Gençlerin iyi olma halini önemseyen bir devletin, öncelikle o gençlere hak ettikleri haysiyetli geliri sağlaması gerekiyor.

“Gençliğin iyi olma halini önemsemek”
Fotoğraf: DHA

Prof. Dr. Emre Erdoğan

Türkiye nüfusunun kayda değer bir kısmı genç sıfatını taşıyor, 15-24 yaş diliminde yaklaşık 13 milyon vatandaşımız var, bu da nüfusun %15’ini oluşturuyor. Avrupa Birliği ortalamasının %11 olduğu göz önünde tutulursa nüfusun ne kadar genç olduğu anlaşılabilir. Öte yandan “yaşlanan” bir nüfus bu, 1950’lerde %20’nin üzerinde bir oranda genç varken, 2007’de bile %17’ymiş bu oran. Genç olarak tanımlanan bu nüfusun gittikçe azalıp, Türkiye’nin “fırsat penceresinin” kapanacağı düşünülüyor, 2080 yılında genç nüfus oranının %11’e düşeceğini söyleyenler var.

Genç nüfusun sağladığı düşünülen ekonomik ve siyasi fırsatları bir kenara bırakalım, seçimler de hızla yaklaşırken genç seçmen olarak da ilgi çekiyorlar. Yine istatistiklere göre 2018’de oy kullanmamış ama şimdi oy kullanma hakkını kazanmış 6,4 milyon genç seçmen var, seçmenin %10’undan fazlasını oluşturuyorlar. Bir oyun bile seçim sonucu üzerinde etkisi olabileceğinden böyle bir “kitle” siyasetçiler açısından çok cazip, “onların oyunu alan seçimi kazanır” algısı var. Bu nedenle siyasetçiler “genç” bir dil ile gençlerin iletişim kanallarından mesajlarını iletip kırk gün içerisinde kendi taraflarına çekmeye çalışıyorlar, kolay bir iş değil.

Kolay bir iş değil çünkü bu büyüklükte bir “kitle”ye tek bir sıfat yakıştırıp, homojen bir grupmuşçasına davranmak baştan aşağı yanlış. Türkiye’de siyasetçi ve elitlerde bir genç algısı var, bir de Türkiye gençliği var. Bu genç algısı ve temsili tabii ki başlıbaşına bir araştırma konusu; yaşlıların, kadınların, engellilerin, LGBTi bireylerin ve Suriyelilerin medyada nasıl temsil edildiği detaylı bir şekilde araştırılmaya başlandı ve nasıl bir yanlış-eksik temsil içerisinde oldukları gösterildi. Ancak medya, özellikle reklamlar gençleri nasıl temsil ediyor ve insanlar gençleri nasıl algılıyor sorusuna odaklanan çalışma neredeyse yok. Oysa gençlerin medyadaki temsili de diğer temsiller kadar eksik ve çarpık, Cumhuriyet’in kuruluşuyla gençlik kavramının nasıl üretildiğini ve sonrasında nasıl mitleştirildiğini iyi kötü biliyoruz ancak bugünkü durumu pek kavrayamadığımızı kabul etmemiz gerek.
Madem sistematik bir çalışma yok, izlenimlerimize dayanarak ilerleyelim: Gençlik sorunları denince üniversite gençlerinin barınma ve eğitim sorunları ön plana çıkıyor. Oysa TÜİK istatistiklerine göre üniversite eğitimine devam eden gençlerin oranı %40, kent gençliğine odaklanan Türkiye’de Gençlerin İyi Olma Hali çalışmasına göre de 18-29 yaş diliminde bu oran %20. Aynı çalışmaya göre gençlerin %44’ü çalışıyor, %18’i işsiz ve %18’i de ev genci. Yine aynı araştırma gençlerin %88’inin aileleriyle yaşadığını gösteriyor, öğrencilerde bile bu oran %90. Evden ayrılamama ayrıca başlıbaşına bir sorun, bunu kabul edelim ancak gençlik dizilerinde sergilenen profilin bu olmadığı aşikâr. Mesela, yine TÜİK verilerine göre 15-24 yaşındaki kadınların %15’i evli, önemli bir kısmının da çocuğu var, böyle baktığımızda “fazlasıyla” genç kadınların yaşamlarının çok da görünür olmadığını kabul etmeliyiz, genç kalıp yargısının dışında kalıyorlar çünkü.

