olarak hazırlanan kalkınma planlarının tarihsel süreci adım adım kamusal yükseköğretimden uzaklaşma sürecinin fotoğrafıdır. 1979-1983 Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’ndaki ifadeler sosyo-ekonomik durumun yükseköğretime eşit şartlarda erişimde belirleyen olduğunu net bir şekilde ifade etmiştir.1990-1994 Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı üniversitelerin kamu kaynakları dışında kaynak yaratabileceği üzerinden düzenlenmiştir. 1996-2000 Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda neoliberal eğitim politikası artık temel güzergâh ilan edilmiş, yükseköğretim açık bir dille meta olarak nitelendirilmiştir. 2001-2005 Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda öğrenci katkı paylarının finansman kaynağı olarak belirtilmesi, 2007-2013 Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda öğrencilerden alınan katkı payının yükseköğretimin finansmanındaki payının artırılacağı vurgusu malumun ilanı olmuştur. 2014-2018 Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda yükseköğretim politikası paydaş, performans vb. ifadelerle neoliberal söylemlerin metni olmuştur.

Beş yıllık kalkınma planlarının tarihsel seyri hükümet programlarında da net olarak görülmektedir. 1974’te Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki 37'nci hükümette “Yüksek öğrenim parasız olacak…” ifadesi yer alırken, 91’de Mesut Yılmaz hükümeti döneminde “Özel kesimin, vakıf ve dernek gibi tüzel kişiliklerin, hayırseverlerin…. örgün eğitim kurumları kurmaları desteklenecektir” denilmiştir. 59'uncu Recep Tayyip Erdoğan hükümetinde “Özel sektörün üniversite kurmasının önünü açacağız” denilmiş; 2002’de 53’ü devlet 23’ü vakıf üniversitesi olmak üzere 76 olan üniversite sayısı, 2014’te 104’ü devlet, 73’ü vakıf olmak üzere 177’ye yükselmiştir.

Üniversiteleri özelleştirmek tek başına emeğiyle geçinenlerin çocuklarının eğitimden yoksun kalması anlamına da gelmemektedir. Sermaye ve sermayenin ihtiyaçlarını esas alan bilim gerçek bilim olabilir mi? Örneğin uluslararası ilaç endüstrisinin sermayedarının kurucusu olduğu bir üniversitede sağlıklı tıp eğitimi verilebilir mi? Üniversitelere ve bilime yönelik en büyük tehdit yükseköğretimin sermayenin tahakkümü altına girmesidir. Bu noktada esas olan artık toplumsal fayda değil, patronların, sermayenin çıkarıdır.

Aynı zamanda hemşire yetiştirmek demek emekçi yetiştirmek demektir. Bu sistem emeğiyle geçinen bir aileye çocuğunun emekçi olması için parayla okutmak zorundasın demektedir.

Tarihsel süreç üzerinden siyasi iktidarların izledikleri politikalar bize kamusal eğitim mücadelesinin sınıf mücadelesi ile yöneten-yönetilen, iktidar sahibi olan-olmayan düzlemleri ile ilişkisini çok net olarak göstermektedir.

Okulöncesinden yükseköğretime kamusal eğitim hakkı tartışılmaz bir haktır. Bir yandan tüm kamusal hizmetlere özelde de eğitim hizmeti alanına yönelik saldırıya karşı bu alanı fikri bir mücadele alanına dönüştürmek aynı zamanda da tüm alanları, her okulu, her üniversiteyi mücadele alanına dönüştürmek zorundayız.

Güncel mücadele başlığımız KYK borçları ise yığınağı yapacağımız yer şimdi burasıdır.

Tüm KYK borçları silinmelidir. Gençlerin bu sisteme bir kuruş dahi borcu yoktur. Yaşamlarının en güzel yıllarını çalanlardan alacaklı oldukları bir gelecek vardır.