Alman sinemasının son yılından nitelikli bir seçki... Gençlerin önemli bir varlık gösterdiği Adana Altın Koza Film Festivali’nin ardından Antalya’da da programın ağırlığını genç yönetmenlerin filmleri oluşturuyor.

Gençlerin zamanı

Goethe Enstitüsü’nün İKSV Film’in çevrimiçi sayfasında gösterime sunduğu KİNO 2021 programında yer alan on filmden yedisini izledim (diğerleri önümüzdeki günlerde gösterime açılacak). Genç yönetmelerin ağırlıkta olduğu farklı türlerdeki yapımlardan oluşan seçkide, politik bir duruşa/söyleme sahip filmler başı çekiyor. İlk izlediğim film, Almanya doğumlu genç Türk yönetmen İlker Çıtak’ın, farklı sosyal sınıflardan iki Alman gencinin öyküsünü anlattığı “İstanbul Bahçesi”. Öykünün kahramanları, hali vakti yerinde modern bir ailenin iyi yetişmiş çocuğu olan Janik ile zor koşullarda alkolik annesi ile yaşayan Samuel. İki genç birlikte İstanbul’a gitmeye karar veriyorlar, ama onları bu karara iten nedenler çok farklı. Janik ailesinin konforlu yaşamından uzaklaşmak istiyor. Samuel ise ailesini terk edip ülkesine dönen Türk babasını bulmak istiyor. Yolculukları öncesi Janik, Samuel’in annesi ile tek gecelik bir ilişki yaşıyor. İki arkadaşın bu travmayı atlatması kolay olmayacak, yazgıları onları farklı seçimlere yöneltecektir. Kültürel farklılıkları klişelere sığınmadan sergileyen ve İlker Çıtak’ın yetenekli bir yönetmen olduğunu kanıtlayan bir çalışma.


Bir Alman-Avusturya ortak yapımı olan “Satranç”, Stefan Zweig’ın “Her şeye rağmen ruhun yenilmezliğine inanç” sözlerine vurgu yapan ve Avusturya’da Hitler yanlısı güçlerin iktidarı ele geçirdiği günleri anlatan başarılı bir psikolojik gerilim filmi. Yönetmen Philipp Stözl, sağlam bir senaryodan yola çıkarak, baskılara karşı duran bireyin direncini yüceltirken, bu direnişin bedelinin ağırlığını da sergilemekten geri durmuyor. Avusturyalı zenginlerin paralarını yurt dışına göndererek güvence altına alan bir noterin, verdiği sözden dönmemek adına Nazilerin işkencelerine direnmesini ve giderek akıl sağlığını yitirmesini anlatan Stöhl’ün filminin ticari gösterim şansı da epeyce yüksek.

Dominik Graf’ın “Fabian ya da Bok Yoluna Gitmek” adlı filmi, 1931 yılında yayımlanıp Nazilerce yasaklanan, Almanya’daki çöküşe tanıklık eden bir romandan uyarlanmış Alman sinemasının son dönemdeki en başarılı yapımlarından biri. Graf, sağın yükselişte olduğu bir Almanya’ya gönderme yapsa da, belirli bir zaman dilimine oturtmadığı, ‘başka bir dünya’ beklentisi içindeki bir idealistin öyküsünü anlatıyor.