Gençler konusunda başka yanılgılar da var. Bir örnek, “Z Kuşağı” tanımı… Amerikan standartlarına göre geliştirilmiş bir kavram, 1997-2012 yılları arasında doğanlara deniyor. Çağımızın yeni büyücü ChatGPT’ye sorarsak Z Kuşağı’nın özellikleri şunlarmış: Dijital teknolojilere hâkimiyet, çoklu görev yapabilme becerisi, özgürlüğe düşkünlük, çokkültürlülük, işbirliği yapabilme yeteneği, sosyal sorumluluk bilinci, hızlı öğrenme kabiliyeti… Ülkemizde 20 milyon kişi bu yaş kuşağında, nüfusun dörtte birini oluşturuyorlar. Şırnak’ta bu oran %35, Hakkâri’de %34, Muş’ta %32, Mardin’de %30 ve Diyarbakır’da %29. İllerin gelişmişlik sıralamasıyla, “Z Kuşağı” nüfus oranı arasındaki aşikâr negatif korelasyon diyor ki yukarıda tarif edilen niteliklere sahip kuşak, ülkenin en azgelişmiş bölgelerinde yaşıyor. Zor bir çıkarım, ancak işini kolaylaştırmak isteyen pazarlamacılar arasında yanlış da olsa seviliyor. Toplumsal cinsiyet, etnisite, sosyoekonomik sınıf gibi “kesişimsel” faktörler de coğrafyayla birlikte işin içine girdiğinde, “twitch” ile ulaşılabilecek kişi sayısı pek fazla olmuyor.

Genç diye nitelendirip torbaya attığımız bu kadar kalabalık bir kesim içinde hiç mi benzerlik yok? Aslında bu ve benzeri veriler gençler açısından en büyük ortaklığı da gösteriyor: Haysiyetli bir iş… Belki başka ülkelerde ve başka zamanlarda farklıdır ancak ülkemiz gençliğinin “iyi olma haline” en fazla katkıda bulunan faktör maddi durumundan memnun olmak. Ancak bu maddi durumdan memnuniyet sadece yüksek bir gelire sahip olmak değil, hak ettiğini düşündüğü gelire sahip olmak. Elimizdeki son araştırma gençlerin sadece %3’ünün geçinmek için ihtiyaç duyduğu gelirden fazlasına sahip olduğunu gösteriyor, üçte ikisi bu gelire sahip değil. “Göreli Yoksunluk” adı verdiğimiz bu durum, bir gencin maddi durumundan ve dolayısıyla yaşamından memnuniyetini etkiliyor, hatta bu etki sahip olduğu gelirden daha büyük bir etki.

Kimler daha fazla “Göreli Yoksunluk” yaşıyor dediğimizde, en yüksek olasılığa işsiz ve “ev genci” erkeklerde rastlıyoruz, aynı şekilde işsiz ve ev genci kadınlar da bu durumun önemli belirleyicileri. Çalışmak, “Göreli Yoksunluğu” her iki cinste de kayda değer oranda azaltıyor. Öğrencilerse biraz daha korunaklı durumdalar. Ancak öğrenciler de okuldan mezun olduklarında hemen iş bulamadıklarından bir süre içerisinde “Göreli Yoksunluk” çekmeye mahkûm gibi gözüküyorlar. Elimizdeki çalışmalar, ekonomik kriz, pandemi ve takip eden siyasal krizler nedeniyle Türkiye ekonomisinin mezun olan gençlere iş sağlayamadığını açıkça ortaya koyuyor.

Gençlerinin iyi olma halini önemseyen bir devletin, öncelikle o gençlere hak ettikleri haysiyetli geliri sağlaması gerekiyor. Bunun için de iş bulmanın önündeki zorlukların kaldırılması şart, gençlerin gözünden iş bulmanın önündeki en önemli zorluklar arasında; tanıdıkların olmaması, ücretlerin düşüklüğü ve iş bulma yollarından habersizlik geliyor. Dolayısıyla geliştirilecek çözümün ekonominin büyümesini beklemek yerine, bu alanlarda politikalar üretmeye odaklanması gerekiyor.

Hak ettiği gelire sahip olmak ya da olmamak gençlerin oy verme davranışını etkiler mi? Evet. Her ne kadar insanların, özellikle de kadınların yokluklara kolayca uyum sağlayabildikleri bilinse de; uzun süreli bir “Göreli Yoksunluk” bu sorunun müsebbiplerinin şiddetle cezalandırılmalarına yol açabilir, bu sandığa gitmeme ya da radikallere yönelme gibi geleneksel siyaset içerisinde kalabildiği gibi; boykot, protesto ve işgal gibi daha alışılmadık siyaset yollarının da devreye girmesiyle sonuçlanabilir. Bu olasılığı siyasi partilerin, sadece seçim kazanmak için değil, ülkeyi yönetebilmek için de akılda tutmasında yarar var.