Aleksei Paluyan, “Cesaret” adlı filminde Belarusya’daki sahte demokrasiye direnen genç kuşağın mücadelesine tanıklık ederken, kurmaca-belgesel olarak tanımlayabileceğim bir hibrit biçemi başarıyla kotarıyor. Toplumsal olayları gösteren belgesel görüntülerle, bu olaylarda rol alan bir tiyatro topluluğunun elemanlarının yaşamlarına tanıklık ettiği sahneleri ustalıkla harmanlıyor. Filmde, günümüz toplumlarının aşina olduğu pek çok ögeyi bulmak olası; sonuçları önceden belli olan seçimler, ülkeden gitmekle kalıp mücadele etmek arasında seçim yapmakta zorlanan gençler, sosyal medya aracılığı ile haberleşen muhalifler, ‘kara liste’ye alındığı için rol verilmeyen, içinde yaşadıkları ortamdan duydukları rahatsızlığı sahneye taşıyan oyuncular, ‘demokrasi’ kelimesini tanımlamakta zorlanan geniş kitleler (Belarusya’daki oran %72 imiş)… “Özgürlük istiyorsanız gidin alın; eski dünya altında kalır!” diye haykıran gençlerin cesur çığlığı Lukaşenko diktatörlüğünü yıkmaya yetmese de, bu film aracılığı ile dünyanın dört bir yanına yayılıyor.

Marcus Lenz, Almanya-Ukrayna ortak yapımı “Rakip” adlı filminde, anneannesinin ölümünün ardından Almanya’ya, orada bir Alman’ın evinde hizmetli olarak çalışan annesinin yanına gönderilen Ukraynalı bir küçük çocuğun Alman adamı kendisi ile annesi arasına giren bir rakip olarak değerlendirmesinin yol açtığı sorunları konu almış. Arka planda kültürel çatışma, kaçak işçi sorunu gibi temalara değinen bir psikolojik dram.

Martina Priessner’in, Mardin’in bir köyünde köpeği ile birlikte yaşayan Süryani Ortodoks rahibe Dayrato’nun yalnızlığını ve direncini konu alan “Nöbetçi”adlı filminde Süryanilerin Anadolu topraklarında yaşadıkları acıları duyumsamamak olanaksız… Filmin görüntüleri başarılı görüntü yönetmeni Meryem Yavuz’un imzasını taşıyor.

Andres Veiel’in “Çevrekırım”ı, hiçbir kategoriye/türe sığmayan özgün bir politik film. Günümüzün en can alıcı sorunu, karbon salınımı ve doğurduğu iklim felaketine 2034 yılından bakan bu önemli filmi fütüristik bir kurmaca-belgesel olarak tanımlayabiliriz. Toplumsal sorunlara karşı duyarlıkları kadar sinemasal yetkinlikleri ile de göz dolduran genç Alman yönetmenleri izlemekte yarar var.

genclerin-zamani-928109-1.


SİNEMAMIZIN GENÇ YARATICILARI

Adana Altın Koza Film Festivali’nde genç yönetmenlerin başarılı çalışmalarına tanık olmuştuk. Dün başlayan Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde de karşımıza yepyeni isimler gelecek. Onları beklerken, Atilla Dorsay’ın sondan bir önceki kitabı “Dünyaya Açılan Sinemamız ve Yeni Bir Kuşak” kitabına bir göz atmakta yarar var. Bugünkü başarıların bir rastlantı olmadığını, bir sürecin ileri noktası olduğunu görüyoruz kitabın satırları arasında. 90’larda Nuri Bilge Ceylan, Reha Erdem, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu gibi isimlerle sahneye çıkan ‘yaratıcı kuşak’, 2000’lerde Semih Kaplanoğlu, Ümit Ünal gibi yönetmenlerle sürmüş, 2000 - 2010 döneminin son yıllarında bu kervana Onur Ünlü, ve Özcan Alper de katılmıştı.

Ülkemizde sinema yazarlığının bir meslek olarak yerleşmesinde unutulmaz katkıları olan sevgili dostum Atilla Dorsay’la kimi zaman filmlere ilişkin farklı değerlendirmeler yaptığımız olur, ama genelde beğenilerimizin çakıştığını düşünürüm. Dorsay, kariyerinin ilk yıllarından bu yana genç sinemacılara destek verdi ve bu çizgisinden hiç sapmadı. Önceki kitapları ile son kitapları yan yana okunduğunda Dorsay’ın değerlendirmelerinde yanılgıya düşmediği görülür. Beğendiği genç yönetmenlerin gerçekten de bu övgüleri hak ettiği sonraki yapıtları ile kanıtlanmıştır.

Dorsay, sinemamızın 2010-2020 yıllarını değerlendirdiği kitabında, bu dönemde gösterime çıkan yerli filmlere ilişkin eleştiri yazılarını yayınlamakla kalmıyor, her yıl için ayrı ayrı listeler yaparak o yılın en iyi on filmini sıralıyor. Tek tük istisnalar dışında, katıldığım listeler… 2010’un en iyisi olarak Reha Erdem’in “Kosmos”unu, 2011 için N.B. Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu”sunu, 2012 için Zeki Demirkubuz’un “Yeraltı”sını, 2013 için Yılmaz Erdoğan’ın “Kelebeğin Rüyası”nı (kendi payıma 2. Sırada yer verdiği Onur Ünlü’nün “Sen Aydınlatırsın Geceyi” filmini tercih ederim), 2014 için N.B.C’ın “Kış Uykusu”nu, 2015 için Demirkubuz’un “Bulantı”sını (benim tercihim, Atilla’nın 2.si “Abluka” olurdu), 2016 için Yeşim Ustaoğlu’nun “Tereddüt”ünü, 2017 için “Ayla”yı (“İşe Yarar bir Şey” ya da “Yol Ayrımı”nı yeğlerdim), 2018 için Tolga Karaçelik’in “Kelebekler”ini, 2019 için Emin Alper’in“Kız Kardeşler”ini seçmiş, Dorsay. Eşsiz öngörüsüyle, daha ilk filmlerinde sinemamızın yeni umutlarını ortaya koymuş.

Bu listelerde, Emin Alper, Tolga Karaçelik gibi bu dönemin bence en başarılı yönetmenleri hak ettikleri gibi en iyi yönetmenler olarak yerlerini almış. İlk filmi “Renksiz Rüya” ile parlak bir çıkış yapan Mehmet Ali Konar’ın filmini 2018’in en iyileri arasında değerlendirmiş Dorsay. Yanılmadığını bu yıl Adana’da gördük. Konar’ın ikinci filmi “Mem ile Zin’in Hikâyesi” hem ana jüri, hem de SİYAD jürisince ödüllendirildi. Emre Erdoğdu’nun “Kar”ı da aynı yılın en iyi listesinde yer alıyordu. Bu teşhisinde de yanılmamış sevgili Dorsay. Erdoğdu’nun ikinci filmi “Beni Sevenler Listesi” bu yıl İstanbul Film Festivali’nde En İyi Film seçildi.
Bu listeyi daha da uzatmak mümkün, ama yerim kalmadı. Dün (2 Ekim Cumartesi) başlayan 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin filmleriyle bu yazıyı noktalayalım. On filmlik ‘Ulusal Yarışma’ seçkisinde, artık orta kuşak olarak tanımlayabileceğimiz iki usta yönetmen var: “Bağlılık: Hasan” ile Semih Kaplanoğlu, “Kerr” ile Tayfun Pirselimoğlu. Bu ikisi dışındaki diğer filmler genç yönetmenlerin imzasını taşıyor: Adana’da “Dermansız” adlı belgeselle ödül kazanan Hakkı Kurtuluş-Melik Saraçoğlu ikilisinin “Birlikte Öleceğiz”, Cemil Ağacıklıoğlu’nun “Kafes”, Ferit Karahan’ın “Okul Traşı”, Selman Nacar’ın “İki Şafak Arasında”, Ali Tansu Turhan’ın “Diyalog”, Nazlı Elif Durlu’nun “Zuhal”, Necip Çağhan Özdemir’in “Bembeyaz” ve Emre Kayış’ın “Anadolu Leoparı”. Anlaşılan, Antalya zorlu bir yarışa sahne olacak. Sonuçlar ne olursa olsun, yeni yönetmenlerle tanışacağız, sinemamız adına umudumuz güçlenecek.